...gözlerini uykudan kaldırmış,odasının içini mat gölgeler sarmıştır, kurşuni gökyüzü ve birkaç kuşla beraber dışardan içeriye sızan cılız ışıklar ezik yastığının üzerinde yankılanmıştır.ergen yaşlardan başlayan yağmur korkusu mudur, evdeki sessizlik midir, yarım kalan işlerin kafa yorgunluğu mudur; anlamlandırmakta zorluk çeker, o hep dinlediği yağmur şarkısını düşünür, ya da rüzgarın cereyana sürüklediği pencerelerin şakımasını seyreder,bu bir şaşkınlık ifadesinin resmidir belkide.
perdenin altından koyu kapalı havanın ağrılık merkezinde uçuşan kuşlara kilitlenir, sigara paketine bir adım uzaktadır ya canı kurşun gibi ağırlaşmıştır, sokağın kirlenmiş yüzü ve geniş yapraklı incir ağacı gözlerini bulandırır, yolun ortasında evcilik oynayan küçük kızları seyreder,lisenin bahçesinde doyasıya coşup oynadığı zamanların yanından geçişler yapar, çoktandır görüşmediği ahbaplarının sitemleri ve çevreye olan üç beş kuruş borcu kafasını meşgul eder...
bulutlar ip nizamında geçip gitmektedir, başının üstünde beyaz yuvarlak buğday başakları oluştururlar,her şey biraz özlemdir yerde gökte sallanır; sicim sicim yağan yağmurun altında koştuğu coğrafyalar olsun ister,tomurcukları yeni patlayan ıhlamur kokusu getirsin burnuna dallar, ayakları ceylanlar gibi açılsın uzaklara kotarıp gitsin ister, ömürlük yalnızlığını anka kuşunun sırtına yükleyip kaf dağının ardına göndermek ister ....
sonra korkunç savaşların düşürdüğü harab şehirlerin çocuklarını düşünür, herkes eşit palavrasını la fontaine masalları na benzetir kimi zaman Andersen fable ları, afrikalı çocukların tane tane topladığı mısır parçalarıyla devşirdiği açlığına isyan eder, diri diri öldürülen ayı balıkları nın sahipsiz katliamına yüreğinden yeter çığlıkları kopararır, hiroshima ya atılan bombaların vurduğu mutsuz insanların yazgısına kahreder, haksız işgalle alabora edilen ölü coğrafyaların miğferi olmak ister...
*efendim koyu kapalı havanın getirdiklerini ve bir insanın imge dünyasının derinliklerini okudunuz,teşekkür ederiz...*
nirvana.ruhumda nuhun gemisi yüzdürürüm, karinalarına vuran dalga sesleri öylesine huzur verir ki okyanusların içinden geçip madagaskar kıyılarına ulaşırım, sessiz bir ifade şeklinde yüzümden katreler düşer, yelkenliler beklememem, içim rahattır.bu zaman diliminde, havaya kurşun sıksam su düşer üstüme. sırılsıklam ıslanmaktan korkmam. hani 1 gün açmadığın şemsiyeni ödünç alırım, belki zatüreden yırtarım. rüzgar tüylerimi diken diken eder ama üşümekten değil. mevsim solucanların kaldırımlara saçılıp tiksindirdiği yağmur mevsimi. pencereye vuran damlaların buğusuna adını yazmakla başlar, karga sesleriyle sürer gider taaa ki yaza kadar.bir sözlük bir de bu koyu kapalı hava kafa yapar bende. bazıları sadece bir sigara ya da msn ile nirvanaya ulaşır, kafa olurlar.allahtan yağmurun altında dolmak zorunda olan bir çay bardağı değilim. keşke sabaha karşı kutup ikliminde donsam. özledim vallahi bir kardan adam olsa da yesek, şimdi nasıl canım çekti.
''kırmızı ışık yandı, yayalar geçsin bekleyelim.'' diyen arkadaşım hiç olmadı. hepsi trafik canavarıydı. ileri derecede haz düşkünleriydiler, hala öyleler.selam veririm ''nerden geliyorsun'' derler ne alakaysa. sen gel bu adamın çağrışım dünyası olduğuna inan,yok böyle bir şey! kahvelerden nefret ederim. pişpirik oynarsam anca gazozuna o da gırgırına. gözüne sürme çeken adamlar gördüm, kulağına küpe takıp çıkarmak için kanatanlar da var, allah size akıl fikir versin.
iskandinavyanın papatya sarısı kızları ve knut hamsun un norveç balıkçıları durduk yere mi intihar ediyor sandın. onları bu havalar mahfetti. koyu kapalı havanın üvey evlatları bellediler kendilerini. taze çikolatalar ve ingmar bergman kimseyi nirvanaya ulaştıramadı. ve kibrit çıkan ormanlar yandı...
yani herkes kendi kendinin psikologu anladın mı canım.
düşlemek ebedi bir kaçışı.istanbul'dan uzak bir yerde, deniz kenarında, sevdiğin şarkıları dinleyerek yalnız başına dışarıya bakmak, belki döner diye, boş gözlerle dalp gitmek şarkılarda. düşlemek ebedi bir hasreti, istanbul'dan uzakta yine istanbul'a dönülen bir yolculukta belki affeder diye, mağrur gözlerle dalıp gitmek masmavi bir gökyüzünde bile en karanlık çizikleri hissederek...
şimdi takvim yapraklarını hışır hışır hışırdatan sonbahar rüzgarı girdi kapıdan habersiz ,yağmur geliyor seslerini çok uzaklara atan çocuklar gibi şimşek çakarak,geride bırakılan yorgun kırgın sıcak mevsimlerin kirliliği yollardan süpürülür ya öyle sağanak sağanak düşer kaldırımlardan özlemlerimiz,çatılarda fink atan kedilerin saçaklara sığınışı gözlerimizde büyüyen ve iç savaşlarımızın son bulduğu duygusal sendromlar...
Yağmuru seviyorum diyorsun,
yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun...
Güneşi seviyorum diyorsun,
güneş açınca gölgeye kaçıyorsun...
Rüzgarı seviyorum diyorsun,
rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun...
işte,bunun için korkuyorum;
Beni de sevdiğini söylüyorsun...
william shakespeare dan soneler eşliğinde çay sigara ve fonda inceden romantizim pompalayan şarkılar eşliğinde tadına doyulmaz bir ortam yaratan sendromdur.sıkı sıkıya tutunmamak lazımdır yutuverir sendromla gelen o kurşuni hava.
''sen ne anlarsın romantizimden sendromdan!! bak neler yazıyoruz neler söylüyoruz sen ananın kucağında naza çek kendini...''
flu bir ruh halidir. içe kapanırsın, hayattan zevk almadığın dibe vurduğun anlardır. hele bir de yağıyorsa o her damla içine içine düşen gözyaşıdır. beni bu havalar hasta etti diyerek düşünür düşünür ve sadece düşünürsün. neyi düşündüğünü bile bilemeyecek kadar kocaman boşluk halinde.
insanın ruh haline göre farklı manalara bürenebilecek bir havadır aslında bu gümüş gri, hele bir de bu manzarayla istanbulda başbaşaysanız camdan bakar bakar başka alemlere gideriz.
an gelir o karanlık hava bizi mutlu eder aradığımız ortam buymuşmuştur aslında için için coşar mutlu oluruz.
ama anda gelir bütün dertler yetmezmişte birde sen eksiktin der kanımızda dolaşan pesimistik kan coşarda coşar bu sefer fonda çalan anlam ifade eden kahrolası şarkılar gümüş gri basık karanlık hava elde sigara uzaklara bakıp düşünürken buluverir insan kendini kararırda kararır hava yanında yüreyimiz ya dayanamaz atarız kendimizi ordan.