ipli kukla, tahta kukla, parmak kukla, kaşık kukla gibi çeşitleri olan tek aktörlü, üç boyutlu, taklit ve söze, karşılıklı konuşmaya dayalı geleneksel seyirlik oyundur.
ilk keşfedildiğinde eğlenceli bulunmasına rağmen, bir süre sonra kendini tekrar ettiğini fark ediyorsunuz, farklı başlıklar altında, bir öncekinden farklı olmayan içerikli yazılar yazıyor. fakat yinede benzer özellikteki yazarlar içinde daha iyi olanı.
hani herkesin gırgır şamata takıldığı, hislenip ağladığı, bağırıp çağırdığı kankası yani sevdiği bir dostu vardır ya; beraber içersiniz, beraber gezersiniz, beraber adam dövmeye gidip beraber dayak yersiniz, aynı yumurtanın sarısına beraber bandırır, aynı yatakta beraber yatarsınız ( tamam abarttım ) abarttım ama bu öyle bi dostluk değil işte. bu bambaşka bi dostluk. yalnızlığını alıp götüren, hüznünü keyfe dönüştüren mükemmel bir dostluk.
yalnızken tanıştım onunla, çok dertli bir günümde elimde birayla çayıra oturmuş, bulutlardan anlam çıkartmaya çalışıyordum, bir elimle otları yoluyor, bir elimle isyanıma içiyordum, o gün hayatı ve kendimi sorguluyordum...
yolduğum otlardan çıkan ses ne kadar sinirli olduğumun bir göstergesiydi. sitresimi alıyordu, gevşetiyordu beni. ama yeterli değildi tabi, tüm araziyi kabak gibi yapsam yinede kanayan yaram dinmezdi, öfkem büüyük, derdim yüceydi.
ta ki bir kuyruk görene kadar. ( küçük çalıların arasında, siyah sevimli bir kuyruk, bir sağa bir sola sallanan şirin bi kuyruk )
anlamsız bi şekilde tebessüm ettirdi bana. ' gel kuçu kuçu ' diye çağırdım birden.. tüm tatlılığıyla döndü ve kulaklarını kuyruğunu sallaya sallaya bana doğru koşmaya başladı. o ne şeker o ne tatlı bişeydi öyle. bana oyun yapıyordu. ön ayaklarının üzerine kafasını koyuyor sonra birden zıplayıp etrafında dönüyordu. çimenlerin yapamadığını allahın iti yapmıştı, temizledim elimdeki otları okşadım yavru köpeğin kafasını.
adın ne senin bakim dedim. 'sende mi terkedildin, sende mi yalnızsın. atıldın mı sokağa, kaldın mı tek başına, annen baban yok mu, kafanla okşayacağın kimin kimsen' bir sürü soru sordum ama hiç cevap vermedi, hep ben konuştum o dinledi. galiba o da benim gibi tek tabanca biriydi. kimsesizdi.
ama çok neşeliydi ya, hiçbir şeyde umrunda değildi, siklemiyordu hayatı. kuyruğunu ısırmaya çalışıyor, çılgınlar gibi eğleniyordu. 'işte benim parçam ' diyen apaçi gibi kalktım yerimden aldım bunu elime çevirdim havada. uzun zamandan sonra ilk kez dans ettim biriyle. elimin arasında siyah sevimli bir köpek, gökyüzünde kar gibi bulutlar.. dönüp duruyorduk. ne dert ne keder kalmıştı, içimi huzur kaplamıştı. hemen bir isim düşündüm. beni güldürdüğü için 'soytarı' olsun dedim. ama ı ıhh daha asil daha samimi olmalıydı ' arkadaş ' evet arkadaş geldi aklıma ve arkadaş koydum ismini.
alemci adamız biz öyle yerimizde durmayız ki, hemen akla geleni yaparız. birden arkadaşımı sıkıştırdım koltuğumun altına ve doğruca koştum kasap'a, 3 beş kemik aldıktan sonra döndük yine çayıra. aslında eve götürmek bir ömür boyu arkadaşımla beraber kalmak ondan hiç ayrılmamak istedim, istedim ama malum yalnız adamdım ben. işteyken kim bakardı buna. kim katlanırdı havlamasına.
geldik tekrar çayıra, hava kararana kadar takıldık arkadaşımla, güldük, eğlendik yedik içtik. sıçtık.. evet ' şimdi sıçtık ' . ayrılık vaktiydi çünkü.. becerememki ben ayrılmayı!!
diz çöktüm yolduğum çimenlere, okşadım arkadaşımın kafasını, yinede sallıyordu kuyruğunu, ayrılacağımızı anlamadı. çok tuhaf oldum.. ( la yoksa yanağımdaki ıslaklık gözyaşı mı? lan ben diz çökerek bir köpeğe ağlıyordum. kuyruğunu sallayan bir ite.. 3-5 saatlik bir birlikteliğe) ..
'elveda' dedim yutkunarak. döndüm arkamı, attım adımımı. geride bıraktım onu. kendi hayatıyla başbaşa.. bana yapılan piçliği bende ona yaptım. ama mecburdum, bakamazdım ki, ilgi gösteremezdim ki ona!
lan n'olur gelme peşimden, bırak yakamı, sallama kuyruğunu, siktir git işte it.
hızlandırdım adımlarımı, koşmaya başladım salakça. geriye bakmamak için savaştım kendimle. kıçının üzerine oturmuş, kafasınıda hafifçe sağa doğru çevirmiş öylece anlamsız bir şekilde bakmasına tahammül edemezdim. bu pozu kendime yediremezdim.
tüm gece arkadaşımı düşündüm, beni hayata bağlayan bu sevimli iti. acaba yarın orda olacak mıydı? acaba bana yine oyunlar yapacak mıydı? gülüp eğlenip beni kovalayacak mı?
tüm bu soruların cevabı malesef 'hayır'dı. arkadaşımı kaybettim. o küçük sevimli it artık yok.
bu erken gerisi sefil doğmuş. doğar doğmaz gülmeye başlamış. ulan farklı olucam diye bu şaklabanlık niye kuzum. sonra herkesin yaptığı şeylerin tersini yaparak ''ben farklıyım havalarına girmeyi kendine fistan edinmiş. misyon değil bak orda da farkını ortaya koyuyor adam.
ilkokula 14, ortaokula 8 yaşında gitmiş. ilk teşekkürünü ilkokulda aldığında ben kurdela isterim diyerekten tepki vermiş. sanki kız birader. liseyi dışardan (macaristan) üniversiteyi içerden (marmara üni.) bitirmiş. 4 sene boyunca ''ben içerden okuyorum lan'' diyerekten üniversiteden dışarıya adım atmamış.
askerliğe gittiğinde çavuş sonra onbaşı en son er olaraktan bitirip farkını ortaya koymuş. nöbette uyuyop, nöbet sonrası uyumamasıyla meşhurmuş.
iş hayatına adım attığında para onu satın alamamış o efes ve tuborg'u satın almış. aldığı maaşın %218'ini efes ile tuborg'a yatırdığından tekel'den girişimci ödülü almış ama ailesine yaranamamaış ve babasına ona girişmiş.
bunlar hep faklı olucam ayakları yüzünden olmuş. yapma yapma kukla diyor kameralarımızı antalya sahillerine çeviriyoruz.