Bazı kitaplar vardır, okunduktan sonra iz bırakırlar. okunduktan yıllar sonra bile bazı cümleleri hala akıldadır. Hiç sıkılmadan kendilerini 4-5 defa okutabilirler. işte bu öyle bir kitap.
Aşkın ve boyunda asılı kalan bir çift ayakkabının insanın hayatını nasıl bu kadar değiştirebileceğini gösterir bir de...
Herkesin bir mucizesi vardır, benimkide ''O''... sözüyle başucu kitabım olmayı başarabilmiş yapıt.. Herkesde tuna,ada,aras olma hissi uyandıran, ordaki masumiyeti gerçek hayata taşıyabilme isteği yaratan, sadece bir kitaptan ibaret olduğunu anladığında ''Ne Ada olabildim Ne Tuna'' dedirten kitap...
geç okumuş olmama rağmen okuduğum en güzel türk romanlarından birisi olmuştur. öyle ki nickimi kumral ada diye değiştiresim var sözlük. bir adet 13 eylül doğumlu mavi tuna'm ve bir adet 17 mart doğumlu kumral ada, ben. bi kitap ben ve en değerli varlığımı ancak böyle anlatabilirdi.
bitmesin istediğim. tuna ada' ya hayranken okuyucusu da tuna' ya hayran kalıyor. bir hafta içerisinde en az beş altı defa bu kitabı anlattım insanlara. aslında anlatamadım. bir şeyler geveleyip geveleyip, bir iç çekip " çok güzel işte ya.." diyebildim sadece. hele kuzguncuk' ta geçen o çocukluk... öyle büyülüyor ki insanı.
aşkın birçok çeşidini anlatıp, binibr çeşidinin de varolduğunu söyleyen fakat asla aşk romanı deyip geçilemeyecek olan, bir mabelciim olsa idi diye düşündürten, çok-çok güzel kitap.
bir kadın yazarın, erkeğin cinselliğe bakış açısını bu denli mükemmel yansıtabildiğini hayret ve hayranlıkla karşıladığım buket uzuner romanı.
hiç iç savaş görmediğimden ve okul uzamazsa askere gitmeme en az 4 sene olduğunu hesaba katarsam iç savaş hakkındaki kısımlarına pek yorum yapamıyorum ama kitapta ada ile ilgili benzetmelerden o kadar etkilendim ki hayatımda ilk kez bir roman karakterine aşık oldum. hatta bir süre birlikte olduğum kızlarda ada'yı aradım. sırf bu kitabın gazına deniz ulaştırma işletme mühendisliğine gitmek istedim. okurken tuna'ya çok küfür ettim ama zaman zaman da hak verdim.
anlatımı büyüledi, ada büyüledi. bir çok meriç* çıktı karşıma ama ben hep ada'yı aradım.
herkesinkine benzer bir hikaye, hayatımın romanlarından.
ortaokul yıllarımda yayınlanmış olup, şu sıralarda üniversiteye gelen benin dün 03.00 sularında bitirdiği kitaptır.
içimde ukte kalacaktı okumasam bu kitabı. yıllar sonra elime en nihayetinde alıp okumanın verdiği hazla ve gazla bitirdim. güzel kitap. güzel kurgu.
mabel öyle meriç sinsirellasının sandığı gibi "ma belle" den gelmiyor ayrıca. ada'nın tuna'yı bu sözcükle sahiplenip ona "güzelim" dediğini sanan meriç yanılıyor.
sahiplenmek gibi tek derdi olan meriç.
aras ile ada ise bambaşka bir yüzüdür aşkın.
hırslarıyla, liderlikleriyle birbirlerine tutkunlardı onlar.
aras'ı james dean'e benzetiyorlar bir de kitapta. o denli yakışıklı yani..
güzel bir hikaye ama muhteşem demek abartı olur,kitabı okunur kılan benim için şuydu:
"sanmak ile olmak arasındaki uçurumdan hep nefret ettim! sanmak içinde umutlar, düşler ve heyecanlar vaat eden çok boyutlu bir kavramken, olmak gerçeğin sert, kalın, köşeli ve katı üç boyutunu taşır yalnızca... ne mutludur o, oluşlarının içine sanışlarını da katmayı başaran insanlara..." .
O sırada yanımıza Aras gelmişti. Birden ciddileşen Ada;
"Birini ilk gördüğünde elektrik çarpmış gibi kendini kaybeder, feci etkilenirsen, bunun adı: yıldırım aşkıdır!" dedi.
Sonra dönüp Aras'a baktı. O bakışını unutmam ne mümkün! Keskin bir bıçağı yalamış ve ağzı kan içinde kalmış gibi bir bakıştı... Aras önce çakılıp kaldı, soluk almakta zorlanır gibi görünüyordu...
-Sen hiç kimsenin olamayacağı kadar çok şeyimsin benim. Yüreğimde sana ayrılan yer herkesinkinden büyük. Yalnızca bir arkadaş, bir kan kardeş, bir sırdaş, bir çok yakın dost değil, bir büyük sevgisin sen; Yanında sonsuz şımarabileceğim ve hala kaybetmekten korkmayacağım tek kişi. Yani biraz annem, biraz babam, hatta hiç görmediğim dedem, belki hiç doğmayacak oğlum. Sen benim masumiyetimsin Tuna Benim en yakınımsın! Aslında belki öbür yarımsın? Bütün bunlar ne demek anlıyor musun? Hı?..
-Gözlerimi yumdum. Söylediklerini kana kana içtim, ama hala susuzdum. Çünkü, duymak istediğim sözcük yoktu saydıkları arasında. Gözlerimi açtığımda, ağladığını gördüm.
-ben buradan denize balıklama atlar, yüzer gelirim! dedi aras. sesinde kafa tutan, meydan okuyan bir ton vardı ki, meydan zaten tamamen onundu. "sen yaparsın arascım!" dedi gururla ada.
aras, ada'nın yanağından bir makas aldı. ada cilveyle gülümsedi ve ağbim denize doğru koştu. kör uçuşu balıklama atladı.
TAK! diye bir ses duyduk. o kadar. başka hiçbir şey duymadık. TAK! sert bir cismin başka bir sert cisme sertçe çarpma sesi. hepsi o kadar. bir daha aras olmadı. aras atladı ve bitti.
on sekiz yaşında hiç acı çekmeden gitmişti aras. ada günlerce hastanede kaldı. elimde aras'ın tişörtüyle kalmıştım.
o gece kuzguncuk uyumadı. o gece aras'la birlikte benim de bir parçam gitmiş, tümden yok olmuştu. o gece hepimiz bir şeyler yitirmiştik. geleceğimizden bir parça, umutlarımız ve neşemizden kocaman bir parça. o geceden sonra hiçbir şey bir daha eskisi kadar güzel olmadı. hiçbir şey.
ah aras, ah böyle nereye?
son yıllarda sık sık gördüğüm bir düş var ve sanki benim hikayemi tam özetliyor. düşümde aras’ı camdan yapılmış bir kutu içinde görüyorum. sırt üstü yatmış, uyuyor. öyle yakışıklı ve genç ki... ah onu tanımlayamam. bunu ancak aras’ı tanımış, o güzellikte yanan dikkafalı erkeksi ateşi görmüş olanlar anlayabilirler.
ürkütmemeye çalışarak içinde yattığı camdan kutunun çevresinde dolanıyorum. güzel burnunu, etli dudaklarını, uzun bacaklarını ve uzun parmaklı ellerini süzüyorum. bir kadının erkeksi güzellikten yayılan o inanılmaz çekimle sarsılışının on katı heyecanlanıyorum. hayır yirmi, yok yüz katı! sonra onun da beni beğenip heyecanlanmasını arzu ediyorum. sanki o beni tanıdığı ve bundan sonra tanıyacağı bütün öbür kadınlardan daha fazla beğenmezse dünya duracak. o beni beğenmezse öleceğim. o bana hayran olmazsa ben yok olacağım. kadınlar aşık olduklarına bütün işlevlerini böyle yitirirler ya hani.. aras uyanıyor. aras bana bakıyor. gözlerinde bana baktığında bir tek benden gizleyemediği hayranlık. tanrım, aras bana hayran, o bana hala hayran!
sonra...
taş kesilmiş kalakalıyorum. onu, o ilkgençlik aşkımı camdan bir tabuta on yedi yaşımda hapsetmiş, öylece seyrediyorum. kederden delirerek. ter içinde uyanıyorum yüzlerce kere. sabah ezanı okunuyor, ben ağlıyorum.
hayatıma damgasını vuran kitaptır. aslında kitap demek haksızlıktır bu noktada. kumral ada mavi tuna okunmaz yaşanılır çünkü.
onu okumamış olsaydım daha huzurlu olabilirdim.
lise zamanlarımda okuduğum muhtemelen üstünde yüzeysel düşünüp harcadığım kitap. şimdi düşününce hakkaten harcamışım diyorum tekrar okumam gerektiğini fark ederek. sadece olanlara şaşırdığımı, hiçbir şey hissettirmediği hatırlıyorum birde.