dostoyevski'nin hayatından bir çok şeyin yer aldığı bir roman. gençlik yıllarında ki kumar tutkusunu, bu işin içine düşmüş biri olarak en yalın haliyle anlatmış. roman 25 gün içinde alelacele tamamlanmıştır. kısaca acıları, tutkuları, bağlılıkları, kumarhane masasında oturanların portleri, yaşanmışlıkları ve her şeyiyle güzel bir eser.
insanın içinde olup biten duygusal saplantıları çok iyi anlatan bir romandır. tuğla kadar kitaplardan daha iyidir ve daha düşündürücüdür. polina ve aleksi arasında olup bitenlerin aleksi tarafından yapılan muhasebesini gerçekten okunması gerekir zira bi aşkın bu kadar köküne inildiği pek rastlamadım. okunur hacız.*
insanın tutkularına, hırsına nasıl esir olduğunu, o duygulara nasıl yenildiğini büyük bir ustalıkla anlatmıştır dostoyevski.
--spoiler--
kitabı okurken her seferinde 'tamam artık yeter oynama' dedirtir okuyucuya ama dostoyevski, karakterin ruh halini öyle güzel yansıtmıştır ki anlayış gösterirsiniz yine de o karaktere.
--spoiler--
31 aralık 2010 gecesi'nde, istanbul'un tarlabaşı mahallesi'ndeki al yazmalım kıraathanesi'ne, ince sarı kaşlı, çakır mavi gözlü, uzun boylu, kendisine ait olmadığı her halinden belli siyah kumaş pantolonlu, daha önce başkalarınca giyildiğinin tahmin edilmesi zor olmayan beyaz gömlekli genç bir çocuk girer.
her 31 aralık gecesi olduğu gibi o zamanda kıraathanelerde, kumar oynanmasına göz yumulduğu bir yeni yıl gecesidir. çocuk da bu yüzden oradadır. çocuk iyi oyuncu. hem de çok iyi oyuncu.
çocuk al yazmalım kıraathanesi'ne girdiğinde, ilk iş olarak etrafı inceler. 10 tane yeşil örtülü masayı... her masanın etrafındaki insanlı 4 sandalyeyi... kare şeklindeki kıraathanenin, kenarlarında dizili maç akşamlarında kullanılan 100'den fazla sandalyeyi... ocağı... ocağın kenarındaki, kapısına neredeyse kıraathanenin girişinden görülebilecek büyüklükte "büyük yasak!!!!!" yazılı kağıdın asılı olduğu tuvaleti... yasağı aldırmadan tüttürülen sigara dumanlarını... buruşukluklarıyla, tecavüze uğradıktan sonra kenara atılmışlığı çağrıştıran ve okunmayı istemeleriyle de, genelev salonunda müşteri bekliyen hayat kadınlarını hatırlatan 20'ye yakın günlük gazeteyi... masaların üzerindeki kendisinin ekmek teknesi olan iskambil kağıtlarını... birkaçı her an bozulabilecek olan tembel ışık veren florasanları... her kıraathanede bulunan, ama hiçbir zaman aktif kullanılmayan yazarkasayı... kumar oynayan 40 tane adamı... kumar oynayanları izleyen 20-25 tane adamı... gözleyerek hafızasına kazır çocuk.
çocuk, bir an "ben 67 tane baltanın, arasına girecek ne suç işledim?" diye söylenirken... al yazmalım kıraathanesi'ndeki balta sayısının 68 olduğunu, başını sola çevirdiğinde far'keder: duvardaki posterden ibrahim tatlıses, kendisine sırıtmaktadır.
çocuk uyanık. çocuk, kafasında kırk tilki dolaşan ama o kırk tilkinin kırkınında, kuyruğu birbirine değmeyen cinsten. çocuk, masaların etrafında dolaşır. diğer oyuncuları analiz eder. yüzlerine bakar. yüzlerine bakarak kültürlerini, karakterlerini, memleketlerini, oyunu bilip bilmediklerini, zaaflarını, dikkatlerinin gücünü... hepsini analiz eder, keşfeder.
çocuk, sinek kaydı traş olmadan kumar oynamaz. sebep: masum görünmek, mazlum görünmek, yaşını göstermemek, saf ayağına yatmayı kolaylaştırmak. çocuk, kumar oynarken sürekli saf numarası yapar. başını hafif öne eğer. yavaş yürür. küçük adımlar atar. kısa cümleler kurar. nazik olur. herkese "abi" der. çocuk, kumar oynadıktan sonra, bir daha aynı kişiyle kumar oynayamaz. istese de oynayamaz. bunun için mekanlara girdiğinde, tanıdık olup olmadığını belirlemek, çocuğun tek parça olarak yaşaması için gereklidir.
çocuk masaların etrafında dolaşırken, oyuncuların gözlük takıp takmadıklarına, içtikleri çaylarına, içtikleri çaya şeker atıp atmadıklarına, kıtlama mı yoksa karıştırarak mı içtiklerine, şeker atıyorlarsa kaç şeker attıklarına, sol ellerini mi yoksa, sağ ellerini mi kullandıklarına, pazularına, dolayısıyla da kavga çıkarsa dayak atma ve ya dayak yeme ihtimaline... herşeye... herşeye... herşeye dikkat eder. analiz eder.
ama çocuğun, 10 masanın etrafında dolaşırken ki asıl amacı; en iyi oyuncuyu, en müsait masayı, en saf oyuncuyu belirlemekten çok, en çok paranın döndüğü masayı tespit etmektir.
sonunda biri kalkar 10 masanın birinden, en don gömlek haliyle ve en masaya herşeyini bırakaraktan. çocuk, hemen oturur onun yerine. az önce kalkanın sandalyede bıraktığı sıcaklık, çocuğu rahatsız eder. "ama olsun. konsantre olmak gerek." der çocuk.
çocuğun oturduğu masadaki diğer 3 adam, onu pek sıcak karşılamaz. çünkü; tanımazlar onu. ama bizim çocuk, öyle güzel oynar ki saf numarasını... diğer 3 adamda "bir an evvel alalım şu sübyanın cebindeki üç kuruşu" izlenimini oluşturur. öyle ki adamlardan biri "şimdiden ver bize cebindeki üç kuruşu da zaman kaybetmeyelim." deyip kahkahalarını al yazmalım kıraathanesi'nin atmosferindeki, sigara dumanlarına karıştırdığında... bizim çocuğun: "cebimde 3 kuruştan fazla var abi. bak tamıtamına 34 lira." diye karşılık vermesi, masadaki diğer 3 adamı da kahkahalara boğar. derken... bir şekilde oyuna başlarlar.
çocuk, arka arkaya üç el kaybeder. masadaki diğer üç adam "kalk çocuk yol paranı da almadan." der. çocuk, oyuna devam eder. sonra bir el kazanır çocuk. sonra bir el daha... sonra bir el daha... sonra bir el daha... derken... tam karşısında oturan öğretmen emeklisini, masadan kalkmak zorunda bırakır. sonra solundaki işsiz genci de... başkaları oturur masaya onların yerine. onlar da bir süre sonra kalkmak zorunda kalır.
derken... çocuk, bütün al yazmalım kıraathanesi'nin dikkatini çekmiştir artık. bütün gözler çocuğun üzerindedir. daha bir dikkat ederler artık çocuğa ve çocuğun ellerine. hafiften toplanırlar başına, farklı tepkiler vererek. kimi kıskanır... kimi "bravo evlat!" der... kimi şaşkınlıktan, gözlerini yuvalarından çıkarır... kimi şapka çıkarır... kimi "şans" der... kimi "çocuk işi biliyor." der... der... der... der...
ama sonunda al yazmalım kıraathanesi'ndeki kimse, çocuğun karşısına oturmaya cesaret edemez. kıraathanede çocuğun masasına oturacak kimse kalmayınca... çocuk için al yazmalım kıraathanesi'nden ayrılma vakti gelmiştir. çocuk, kıraathaneye girerken cebinde olan 34 lirayı, çok iyi bir para yapmıştır. keyiflidir artık çocuk. eee... çocuk, keyiflenmeyi fazlasıyla haketti. kolay değildir öyle 68 tane adamı, sıkı bir oyun oynayarak dize getirmek. kolay değildir öyle "adamı masana oturmaya cesaret edemez" duruma getirmek.
çocuk, al yazmalım kıraathanesi'ne ilk girdiğinde önce saf numarası yapıyordu. çocuk, sonra bir masaya oturdu. bilerek üç el kaybetti, saf gibi bakarak. sonra bir el kazandı. sonra bir el daha... sonra bir el daha... sonra bir el daha... derken... herkesi yendi. çocuğun saf bakışları, yerini "siz benim kim olduğumu biliyormusunuz?" bakışlarına bıraktı.
34 lirayla al yazmalım kıraathanesi'ne giren çocuğun cepleri, şimdi para doluydu. şöyle bir kolunu arkaya atıp, sandalyesine yaslanarak 68 tane adamın yüzündeki, çaresiz ve zavallı ifadeyi izlerken... yüzünde sade ama anlamlı bir gülümsemeyle, zaferini kutladı çocuk. kıraathaneye ilk girdiğinde yüzüne bile bakmayan, kendinden en az 20 yaş büyük ocakçı yanına ilişip: "çay alırmısın abi? başka bir isteğin var mı?" diye sorduğunda... çocuk:
_gitmek gerek. zaman yok, diye cevap verdi.
çocuk al yazmalım kıraathanesi'nden ayrılmak için ayağa kalkarken, suratında "şimdi benim ki olduğumu öğrendiniz mi?" bakışı vardı. çocuk, al yazmalım kıraathanesi'nin kapısından çıkıp, beş metre arkasına bakmadan yürüdü. sonra arkasına dönüp, kıraathaneden kendisini izleyen gözlere, zafer kazanmış komutan edasıyla baktı. ardından yeniyıla eğlenerek girmek için, beyoğlu'na çıkan bayırlara doğru ilerlerken, tarlabaşı'nın karanlık sokaklarında kayboldu.
al yazmalım kıraathanesi'ndeki, 68 tane adam hala şoku yaşıyordu. hala o 68 adamın bakışları çocuğun çıktığı kapıda, oturduğu masada ve sandalyedeydi. kimi çocuğun oynadığı kağıtları inceledi. ama o 68 adamın içinde, çocuğun zaferini kıskanan kıskanmayan... "şans" diyen, "çocuk işi biliyor" diyen... şaşkınlıktan gözlerini yuvalarından çıkaran, şapka çıkaran... herkes ama herkes çocuğun hakkını teslim etmişti. çocuğun büyüklüğünü kabul etmişti.
derken... çocuğun oturduğu masada oturan miskin bir adam, sakarlıktan çayını masanın üzerine döktü. çocuğun zaferi, adamların üzerinde öyle bir eziklik duygusu oluşturmuştu ki... o eziklik duygusunun etkisindeki 68 adam, çayı masaya döken miskine bir söz söylemedi... çatmadı... dalga geçmedi... aynı eziklik duygusuyla ocakçı, hemen ıslanan masa örtüsünü değiştirmeye yöneldi. örtüyü değiştirmek için, çocuğun oturduğu sandalyeyi şöyle bir geri çekti ocakçı... yerdeki fazladan kağıtları gördü. ocakçı, o anki hiddetiyle hemen ıslanan masa örtüsünü çekti. örtünün altından da fazladan kağıtlar çıktığında, al yazmalım kıraathanesi'ndeki 68 adamdan birkaç kişi aynı anda, aynı küfürü etti: "ha siktir!"
masanın altından bir de 5 santimlik kare şeklinde bir kağıt çıktı. kağıttaki notta çocuktan al yazmalım kıraathanesi'ndeki 68 adama, bir mesaj vardı:
"dünya döndükçe ben bu oyunu kazanırım beyler! hepinize mutlu yıllar!" diyordu çocuk.
31 aralık 2010 gecesi'nde, istanbul'un tarlabaşı mahallesi'ndeki al yazmalım kıraathanesi'ne, ince sarı kaşlı, çakır mavi gözlü, uzun boylu, kendisine ait olmadığı her halinden belli siyah kumaş pantalonlu, daha önce başkalarınca giyildiğinin tahmin edilmesi zor olmayan beyaz gömlekli genç bir çocuk girer.
"... sıradan bir fransız,basit, günlük yaşantısına bağlı, dünyanın en burjuva, yani dünyanın en can sıkıcı yaratığıdır. bence fransızları yalnızca saf kimseler, özellikle de rus kızları çekici bulabilir. olgun herhangi biri daha ilk bakışta o basmakalıp salon nezaketini, o rahat davranışların yapaylığını farkeder ve tiksinti duyar."
"..biz henüz ayılar gibi yaşarken, fransız'ın ulusal tipi,yani parisli, zarif bir kalıba dökülmeye başlamıştı.devrim, soyluluğun varisidir bu işte.günümüzde artık en bayağı fransız bile kendi insiyatifinin, ruhunun ve yüreğinin etkisi olmaksızın, davranışları, konuşma ve hatta düşünme biçimiyle kibar ve zarif havalara girmesini becerir. bütün bu özellikler miras yoluyla geçmiştir.
ne denli sığ, ne denli aşağılık da olsalar, böyledir bu."
"...geçenlerde bir iş için roma'ya gitmek zorunda kalabileceğimden vize için paris2teki papalık elçiliği'ne gittim.beni elli yaşlarında kara kuru bir adam karşıladı. söylediklerimi ilgisizce dinledikten sonra beklememi rica etti.aslında acelem vardı ama çaresiz beklemeye başladım.cebimden "l'opinion nationale" gazetesini çıkarıp rusyaya küfürler savuran bir makaleyi okumaya başladım. (bu arada birkaç kişi gelip gider, esasoğlan yine gidip beklediğini hatırlatır.) kararlı bir sesle monsignore'ün benim sorunumla da ilgilenmesi gerektiğini söyledim. başrahip büyük bir hayretle birkeç adım geriledi. silik bir rusun nasıl olup da kendini monsignore'ün misafirleriyle bir tutabildiğini anlayamıyordu!
(...) ya bizim ruslar öyle mi? elleri kolları bağlı otururlar, böyle durumlarda gıkları bile çıkmaz. dahası nerddeyse rus olduklarını bile gizleyecek durumlara düşürülürler."
"kendisi de kısa bir süre kumarın tutsağı olan dostoyevski, belki hiçbir romanına kendi yaşamından bu kadar çok şey katmamıştır. hiçbir şey yazmasaydı bile kumarbaz onu dostoyevski yapmaya yeterdi.
kaybetmekten ayrı kazanmaktan ayrı zevk alan adamdır.
kumarbaz, otele ayağını atar atmaz, kıyafetlerini değiştirir, çok pahalı parfümünü havaya sıkıp altına girer. soğuk bir su şişesinin kapağını usulca açar, sessizlik derin bir sessizlik öyleki en alt katta mutfakta yere düşen kaşık sesi duyulur. bu enerji harcanmıyormuş görünen anda serotonin ağızdan taşmaya başlar. küçük bir yudum su sonrasında kapıya doğru yürünür.
kahvehanede birbirinin on lirasını yirmi lirasını almaya benzemez, oradaki şeytanlık, kunduzilik, köylü kurnazlığıdır. öyleki, oynan oyunlarla karşısından aldığı on lira ile değişen hiç bir şey yoktur. yani küçük hırsızlıktır.
kumarhanenin kapısından girlirken, kayıtlı değilsen bir vesikalık foton çekilip anında pek hızlı üzerinde ismin kazınmış bir kart verilir eline, illa kayıt şart değildir gezer dolaşırsın büyük oynan masalarda cana yakın tavırla belki bir kaç bardak jackbul da içersin. (las vegas da herşey daha farklıdır. olay kıbrıs da geçmektedir.)
pahalı parfümlü adam, öyle pahalı parfüm kullanıyor diye, içerdeki özel odalarda oynayacak kadar da zengin değildir. orası azmanların yeridir. çıldırılır, suratlar değişir, makyajlarıyla daha bir şeytan olmuş kadınlar, ağzı kulağına kaymış adamlar, kurpiyerin uzun kırılmış tırnakları, tod browning'in london after midnight filmindesindir. dışarıdan bakıldığında her şeyin normal içeri girdiğinde her şeyin değiştiği yerdir o odalar.
adam bir masaya yaklaşır, güneşte simsiyah olmuş bir kadın bir rulet masasını kapatmış tek başına oynamaktadır. ayak fetişi olan adam, kadının ayaklarına bakar, olağan üstüdür, kadınla göz göze gelirler kadının yüzü -get lan şurdan- tarzındadır, kadın bardağı yer gibi ağzına sokar, adam tiksinir.
başka bir masaya doğru yol almaya başlar, dolar ve euro masaları olmak üzere ikiye ayrılı rulet masaları, masalarda limit, 50 dir. fazlası kabul edilmez bassan bile bas git derler. iki üç kişinin olduğu dolar masasını görür, doların olduğu sağ cebini avışlar (az önceki kadının etkisi geçmemiştir) ama aradığı daha kalabalık bir masadır.
kalabalık bir bir euro masası dikkatini çeker masaya yaklaşır, masa da müthiş bir enerji film efekti eşliğinde huuuu hoooof tarzında yüzüne çarpar. adam sol cebinden çıkardığı 100 euro yu kart ile birlikte masaya fırlatır.
-renk ver
-beyfendiye 100 boz
- (yüksek sesle) last bets
adam 100 euro yu bozdurduğu halde oyuna girmez solundaki ekrandan son çıkan rakamlara bakar, masa şefi öpücük atar (kıbrıs da garsonlara ismiyle yada garson diye hitap edilmez, dudaklar büzülerek öpücükle çağrılır) şef ekrana bakan adamımızı işaret eder.
-bir arzunuz var mı?
-buzlu chivas regal, davidoff puro
-derhal
kumarhanenin her yanından içeriye oksijen püskürtülür(oyun oynayanlar daima canlı kalsınlar diye), sadece oksijenle kalmaz halıları, ışıkları, çalışanların kıyafetleri, oyun makinelerinin sesleri bile özel tasarlanmıştır. işte böyle bir ortamda, 1 e 35 veren rulet oyununda kurpiyerin new bets dediğini duyar adam, eller, pullar, rakamlar, topun dönerken çıkardığı ses, garson tepsilerine bırakılan bahşişler, masaya ve topun döndüğü yere dikilmiş gözler, -last bets- yan masadaki kahkaha, güzel ayak çirkin yüz, -no more bets- masanın kenarında hazır olda bekleyen garsonlar, omur iliğinde gidip gelen ılık his, 13 rakamı, hepsinden farklı yeşil 0 rakamı, kasaya çekilen pullar.
saat 04.30 kumarhane 05.00 da kapanır, adam buz gibi olmuş (bir kumarbaz deyimi) kollu makinalrdan birinde oturmuş, kucağında jeton kovası, cepteki 10 bin eorudan 1000 kalmıştır geriye, (yarın hiç bellli olmaz) en ufak bir üzüntü belirtisi yoktur. makinadan gelen ses, mekan sesi her şeyden arınmış, iki sibiryalı bir iri göğüslü latin kadınlarla yapılan grup seksin sağlayacağı orgazm yaşanmıştır. kovadaki son jeton atılıp, kol çekilir, adettendir makinaya bakılmadan gidilir.
--spoiler--
insanın bazen en çılgın, en olanaksız bir düşünceye kapılıverdiği, ona bel bağladığı olur. öte yandan bu düşünce, kuvvetli, içi yakan bir arzuya sahip olduğunuz zamana rastlamışsa bunu kaderin size hazırladığı, önüne geçilmez bir alın yazısı gibi görürsünüz. belki de bu bir önsezi ile iradenin olağanüstü çabasının birleşmesi, kendi hayalinizle zehirlenmeniz ya da başka bir şeydir. böyle olup olmadığını bilmiyorum, ama o gece başıma gelen mucizeye benzeyen, pek tuhaf macerayı ömrüm oldukça unutmayacağım.
--spoiler--
dostoyevski' nin yayıncı ile aralarındaki anlaşma gereği 1 aydan kısa bir sürede yazdığı roman. dostoyevski' nin romanı yazması için(yani eylem olarak yazmak, dostoyevski' nin ağzından çıkanları kağıda geçirmek için) bir adam tuttuğu ve alacağı paranın bir kısmını ona verdiği söylenir.
bazı kencini bilmez insanlar dostoyevski için utanmadan, sıkılmadan ''dostoyevski para karşılığı yazıyormuş, ben sevmiyorum dostoyevski' yi'' demelerine cevap olarak bu romanı gösterebilir ve 'lan mal adam para için 1 aydan kısa bir sürede bu harika romanı yapıyor, bir de bu adamın zevk için yazdığını düşün neler yazardı'' cevabını verebilirsiniz. sıradan bir yazar için harika, dostoyevski standartları için iyi bir kitaptır. bir suç ve ceza değildir tabii ama iyi roman denilen pek çok kitabı da ezer geçer.
dostoyevski nin kendi kumar tutkusunu muhteşem yazarlığıyla harmanlayarak oluşturduğu başyapıt.kitabı bitirdikten sonra insanın içinden en yakın kumarhaneyi bulup kumar oynayası gelir.
şansa inanıp kaderin verdiği ölçüde kalmaktı,kumarbaz olmak.kaybetsende lanet okumamaktı ya da sadece ben böyle bilirim.henüz daha çocukken başlar.tasolarla,bilyelerle şansa inanıp rakibin hamlesinden daha şanslı hamle yapmaya dayanan gelecekte bilinç altına yerleşir,gelecekteki kumarbazlığın temeli.
sonra biraz yaş büyüyünce iddaa başlar.tamemen kendi elinizdeki tutarlı tahminleri vermek,başkasına değil de futbola karşı oynanan bir kumardır bu.
sonra biraz daha iş ciddileşir at yarışı,toto ve bir bakmışsınız poker masasında terliyorsunuz.
aslında dünya daki hayatında oynanan kumara bakınca sadece basit oyundur bunlar kumarbaz için.çünkü attığımız her bir adım kadere karşı oynanan bir kumardır.kaderin karşımıza çıkardığı karta karşı genelde kazanırız,zaten kaybedersek ölmüş oluruz.ya bir trafik kazasında ya da ayşe teyzenin evindeki balkondan düşen saksıyla.yani teoride hepimiz bir kumarbazız,hayata karşı oynayan kumarbazlar.