kuran da olmayan 200 hurafe

entry40 galeri0
    39.
  1. ateistlerin de müslümanların da kur'an okumadıklarını gösteren liste.
    1 ...
  2. 37.
  3. Cehennemde günahın kadar yanıp sonra damgalanip cennet tarafina gecme.
    Yok oyle bi dunya ayetlerde de cennet ve cehennemde sonsuza kadar kalınacağı girip cikacagi size kim vadediyor die belirtilen bi ayet bile var.
    Kim uydurmussa hakkatten okumamis kim duymussa hakkaten sorgulamadan inanmis.
    2 ...
  4. 36.
  5. Allah'ın Yoluna Alternatif yol Açmanın Ortaya çıkardığı Hurafelerdir.

    Müslümanların Tek mezhebi yani Yolu vardır o da Kur'an Yoludur. Her kim ki bölünüp parçalıyorsa bu yolu Allah ve resulun en büyük düşmanıdır.

    MEkkeli Müşrikler gibi '' Allah'a inanıyoruz Ama Bizim Putlarımız Allah'a ulaşmamız için aracıdır'' dedikleri Gibi Şimdiki Mezhep sapıkları insanları sapıklaştırmaya çalışıyor.

    Mısır'da '' Evlatlıkları ile ilişkiye girilebilir'' diyen imam KEndi Kafasına Göre konuşmuyor Atalarından Gelen Sapıklığı Haykırıyordu.

    not: Bu Din Allah'ın Dinidir, Peygamber O nun Ortağı değildir. Sadece Kur'an'a uyan bir PEygamberi Put gibi Göstermek Tamda müşriklerin işidir.
    2 ...
  6. 35.
  7. Allah'ın gönderdiği dine sonradan Eklenen Bid'atlardır.

    Bir dini peygamber Halka anlatıyor ve Kitabınız bu diyor, ondan sonra gelenler kendlerince set çekmeye başlıyorlar.

    islam dininde Tek mezhep vardır o da Kuran'ın çizdiği Yoldur. Kendine Alternatif Yollar oluşturanlar Allah'a din Öğretenlerdir.

    Neymiş Efendim Sadece Kuran yetmezmiş, Neymiş Efendim Peygamber Postacı mı?

    Ey az düşünen bedevi Hayranı Süslüman Bu din Allah'ın, Peygamber ile Ortaklaşa Kurdugu bir şirket değil.

    Hadis'e iman diye bir şey yok şunu o kalın kafanıza sokun.
    0 ...
  8. 34.
  9. 33.
  10. her mezhep kendi ayetini düzenliyorsa ve o yok bu var diyorsa eğer; " hani kur'an değişmemişti be?"
    2 ...
  11. 32.
  12. of sabah sabah hiç mi işiniz gücünüz yok kuran ı onu bunu sorguluyorsunuz. gidin yatın yatamıyorsanız kahve çay bir şey için. cıkcık sabah sabah ya hu.
    3 ...
  13. 31.
  14. sünnetin göz ardı edilmesi saçmalığı sonucu büyük kısmı meydana gelmiş liste. ama doğru maddeler de yok değil.
    1 ...
  15. 30.
  16. bayram namazları, teravi namazları ve her rekatta yapılan iki secdenin de eklenmesi gereken liste. malumunuz namaz kılın, secde edin diyor. secdeleri namaz kılarken yapın, her rekatta çifter çifter secde edin demiyor.

    ayrıca bir sorum olacak, tıpkı vaftiz gibi secdeyi de bir defaya mahsus yapsak olmaz mı? namazın ne zaman yapılacağı yazıyor, secdenin yazmıyor nitekim.

    hem zekatı da eklememişler cıt cıt cıt. nisap miktarını, fıtır sadakasını ve zekatın ne aralıklarla verileceğini de yazsınlar oraya. hurafe sayısı 205-206 civarı bir şey oldu. dinin yegane kaynağı kuranmış nitekim.
    0 ...
  17. 28.
  18. 28.
  19. öküz ve balık, balığın sallanmasıyla deprem olduğu iddiası islamda hiç duymadığım bir inanış, doğa olaylarını mikail yönetir denir.
    ama yinede büyük bölümünün islama sokulan hurafeler olduğu doğrudur.
    2 ...
  20. 27.
  21. içinde yaşadığımız toplumun refah seviyesinin havalanmasını önleyen, bir nevi uçan balon yüklerine benzeyen hurafelerdir.
    1 ...
  22. 26.
  23. 25.
  24. 24.
  25. Kur'an da olmayan hurafeleri, gelenekçi hurafeleri açıklarken modern hurafelerin savunulması beklenmesin.

    Uyarı: islam dininde değil ancak Muslumanlarda varlığını koruyan bir çok hurafe ve putu eleştirirken kendi ırksal, siyasal ya da modern putlarinizi, hurafelerinizi lütfen eleştirilerin ulaşamayacağı yerlere saklamayınız.

    Öncelikle asıl soru bu hurafelerin hurafe olduğunu neye göre tespit ederiz?

    Evrensel insan hakları beyannamesine gore mi?

    Modern olarak kabul görmüş toplumların elitlerinin dusuncelerine gore mi?

    Yoksa Muslumanlar tarafından en çok hurafe olduğuna dair olan kabule göre mi?

    Tabi ki hiçbiri değil. Temel mesele islam dininin temel öğretici kaynağı olan Kur'an'in vereceği cevaplara göredir.

    islam dininin sahibi olan ve inananları tarafından butun ontolojik olayların sahibi olduğuna inanılan Allah, insan oğlunu başı boş bırakmadığı gibi açık ve anlaşılabilir kurallar koymuştur fakat iktidar, makam sahipleri otoritelerini sarsilmamasi için dini kullanmıştır. islam peygamberine ait olmayan sözleri din kaynağı olarak kabul ettirmeye çalışmışlardır.

    Hurafeleri tespit etmenin tek yolu Kur'an bütünlüğü içinde okunan ayetlere sorgulatmaktir.
    Görülecektir ki islâm zannedilen birçok hurafenin islam ile alakası yoktur hatta sahih olarak kabul edilen birçok rivayet peygamberimizin sözü olma ihtimalini taşımaz çünkü kendisi Allah'in sözü ile çelişecek birşey söyleyemez.
    0 ...
  26. 23.
  27. Kuranda olan şeylere de hurafe denilmiş. Bu neyin kafası?
    0 ...
  28. 22.
  29. 63- şahitlikte, “bir erkek eşittir iki kadın” ilkesinin uygulanması

    buna takıldım çünkü "bakara suresi 282. ayete" göre "1 erkek=2 kadın" oluyor.

    cinsiyetçi tanrı ha.
    2 ...
  30. 21.
  31. kardeş insan okuyacak bu nedir?

    (bkz: okumadı)
    0 ...
  32. 20.
  33. 63- şahitlikte, “bir erkek eşittir iki kadın” ilkesinin uygulanması.

    Bakara 282: şahitliklerine güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit tutun. Bu, onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir.

    Kurandakidin diyorsun. Kuranda olmayan hurafeler diyorsun. Sonra Ayeti yalanlıyorsun.
    4 ...
  34. 19.
  35. mezhepsiz magneti başlık olmuş. haşrolunurken biz demiştik bakışı atmayı bekliyorum. ayrıca keferecilerin, müslümanlar kuranı anlamadan okuyor bu çok kötü demesi nasıl bir parodidir anlamıyorum.
    0 ...
  36. 18.
  37. Kendini alim ilan eden insanların yorumlarıyla biçimlenmiş bir yapı varken ortada ve bunun yanlış olduğu söylenirken adamın karşı savunması yine o adı alim olanların sözlerini buraya kopyala yapıştır yapmak. zaten başlığı açan da bunun yanlış olduğunu söylüyor sen hala alimler şöyle diyor işte kanıt diyip kopyala yapıştır yapıyorsun. bravo valla.
    3 ...
  38. 17.
  39. iCTiHAD VE BiR MEZHEBE BAĞLANMAK HAKKINDAKi HADiS-i ŞERiFLER

    Bu bölümde iki meseleyi mütalaa edeceğiz:

    1. Sahabenin, hakkında açık hüküm olmayan meselelerde ictihad yaptığını ve buna Efendimiz (asm)’in karşı gelmediğini göstererek, ictihadın şer’î bir delil olduğunu ve ehli tarafından yapılabileceğini ispat edeceğiz.

    2. Efendimiz (asm)’in bir âlime uymamız hakkındaki tavsiyelerini inceleyerek, bir mezhebe uymanın, Peygamberimiz (asm)’in bir emri olduğunu göstereceğiz.

    SAHABENiN iCTiHADLARI

    Bazıları, ictihadı akıllarına sığıştıramadıklarından inkâr etmektedirler. Hâlbuki daha Peygamberimiz (asm) hayatta iken sahabeler, hakkında kesin hüküm olmayan meselelerde ictihad yapmakta ve Efendimiz (asm) buna karşı gelmemekte idi. Bu meselenin bazı misalleri şöyledir:

    1. Misal: Hz. Peygamber (asm) Ahzab savaşından sonra:

    "Kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa, Kurayzaoğullarının bölgesine varmadıkça ikindi namazını kılmasın."

    buyurmuştu. Güneş batmaya yüz tutunca, Ashab-ı Kiram bu sözün ifade ettiği anlam hakkında farklı görüşler belirttiler. Bir kısmı: “Resulullah bu sözüyle, çabuk yol almamızı istedi." şeklinde görüş belirtirken, bir kısmı da: “Hayır, Resulullah bu sözüyle, güneş batmış olsa bile, biz ancak Kurayzaoğulları bölgesinde ikindi namazını kılabiliriz.” demek istemiştir diye görüş belirtmişler ve ikindi namazını güneş battıktan sonra kılmışlardı. Her iki gurubun davranışı Hz. Peygambere (asm) haber verildiğinde, Efendimiz (asm) hiçbir guruba sert tepki göstermemiştir. Bu, Hz. Peygamber (asm)’in yapılan ictihadları onayladığı anlamına gelmektedir. (Buhari, Müslim)

    2. Misal: Bedir Gazasında alınan esirlere nasıl bir muamele yapılacağına dair henüz bir vahiy nazil olmamıştı. Fahr-i Kâinat Efendimiz (asm) kendisine bildirilmeyen her hususu ashabıyla istişare ettiği gibi bu meseleyi de istişare etti. Hazreti Ebu Bekir (ra), esirlerin bedeline fidye alınması ve serbest bırakılması görüşündeydi. Hazret-i Ömer Efendimiz (ra) ise, esirlerin hemen öldürülmesi fikrindeydi. Hazret-i Ebu Bekir'in maksadı, esirlerden alınacak fidyeyle Müslüman askerleri düşmana karşı silahlandırıp kuvvet kazandırmaktı. Hazret-i Ömer'in maksadı ise, bunlarda ıslah emaresi olmadığından vücutlarını ortadan kaldırmakla yeryüzündeki fesadı önlemekti.

    Ashab-ı Kiramın bir kısmı Hazreti Ömer'in, bir kısmı da Hazret-i Ebu Bekir'in ictihadından yana oldular. Aralarında ihtilaf çıkınca Efendimiz (asm) Hazret-i Ebu Bekir'in ictihadını tercih etti ve onun görüşü doğrultusunda davranıldı. Daha sonra bu hususta şu ayet-i kerime nazil oldu:

    "Yeryüzünde ağır basıp, küfrün belini kırıncaya kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, hâlbuki Allah (sizin için ebedi olan) ahireti istiyor." (Enfal, 8/67)

    Bu ayet-i kerime, Hazreti Ebu Bekir'in ictihadını bozmamakla beraber, Hazreti Ömer’in ictihadının daha üstün olduğunu ortaya koymaktadır. Demek ki, birbirine zıt iki fikir de tasvip edilmiştir. işte bu ayet-i kerimeden anlaşılıyor ki, her müctehid kendi görüşünde isabet etmektedir. Eğer, Hazreti Ebu Bekir Efendimizin fikri hata olsaydı, hüküm icra olunmadan evvel ayet indirilirdi. Demek ki, bu hususta nazil olan ilahî ikaz, daha iyisiyle amel etmenin zıddını tercihten dolayıdır.

    3. Misal: Resulullah (asm) Muaz bin Cebel’i Yemen’e hâkim olarak gönderirken, “Orada nasıl hükmedeceksin?” buyurdu. Hz. Muaz; “Allah’ın kitabıyla.” dedi. Efendimiz (asm): “Ya Allah’ın kitabında bulamazsan?” buyurunca, Hz. Muaz: “Resulullah’ın sünneti ile.” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (asm): “Resulullah’ın sünnetinde de bulamazsan?” buyurunca, Hz. Muaz: “ictihad ederek anladığımla.” dedi. Bu cevap üzerine Efendimiz (asm) mübarek elinin Muaz’ın göğsüne koyup şöyle buyurdu: “Elhamdülillah, Allah Teâlâ resulünü (elçisi olan Muazı) Resulullah’ın rızasına uygun eyledi.”

    Bu hadis-i şerif Tirmizî, Ebu Davud ve ed-Dârimî’de yazılıdır. Demek ki, ehlinin, yani bir müctehidin ictihad yapması ve hakkında açık bir hüküm bulunmayan bir meseleyi, hakkında açık hüküm bulunan benzer bir meseleye kıyas ederek hükme bağlaması caizdir. Bu, bizzat Efendimizin (asm) emridir.

    4. Misal: Ebu Davud ve ibn-i Mâce’nin bildirdikleri hadis-i şerifte Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

    “ilim üçtür: Ayet-i Muhkeme, Sünnet-i Kaime ve Faridat-ı Adile’dir.”

    Mişkat şerhi bu hadisi açıklarken şöyle der: “Hadiste geçen Ayat-ı Muhkeme; ayetleri muhkem olan Kur’an’dır. Sünnet-i Kaime ise; Peygamberimiz (asm)’in sünnetidir. Faridat-ı Adile ise, Kitap ve sünnete uygun ilimdir. Bu, icma ve kıyasa işarettir. Çünkü icma ve kıyas, Kitap ve sünnetten çıkarılmaktadır. Bu sebeple icma ve kıyas, Kitap ve sünnete müsavi ve denk tutulmuş ve Faridat-ı Adile denilmiş ve böylece ikisi ile amel etmenin vacip olduğu tembih buyrulmuştur. O halde bu hadis-i şerifin manası: “Dinin kaynağı dörttür: Kitap, sünnet, icma ve kıyastır.” manasındadır.”

    Bu konudaki misalleri çoğaltmak, hatta bu başlıkta hususi bir eser hazırlamak mümkündür. Ancak mesele güneş gibi zahir olduğundan, daha fazla izaha lüzum görmüyoruz. Daha fazlasını isteyenler, ilgili hadis ve usul-ü fıkıh kitaplarına müracaat edebilirler.

    PEYGAMBER EFENDiMiZiN (ASM) BiR ÂLiME UYMAMIZ HAKKINDAKi TAVSiYELERi

    Peygamber Efendimiz (asm) bir âlime uymamızı ısrarla tavsiye etmiş ve kötü âlimlerin şerlerinden bizleri sakındırmıştır. Bu bahisteki hadislerin birkaçı şöyledir:

    · Âlimlere tabi olun! Çünkü onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır. (Deylemi)

    · Âlimler, kurtuluş yolunu gösteren birer rehber ve kılavuzdur. (i. Neccar)

    · Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu. (i. Maverdi)

    · Bilmediklerinizi salih âlimlerden sorup öğrenin. (Taberani)

    · insanların en hayırlısı benim asrımdaki Müslümanlardır. Bunlardan sonra en iyileri, bunlardan sonra gelenlerdir. Onlardan sonra da en iyileri, onlardan sonra gelenlerdir. Artık bunlardan sonra yalan yayılır, bunların sözlerine ve işlerine inanmayınız! (Buhari, Müslim)

    · Kimde şu iki haslet bulunursa, sabreden ve şükreden kullar zümresine yazılır. Her kim dininde kendinden üstte olana bakıp ona tabi olursa ve dünyada kendinden altta olana bakıp, Allah’ın kendisine verdiğine hamdederse, işte bu kişiyi Allah şükredici ve sabredici yazar. (ibnu-l As)

    Efendimizin (asm) kötü âlimlerin şerrinden de bizi birçok hadisiyle uyarmıştır. Birkaç tanesini zikredelim:

    · Allah Teâlâ, sizden ilmi almak için ilmi ile amil olan âlimleri kaldırır. Cahiller kalır. Dinden sual edenlere, kendi akılları ile cevap verip, insanları doğru yoldan saptırırlar. (Buhari)

    · Ahir zamanda âlimler ölür, cahiller din adamı yerine geçirilir. Onlar da bilmeden yanlış fetva verir, kendisi sapar, başkalarını da saptırır. (Buhari)

    · Ümmetim, kötü âlimler ve cahil abidler yüzünden helak olur. Kötülerin en kötüsü kötü âlimlerdir. iyilerin en iyisi de iyi âlimlerdir. (Darimi)

    · Sizin için Deccalden daha çok, sapık imamlardan korkuyorum. (i.Ahmed)

    · Ahir zamanda, âlim ve ilim azalır, cahillik artar. Cahil ve sapık din adamları, yanlış fetva vererek fitne çıkarır, doğru yoldan saptırırlar. (Buhari)

    · "Öyle bir zaman gelir ki islam galip olur, hatta tüccarlar güven altında korkmadan deniz aşırı ticaret yaparlar ve süvariler Allah yolunda savaşa dalarlar. Sonra bir kavim çıkar, Kur'an okur ve şöyle derler: ‘Kim bizden daha iyi okur? Kim, bizden daha iyi âlimdir? Kim, bizden daha fazla fıkıh bilgisine sahiptir?’ Sonra Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurdu: ‘işte bunlar, sizden, bu ümmettendir ve onlar cehennemin yakıtıdırlar." (Taberani ve Bezzar)

    https://sorularlaislamiye...ler-dosyasi-birinci-bolum
    1 ...
  40. 16.
  41. Şimdi şu sorularımıza cevap istiyoruz:

    1. Soru:

    قَالَ فِرْعَوْنُ مَا أُرِيكُمْ إِلاَّ مَا أَرَى وَمَا أَهْدِيكُمْ إِلاَّ سَبِيلَ الرَّشَادِ

    “… Firavun şöyle dedi: Ben size görüşümden başkasını göstermiyor ve ancak sizi doğru yola ulaştırıyorum.” (Mümin, 40/29)

    Mezkûr ayetin ifadesiyle; Firavun dahi kendisini hidayette biliyor ve kavmini sözde hidayete ulaştırmak istiyordu. Hâlbuki kendisi, dalaletin tam ortasındaydı.

    Acaba ey mezhepsiz kardeşim! Ya sen de kendini böyle hidayette biliyor ve hakikatte insanları dalalete davet ediyorsan, akıbetin nasıl olacak?

    2. Soru:

    وَإِنِّى لَاَظُنُّهُ كَاذِبًا

    “Firavun dedi: Ben Musa’yı mutlaka yalancı sanıyorum.”(Mümin, 40/37)

    Bu ayetin ifadesiyle; Firavun, sadıkların en sadığı olan Hz. Musa (as)’ı yalancı zannediyordu. Firavun’a göre kendisi doğru, Hz. Musa ise yalancıydı. Bu, Firavun’un samimi itikadıydı.

    Acaba ey mezhepsiz kardeşim! Ya sen de bu hataya düşerek kendi yanlışını doğru ve müctehidlerin doğrularını yalan zannediyorsan, akıbetin nasıl olacak?

    3. Soru:

    وَكَذَلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُوءُ عَمَلِهِ

    “… işte böylece Firavun'a kötü ameli süslü gösterildi.” (Mümin, 40/37)

    Bu ayetin ifadesiyle, Firavun’un kötü ameli kendisine süslü, yani doğru gösterilmiştir. Demek bazen kişinin yanlış ameli, süslenerek ona doğru gösterilir. Bu süslemeyi de bizzat şeytanın kendisi yapar.

    Acaba ey mezhepsiz kardeşim! Ya şeytan senin çirkin amelini de sana böyle süslemiş ve batılı hak gibi gösteriyorsa, akıbetin nasıl olacak?

    4. Soru:

    وَإِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبِيلِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُم مُهْتَدُونَ

    “Şüphesiz ki bu şeytanlar onları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf, 43/37)

    Bu ayetin ifadesiyle; şeytanlar insanları doğru yoldan çıkarmakta, yoldan çıkanlar ise kendilerini doğru yolda bilmektedirler. Demek doğru yoldan çıkanların ortak özelliği; kendilerini doğru yolda zannetmeleridir.

    Acaba ey mezhepsiz kardeşim! Ya şeytan seni de doğru yoldan çıkarmış ve sen buna rağmen kendini doğru yolda sananlardan isen, akıbetin nasıl olacak?

    5. Soru:

    وَأَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَى عِلْمٍ

    “… Allah'ın bir ilim üzere saptırdığını gördün mü?..” (Casiye, 45/23)

    Bu ayet, ilmi olmasına rağmen dalalete düşen kimselerden haber vermektedir. Demek onlar ilimleri yüzünden sapacaklardır. Yani ilimleri olacak, ancak hakkı ortaya çıkaracak kuvvette olmayacaktır. Onlar kendilerindeki bu az ilmin verdiği kibirle, kendilerinden üstte olan âlimlere meseleyi sormayacak ve kendi fikirlerine göre hükmedeceklerdir. Neticede ilimleri sebebiyle sapacaklardır.

    Acaba ey mezhepsiz kardeşim! Sen de, az ilmi yüzünden saptırılan bu gruba dahilsen, akıbetin nasıl olacak? Bunu hiç düşündün mü?

    6. Soru:

    قَالَ مَا مَنَعَكَ أَلاَّ تَسْجُدَ إِذْ أَمَرْتُكَ قَالَ أَنَا خَيْرٌ مِنْهُ

    “(Allah) buyurdu: ‘Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten alıkoyan nedir?’ (iblis) dedi ki: ‘Ben, ondan daha hayırlıyım…’ ” (A’raf, 7/12)

    Bu ayetin beyanıyla; iblis kendisini Hz. Âdem (as)’den daha hayırlı bilmiş ve bu itikadı sebebiyle de hem cennetten hem de rahmet-i ilahiyyeden kovulmuştur.

    Acaba ey mezhepsiz kardeşim! Ya sen de hakkın olmadığı halde, kendini mezhep imamlarından daha hayırlı biliyorsan ve bu inancın ile cennetten ve Allah’ın rahmetinden kovulursan, akıbetin nasıl olacak?

    7. Soru:

    وَقَالَ الْمَلأُ الَّذِينَ كَفَرُوا مِن قَوْمِهِ لَئِنِ اتَّبَعْتُمْ شُعَيْباً إِنَّكُمْ إِذاً لَخَاسِرُونَ

    “Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: ‘Eğer Şuayb'a uyarsanız o takdirde siz mutlaka ziyana uğrarsınız.’ ” (A’raf, 7/90)

    Bu ayetin ifadesiyle; Hz. Şuayb (as)’ın kavmindeki kâfirler, müminleri Şuayb (as)’a uymaktan menetmekte ve eğer uyarlarsa, ziyana uğrayacaklarını belirtmektedirler. Yani onlara göre kendileri selamette, Hz. Şuayb (as)’a uyanlar ise zarardadır.

    Acaba ey mezhepsiz kardeşim! Ya sen de bu hatayı yapıyorsan, yani mezheplere uyanları zararda, kendini ise selamette bilmek ile yanılıyorsan, akıbetin nasıl olacak?

    8. Soru:

    وَمَا نَرَى لَكُمْ عَلَيْنَا مِن فَضْلٍ

    “… Sizin bizden fazla bir meziyetinizi de görmüyoruz…” (Hud, 11/27)

    Bu ayetteki söz, peygamberlerini inkâr eden kavimlere aittir. Peygamberleri, kendileri gibi insan olduğu için, onları inkâr etmişler ve kendi meziyetlerini, peygamberlerin meziyetleriyle müsavi görmüşlerdir.

    Acaba ey mezhepsiz kardeşim! Ya sen de önceki kavimlerin, peygamberlerine yaptıklarını, bu ümmetin âlimlerine yapıyor ve kendi meziyetlerini onların meziyetlerine müsavi tutarak haddini aşıyorsan, akıbetin nasıl olacak?

    9. Soru:

    قَالَ سَآوِي إِلَى جَبَلٍ يَعْصِمُنِي مِنَ الْمَاء

    “Nuh’un oğlu dedi ki; ‘Ben, beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.’… " (Hud, 11/43)

    Bu ayetin ve devamındaki ayetlerin bildirmesiyle; Hz. Nuh (as), gemiden oğluna elini uzatmış ve onu gemiye çekmek istemiştir. Oğlu ise inkârında ısrar ederek, babasına bir dağı göstermiş ve o dağa sığınacağını, o dağın kendisini sudan koruyacağını söylemiştir. Tam bu esnada da aralarına büyük bir dalga girmiş ve oğlu orada boğulmuştur.

    Acaba ey mezhepsiz kardeşim! Ya sen de Hz. Nuh (as)’ın oğlu gibi hata ederek kendi ilim dağına güveniyorsan ve bu dağ, seni dalaletten kurtaramayacak kadar yüksek değilse, dalaletin dalgalarında boğulduğunda akıbetin nasıl olacak? Acaba sana elini uzatan mezhep imamlarının elinden tutarak Ehl-i sünnet gemisine binmen ve selamet sahiline o gemi ile ulaşman daha tehlikesiz değil mi?

    10. Soru:

    أَوْ قَالَ أُوحِيَ إِلَيَّ وَلَمْ يُوحَ إِلَيْهِ شَيْءٌ

    “Yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı halde: ‘Bana vahyedildi.’ diyenden daha zalim kim olabilir?..” (En’am, 6/93)

    Bu ayet-i kerime, Abdullah ibn-i Sa’d ibn-i Ebi Serh el-Kureşî hakkında inmiştir. Bu zat vahiy kâtipliği yapan bir zattı. Peygamber Efendimiz (asm) O’na Müminun suresini yazdırıyordu. insanın yaratılışı ile ilgili ayetlerin sonuna gelindiğinde, Resulullah (asm): “Sonra onu başka bir yaratılışla yarattık.” ayet-i kerimesini yazdırdı. insanın yaratılışından hayrete düşen ibni Ebi Serh; “Yaratıcıların en güzeli olan Allah ne yüce oldu.” dedi. Bunun üzerine Resulullah (asm): “Yaz onu. Bana öylece indirildi.” buyurdu. O zaman ibni Ebi Serh vehme kapılarak, “Bana da vahyediliyor.” diyerek dinden döndü ve Mekke’ye kaçtı. Daha sonra bu kişinin tekrar tövbe ederek islam’a girdiği ve islam’ı güzelce yaşadığı da nakil edilmiştir.

    Acaba ey mezhepsiz kardeşim! Ya sen de ibni Ebi Serh gibi hayal görüyorsan ve sana ilimden çok az bir nasip verildiği halde, ilimdeki nasibini, mezhep imamlarının nasibi gibi olduğunu zannediyorsan ve bu zannın da seni helake sürüklüyorsa, akıbetin nasıl olacak?

    Eğer, bütün bu soruları ben de size soruyorum dersen, biz de deriz ki: Biz nefsimize göre hükmetmiyor ve icmaya -âlimlerin bir meseledeki ittifakına- dayanıyoruz. Peygamberimiz (asm)’in:

    “Ümmetim dalalette ittifak etmez.”

    hadisini delil yaparak, bu ittifakın doğru olduğunu savunuyoruz. Sen ise, sadece zannınla hükmediyor ve kasır fehmine dayanıyorsun.

    Acaba sırtını icmaya ve âlimlerin ittifakına dayayan biz mi haklıyız? Yoksa icmadan yoksun olarak sırtını sadece birkaç mezhepsizin sözüne dayayan sen mi?

    https://sorularlaislamiye...ler-dosyasi-birinci-bolum
    2 ...
  42. 15.
  43. ON ÜÇÜNCÜ AYET

    يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَقْتُلُوا الصَّيْدَ وَأَنْتُمْ حُرُمٌ وَمَنْ قَتَلَهُ مِنْكُمْ مُتَعَمِّدًا فَجَزَاءٌ مِثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ يَحْكُمُ بِهِ ذَوَا عَدْلٍ مِنكُمْ

    “Ey iman edenler, ihramlı iken av hayvanı öldürmeyin. içinizden kim kasten onu öldürürse, öldürdüğü hayvanın dengi ona cezadır ki, (öldürülen avın kıymetine) içinizden iki adaletli kişi hükmeder...” (Maide, 5/95)

    Ayet-i celilenin beyanıyla; ihramlı olan bir kimsenin avlanması haramdır. Eğer avlanarak bir hayvanı öldürmüşse, öldürdüğü hayvanın misli kadar ceza vardır. Ayetteki mislin manası; öldürülen hayvanın kıymetidir. Yani ihramlı iken bir hayvanı öldüren, öldürdüğü hayvanın kıymetinde bir hayvanı kurban eder, ya da öldürdüğü hayvanın kıymeti kadar bir meblağı sadaka olarak verir. Demek ihramlı iken, mesela bir tavşanı ya da bir kuşu avlayan kimse, öldürdüğü tavşan veya kuşun kıymeti kadar bir meblağı sadaka olarak vermelidir.

    Bu ayeti, bir mezhebe bağlanmaya delil olarak göstermemizin sebebi; ayetin devamındaki ifadedir. Ayetin devamında; “öldürülen hayvanın kıymetini, adalet sahibi iki kişinin belirleyeceği” emrolunmuştur. Yani öldürülen hayvanın kıymetini öldüren kişi değil, iki adil hâkim takdir edecektir. Demek bir tavşanın kıymetini bile, öldüren kişi zannına göre tespit edememekte, o tavşanın kıymetini adalet sahibi iki kişi belirlemektedir.

    Acaba, bir kuşun veya bir tavşanın kıymetini dahi iki adil hâkime tespit ettiren Allah Teâlâ, hiç mümkün müdür ki, islam’ın hükümlerini anlama hususunda bizi başıboş bıraksın ve sadece zannımızın hakemliğini kâfi görsün?

    Yani Allah Teâlâ, bir dirhemin dörtte biri kıymetindeki tavşanın değerini iki adil hâkime tespit ettirsin, böyle basit bir meseleyi bile vehmimize ve zannımıza bırakmasın, daha sonra şeriatın helalini, haramını, ibadetlerin eda şekillerini ve islam’ın diğer kıymetli meselelerini bizlerin anlayışına bıraksın ve zannımızın hakemliğini kabul etsin! Bu olabilir mi?

    Madem bu mümkün değildir, o halde bir mezhebe bağlanmak vacip olmalıdır. Zira bir mezhebe bağlanmak, meselenin izahı hakkında, zannını ve vehmini terk ederek, mezhep imamlarını hakem yapmak demektir. Basit bir tavşanın kıymetini, iki adil hâkime tespit ettirdiği gibi, şeriatın kıymetli meselelerini de bu müctehidlere tespit ettirmekte, yani meselenin hallini, icmaya -o konuda ittifak etmiş müctehidlerin görüşüne- havale etmektir.

    Bir mezhebe bağlanmamak ise; tavşanın değerini tespit konusunda, iki adil hâkime gitmeyip, kendi görüşüyle takdir etmeye benzer. Bunu yapan kişi haddini aşmış ve ayetin emrine muhalefet etmiştir.

    Bir mezhebe bağlanmanın Kur’an’ın emri olduğuna dair izahatımız burada tamamlandı. On üç ayetin delaletiyle ispat ettik ki; bir mezhebe bağlanmak Kur’an’ın emridir ve mezhepsizler Kur’an’ın bu emrini çiğnemektedirler.

    Bununla birlikte sakın zannedilmesin ki, bir mezhebe bağlanmayı emreden ayetler Kur’an’da sadece on üç tanedir. Bizler, daha birçok ayeti meselemize delil yapabilirdik. Ancak mesele, güneş gibi zahir olduğundan dolayı sözü daha fazla uzatmaya gerek görmüyor ve bir mezhebe bağlanmak hususunda Peygamberimiz (asm)’in tavsiyelerine geçiyoruz. Ancak Kur’an’ın sayfasını kapatmadan önce, Kur’an’ın lisanıyla on soruyu mezhepsizlere sormak istiyoruz. Bu on sorudan sonra, bir mezhebe bağlanmak hakkındaki nakli delillerin ikinci kısmını teşkil eden hadislere geçeceğiz.

    https://sorularlaislamiye...ler-dosyasi-birinci-bolum
    1 ...
  44. 14.
  45. ON BiRiNCi AYET

    فَاسْأَلُوا أَهْلَ الذِّكْرِ إِنْ كُنْتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ

    “… Eğer bilmiyorsanız ehl-i zikre sorun.” (Nahl, 16/43)

    Ayette geçen “ehl-i zikir” ile kimin kastedildiği hakkında âlimler farklı izahlar yapmışlardır. Yapılan her izahı, bir mezhebe bağlanmaya delil yapabiliriz. Bizler, meseleyi fazla uzatmamak için sadece bir görüşü nakledip, bu görüşün, meselemiz olan bir mezhebe bağlanmaya dair işaretine geçeceğiz. Diğer görüşler için tefsir kitaplarına müracaat edebilirsiniz.

    Ayetteki “zikir ehli” tabiri ile; Kur’an’ı çok iyi anlayan ve Kur’an’ın sırlarına vakıf olan âlimler kastedilmiştir. Zira “zikir” kelimesi, Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde; Kur’an’ın kendisi için kullanılmıştır. Mesela Nahl suresi 44. ayette;

    “insanlara açıklaman için biz sana zikri indirdik.”

    buyrulmuştur. Buradaki zikirden kasıt, Kur’an-ı Kerim’dir.

    Hicr suresinin 9. ayetinde;

    “Şüphesiz zikri biz indirdik, elbette onu biz muhafaza edeceğiz.”

    buyrulmuştur. Buradaki zikirden kasıt yine Kur’an’dır.

    Hicr suresi 6. ayette;

    “Dediler ki: Ey kendisine zikir indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun.”

    buyrulmuştur. Burada geçen “zikir” de yine Kur’an-ı Kerim’dir.

    Yine Enbiya suresi 50. ayette, Yasin suresi 69. ayette ve Sâd suresi 87. ayette; Kur’an-ı Kerim, “zikir” ismiyle tesmiye edilmiştir.

    Demek ayetteki “zikir” kelimesi ile Kur’an’a işaret edilmiştir. O halde “ehl-i zikir”de Kur’an- Kerim’i kelime kelime, harf harf inceleyen ve değil sadece kelime ve harflerden, harekelerden ve duraklardan bile manalar çıkartan râsih âlimlerdir.

    Ayetteki “ehl-i zikri” izah ettikten sonra, şimdi sıra geldi ayetin bir mezhebe bağlanmanın lüzumuna dair olan işaretine:

    Ayetin açık ifadesiyle; dini konularda, meselelerin izahlarını bilmeyenler, bilemediği konuları “ehl-i zikre” soracaktır. Yani Kur’an ehline müracaat edeceklerdir. Bu, ayetin açık bir emridir. Demek herkes dilediği gibi hüküm vermeyecek, vehmine göre hükmetmeyecektir.

    Eğer bir mezhebe bağlanmak şart olmasaydı ve herkesin kendi anlayışı ile hükmetmesi caiz olsaydı, ayette; “eğer bilmiyorsanız ehl-i zikre sorun” denilmez, “bilmiyorsanız, zannınıza göre hükmedin, kalbinize danışın vs.” gibi ifadeler kullanılırdı. Ama böyle denilmemiş ve bilmiyorsak, ehl-i zikre sormamız emredilmiştir. Demek, bir ehli zikrin peşinden gitmek vaciptir ve Kur’an’ın emridir.

    O halde şimdi sorumuz şu: Bilmediğimiz meseleleri sormamız emredilen ehl-i zikir yani Kur’an ehli olan âlimler kimlerdir?

    · Acaba bilmediklerimizi imam Azam, imam Şafi, imam Malik ve Ahmed ibni Hanbel Hazretlerine mi soracağız, yoksa çat pat Arapçasıyla Kur’an’ı anlamaya çalışan zamanımızın sözde âlimlerine mi? Bunlardan hangisi ehl-i zikirdir?

    · Acaba Kur’an’ın manalarını, Efendimiz (asm)’den dinleyen ve ilimleri ile Efendimiz (asm)’in övgüsüne mazhar olan ibn Abbas, ibn Mesud, ibn Ömer gibi sahabeler mi ehl-i zikirdir? Yoksa Efendimiz (asm)’in ruhunu ve ahlakını kaybetmiş bu asrın insanı mı?

    · Acaba Kur’an ayetlerinin iniş sebeplerini, Efendimiz (asm)’in o ayetler hakkındaki izahlarını ve Efendimiz (asm)’in hadislerini, sahabenin alimlerine sorarak öğrenen ve tâbiînden yetişerek Asr-ı saadetin kokusunu teneffüs eden müctehid alimler mi ehl-i zikirdir? Yoksa ayetlere kendi fikirlerinin yorumlarını yükleyen ve Kur’an’ı vehimlerine alet eden sözde müctehidler mi?

    · Acaba yüz binlerce hadisi, senedleriyle birlikte ezbere bilen müctehidler mi ehli zikirdir? Yoksa ezberinde yüz hadis bile olmayan, hatta hadise bile ihtiyaç duymayarak Kur’an’ı cesurca tefsir eden cahiller mi?



    Soruları çoğaltmak mümkündür. Bütün bu sorulara bizim cevabımız; ayette geçen ve bilmediğimiz şeyleri kendilerine sormamız emredilen ehl-i zikir; başta mezhep imamları olarak diğer müctehid âlimler ve allamelerdir. Bizler dinimizle ilgili her konuyu, onların eserlerine müracaat ederek öğrenmekte ve ayetteki emre imtisal ederek, ehl-i zikre sormaktayız.

    ON iKiNCi AYET

    وَأَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

    “Sana zikri (Kur’an’ı) indirdik ki, onlara indirileni insanlara beyan edesin. Umulur ki onlar da düşünürler.” (Nahl, 16/44)

    Bu ayet-i celilenin açık ifadesiyle; Kur’an’ı izah etmek ve ayetlerinin manasını beyan etmek vazifesi bizzat Peygamber Efendimize (asm) verilmiştir. Zira ayette; “… Kur’an’ı sana indirdik. Ta ki insanlara onu açıklayasın.” buyrulmuş, “onlar diledikleri gibi anlasınlar” buyrulmamıştır. Demek ayetleri, dilediğimiz gibi değil, Peygamber Efendimiz (asm)’in beyan ettiği gibi anlamak ve öylece amel etmek zorundayız. Zannımızı ve vehmimizi ayetlerin izahına karıştırarak, kendimize göre bir tefsir yapmak ve Kur’an’ın ayetlerini hevamıza tabi kılmak, ayetin açık beyanıyla yasaktır. Bu, bir tercih değil, bir mecburiyettir.

    Peygamber Efendimiz (asm) Kur’an’ı kendi zannı ile tefsir etmeye çalışanları şöyle tehdit etmiş ve onlar hakkında şöyle buyurmuştur:

    “Kim Kur’an’ı kendi görüşüyle tefsir ederse, cehennemdeki yerini hazırlasın.”

    imam Gazali Hazretleri bu hadisi izah ederken şöyle der:

    “Bu hadis ile tehdit edilenler; Kur’an’ı sırf Arapçaya dayanarak, hadislere ve ayetlerin nüzul sebebine bakmaksızın açıklayanlardır. Çünkü ayetlerin nüzul sebepleri ve Peygamberimiz (asm)’in hadisleri bilinmezse bazı ayetleri anlamak mümkün değildir.”

    işte bu sırdan dolayı, sahabeler içinde belagat ilminin ve Arap lisanının çok derin âlimleri ve dâhileri olduğu halde, onlar, ayetlerin manalarını Efendimiz (asm)’den öğrenirler, kendi ilimlerine güvenerek haddi aşmazlardı.

    Yine bu sırdan dolayıdır ki, Haşr suresi 7. ayette;

    “… Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan sakının.”

    buyrularak, tamamen Peygamberimize (asm) tabi olmamız emredilmiş ve işin içine hevamızı ve zannımızı sokmamız menedilmiştir.

    O halde bir mezhebe bağlanmak, netice itibariyle mezkûr ayet ve hadislere itaat etmek demektir. Çünkü mezhebe bağlanmak; bir mesele hakkındaki Kur’an’ın hükmünü ve Peygamberimiz (asm)’in beyanını, mezheb imamına sorarak öğrenmek demektir. Mesela, imam Azam Hazretlerinin eserini okuyan bir kişi, meselenin izahını Kur’an’dan ve sünnetten çıkarmaya muktedir olmadığı için, bu meseleyi, bu işe muktedir olan bir zattan sormakta, o zat da Kur’an ve sünnet ışığında meselenin çözümünü sunmaktadır. Hâlbuki bir mezhebe bağlanmayanlar, hadislerin tamamına vakıf olmadıkları için Kur’an ayetlerini kendi zanlarına göre izah etmekte ve Efendimizi (asm) aradan çıkarmaktadırlar. Bu, mezhepsizliğin zaruri bir neticesidir ve ayetin beyanıyla reddedilmiştir.

    Şimdi bu bölümden çıkan neticeleri maddeler halinde özetleyelim:

    · Kur’an’ı izah etmek vazifesi Peygamberimiz Efendimize (asm) verilmiştir.

    · Bizler Kur’an’ı, şahsi görüşümüze göre değil, Peygamberimiz (asm)’in izah ettiği gibi anlamak zorundayız. Bu, ayetin açık ifadesidir.

    · Kur’an’ı kendi görüşümüzle tefsir etmek yasaklanmış ve neticesinin cehennem olduğu bildirilmiştir.

    · Peygamberimiz (asm) bize ne verdiyse onu almalı ve neyi de nehyetmişse ondan sakınmalıyız. Bu, ayetin açık bir emridir.

    Netice: Madem Kur’an’ı beyan yetkisi Efendimize (asm) verilmiştir ve O da beyan etmiştir. O halde bizler, Kur’an’ın manalarını, o beyan ve izahları bizzat Efendimiz (asm)’den dinleyen sahabelerden ve sahabelerden dinleyen tâbiînden öğrenmek zorundayız. Kendi kısır anlayışımızı hakem yaparak ayetlere mana vermek, ayet ve hadislerin beyanıyla yasaktır. Bunu yapan büyük bir tehdide muhataptır.

    Bu makamda şöyle bir soru da akla gelebilir: Peki mezhep imamları kendi görüş ve reyleriyle izah yapmamışlar mıdır?

    Cevap: Onlar bir mesele hakkında ilk önce Kur’an ayetlerine ve hadislere müracaat etmişler, eğer mesele Kur’an ve hadislerde açıkça beyan edilmemiş ise, ayet ve hadislere kıyas ederek hüküm çıkarmışlardır. Kıyas etmek ise; Kur’an’ın bir emri olduğundan dolayı -kıyasa ait delili daha önce zikretmiştik- neticede mezhep imamları, ictihadlarını ayet ve hadislere dayandırmışlar, görüşlerinin delillerini ve dayandıkları esasları teker teker beyan etmişlerdir. Şimdikilerin yaptığı gibi hevalarından konuşmamışlardır!

    https://sorularlaislamiye...ler-dosyasi-birinci-bolum
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük