Kendimi yalnızlaştırmak adına fırsat kolladığım günlerden birindeydim. Bir boşluk arıyor ve kaçmaya çalışıyor, olmayan planlar yaratıp, herkesleşip yoğunluğumdan gem vuruyordum. Yalnızlığın getirdiği rahatlamaya kavuşup, özlemimizi giderdikten sonra, sıra dâhil olmadığımı savunduğum çembere gelmişti. Biz olamamanın verdiği ruhsuzluğumla onlardan bahsediyordum kendime. Onlar hep duyarsızlardı, onlar hep yalancı, sahtekâr, korkak ve bir sürü şey daha. Sonra yanı başımdan geçen bir grup arkadaşın kahkahalarını işitip uyanmıştım. Evet. onlar ki tüm bunlara rağmen mutluydular. Bu bir kabiliyetti. Yoksun olduğum ve kazanamayacağım bir yöndü. Onlara küfredip, özür diliyordum kendi kendime.
Bana ne! diyerek sert çıkıyordum yine kendime. Ve yürüyordum cevapsızlıkla harmanlandığım ruhsuzluğum ile birlikte.
Sorularla yaşıyor, çelişkilerimde boğuluyor ve sık sık gülüyordum. Dudakların kulak istikametinde yol alması beni bazen zorlasa da alışkanlıklarımdandı. Adı mutsuzluk değildi. dipte olma durumu olarak adlandırılamayacak kadar normaldi. Bakışların boşlukta donup, düşüncelerin sıvılaştığı bir an istem dışı ayağa kalkıp yürümeye başladım. Gözlerimi hafifçe kısmıştım kalkışıma ancak, üzerinde çok durmadım. Yapacak bir işim yoktu ve ayaklarıma saygı duyarak yürüdüm.
Hava güzeldi. Hava sanki ilk kez güzelmiş gibi güzeldi. Hava aslında sadece güzeldi.
Bir banka oturdum ve kayda değer bir şeyler arayarak etrafı izledim. yine bulamadım dediğim anda, yeni yürümeye başlamış ufacık bir çocuğun yem partisi yaptıkları bir sıra kuşları kovaladığını gördüm. Güldüm. Öyle sahte değil. Ciddiyetle güldüm. Yine ayaklarımın kalkışına ayak uydurdum ve hepimiz çocuğun yanına gittik. Ayaklarım, beynim ve kalbim olarak. Biraz daha yakından izledim. tüm saflığıyla kuşlara yem atıyor, gelmelerini bekliyor, kovalıyor ve gülüşlerinde kayboluyordu. Yanında annesi ve babası olduklarını tahmin ettiğim iki kişide tebessümleriyle gözlerini ufaklıktan ayırmıyorlardı.
Yavaşça klasik hüzünlerin büyütüldüğü noktaya, deniz kenarına gittim. Hafiflemek istiyordum. Sınırsız olmadığını bildiğim maviden umut arıyordum. Öfkesizliğin zorluğunu yaşıyordum. Biraz sinirlenip onlardan bahsetmek istiyordum, fakat bu kez olmadı.
Onlarsızdım. Biz olamadan onlarsızca oradaydım. Bendim. tek. yalnız. sadece ben.
Çocuk geldi gözümün önüne, yine güldüm tüm ciddiyetimle. Sınırsızca karmaşıktım. Sonra başka bir çocuk geldi gözümün önüne o değildi. kendi çocukluğumu düşündüm. Her sabah gözlerim açılmadan yem verdiğim muhabbet kuşum uzoyu düşündüm. yine güldüm. bugün çok gülmüştüm. Tüm bu seri git gellerde sallanıyordum. Geriye gidiyor, çocuk olan benle kahkaha atıyor, bugüne geliyor yüzüme bakmıyordum.
Evime doğru biraz seri adımlarla giderken, hayvanların satıldığı bir dükkana gittim. hayvanların satılıyor olmasına içlenmiştim. ama yinede gittim. çünkü zaten tümüyle tutarsızdım. muhabbet kuşu aldım. sanki uzonun akrabasıydı. çok benziyorlardı. kafeste aldım. kafes aldığım içinde içlendim. bencilce, ondan habersizce ,para ödeyip üstüne üstlük kafese soktum. Eve gidip rahat etmesi adına yapılabilecekleri yaptım ve onu kafesiyle birlikte koltuğa oturtup karşısına geçtim. bir isim vermedim yavru değildi neticede kendi ismini belirleyecek yaşta olduğunu düşündüm. sınırlandırılmış dünyasında kendimce onu özgür bırakıyormuş gibi yapıyor ve içimi rahatlatmaya çalışıyordum. fayda sağlamıştı, vicdan muhakemesi yaptım ve rahatladım.
Hızlıca, kendimi bulamadan kaybettiğim gün geldi hatırıma. eve girip çıkan insanların dosdoğru bakınca bacaklarını görecek yaştaydım. Aptal değildim. Sadece düğünlerde gördüğüm insanlar dahi oradaydılar. Vah vah! diyen teyzeler, ağlayanlar ve ağlayamanlar. Herkes oradaydı; annem, babam, kardeşim dışında herkes. Sonraki günlerde yoktular. Elimde uzo, diğer yanımda çantam dayımlara çıktığım yolculuk ve eski evimizde bıraktığım aslım. uzoyla titreyerek; kokusunu özlediğim annem, yanaklarını sıkamadığım babam ve büyüyüşünü izleyemediğim kardeşim için ağlıyordum.
Bugüne baktım ve öfkenin gelişiyle biraz rahatlamıştım. Değişime ihtiyaç duydum, değişen bir şeyler olmalıydı. Fiziksel büyüme ve çıldıracakmış gibi olma hissi dışında değişime yer yoktu bünyemde. Bir ben vardım, bir muhabbet kuşum , bir kabul edememe halini rahatlıkla kabul etmişliğim ve bitirilmesi gereken bir hikaye...eften püften gayeler yaratma çabamın da yersizliğini anlamıştım. Bu esnada gözüm aynaya ilişmişti, yüzüme tükürmek istedim. yolda görsem kendimi tanıyamayacak haldeydim.bir türlü senkronize olmamıştık kendimle,kurallı bir cümle gibi de olamamıştık. Her zerreden ayrı bir ses yükseliyordu. bıraktım hepsini. ne haliniz varsa görün! dercesine def ettim.
ayağa kalktım. kafesi cama götürüp kapısını açtım. Şimdi özgürdü. Kargalara yem olsa da neticede özgürdü.