--spoiler--
"sonunda dayanamadım, hiç olmazsa bahçeye çıkmalıyım dedim. bahçe de evin bütünlüğü içinde sayılırdı (sayılır mıydı?). biraz şüpheci olmuştum. descartes da herhalde çok yalnız almıştı.(bu herifin evde kitabı olmadığı için, bu düşüncemin gerçeklik derecesini araştıramadım. herif? descartes? söyledim ya, terbiyem bozulmuştu.)
--spoiler--
herif? descartes? müthiş bi öykü. bi ara felsefe ve edebiyat tarihini anlatmaya girişiyor ki, süper.
bir oğuz atay kitabıdır. bu kitabı okumaya kimin yazdığını bilmeseniz bile ilk hikayesinden oğuz atay olduğunu anlarsınız. insanın ruh yapısını inceleyen birbirinden güzel ve karamsar hikayeler barındırır.
''...bir çok şeyi biliyordum. şimdi bildiklerimi unutmamak için savaş veriyordum.
Balzac ile Stendhal, büyük romancılarıydı Fransanın. kırk iki milyon insanın yaşadığı bu ülkenin romantik yazarlarıydı. Roman da ikiye ayrılır; romantik, realist. Balzac realistti diyenlere inanmamak gerekir; asıl realist Zola'ydı. Hava gazından zehirlenerek öldü. Balzac da on bin kahveden zehirlendi: borçluydu. o da benim gibi serbest kesimde başarı kazanamamıştı. Kafka da kamu kesiminde başarısız kalmıştı. Balzac'ın her taşındığı evde iki kapı vardı ; alacaklılardan kaçmak için. (Bunu çok iyi anlıyorum).
Eski Yunan da iyiydi. Aristo filan vardı.(Başka kim vardı?) Evet. Platonda vardı. Onun bir de devlet nazariyesi vardı. Bir de devlet adlı bir kitabı vardı.
Felsefe bir çok kısıma ayrılsa da aslında bunlar spiritüalizm ve materyalizm olmak üzere iki çeşittir. Birincisinde madde yoktur. ikincisinde vardır. En büyük filozof Kant'tır ve hiç evlenmemiştir. Daha büyük ve başka büyük filozoflar da vardır: Hegel, Spinoza ve Descartes. Bu sonuncusu herşeyden şüphe ederdi. iki Bacon vardır; Francis Bacon, Fransız degil ingilizdir. Bacon olmasaydı (Hangi Bacon?) bilimlerin gelişmesi geri kalırdı.
Kendimden de söz etmeliyim. Ben daha çok spiritüalistleri sever gibiyimdir; fakat bazı romantik görünüşlü insanlara kızıp materyalizmi ve onun bir kolu olan diyalektik materyalizmi savunduğum olmuştur. Tez, antitez, sentez.. Ha-ha! Marx aynı zamanda bir filozoftur. (Bu konu şimdilik yeter.)...''
neden beni bu kadar iyi anlatıyor diye kafamı kemiren; akşam yatmadan önce ve sabah hemen kalktıktan sonra da dahi yüzüme tokat gibi çarpan yalnızlığımın sahibi; aşık olduğum tek adam oğuzun hikayelerden oluşan bir kitabı.
"... ben yoktum; hatta ben yokum, olmadım diyemeyecek bir yerdeydim; kelimeler bile yanyana gelerek beni tanımlamak istemezlerdi. ne olurdu benim de kelimelerim olsaydı; bana ait bir cümle, bir düsünce olsaydı. binlerce yıldır söylenen milyonlarca sözden hiç olmazsa biri, beni içine alsaydı! çok insan için söylendi ama, sana da uygulanabilir denilseydi. (bu sözleri baskalarıyla paylasmaya razıydım. baska çarem yoktu.) kendime gerçekten acıyabilseydim, gerçekten ümitsiz olsaydım. (olumlu durumları aklıma getirmeye cesaretim yoktu.) sonra yavas yavas, adım adım doğrulurdum..."
"...ben, yalnızlığı istemekle suçlanıp yalnızlığa mahkum edildim. bu karara bütün gücümle muhalefet ediyorum. ben yalnızlığa dayanamıyorum, ben insanların arasında olmak istiyorum..."
hem kahkalar attırıp hem efkarlandırabilen hem de...
kitaptaki en başarılı öykü, başarısız bir hayat üzerine.
"buldum: yalnız kalmaktan korktukça yalnızlığı artıyor."
"yarabbim her şeyi birden akıl edemeyecek miyim?"
"Günler geçtikçe sadece kötü hatıralar artıyor."
"yalnız yaşayan insanların kendi içlerinde başlayıp biten eğlenceleri vardır."
"her davranışımın yarısında, başka bir heyecana kaptırıyorum kendimi."
"Acaba iyi bir şey olacak mı? hayır dedim, kendi kendime. iyi şeyler birdenbire olur. bu kadar bekletmez insanı. sürüncemede kalan heyecanlardan ancak kötü şeyler çıkar. ya da hiçbir şey çıkmaz."
"iki işi birden düşünemiyordum. bu yüzden çok kaybım oldu. yoksa araba filan almam işten bile değildi."
"sabah uyanınca sevinçliydim. uyku zamanın dörtte birini dakikaları saymadan geçirmemi sağlıyordu."
"neden hep korktuğum işler başıma geliyordu?"
"hayalimde daha önce çok insan öldürmüş olduğum için bu son ölümler beni fazla sarsmadı."
"evet büyük şehirlerde doğdu, 28 yaşına kadar çeşitli üniversitelerde (yalan) eğitim gördü, çeşitli işlere girdi, aldığı bir mektubu yaktı ve bunu üzerine öldü."
"Biraz şüpheci olmuştum. Descartes de herhalde çok yalnız kalmıştı." *
"mesele bir şeyleri sıcak bir çorbanın kokusunu duyar gibi hissedebilmekti. bense bunu hiç becerememiştim. ne tabiatı, ne insanları, ne de olup bitenleri hiç sevmemmiştim, kendimi bile, yaptıklarımı bile."
"ben bir şeyin taklidiydim fakat aslımı bile doğru dürüst öğrenememiştim. ülkeme ve insanlarına kızmaya başladım, kimsenin doğru dürüst okuduğu yoktu. doğru dürüst hissetmesini bile beceremiyorlardı."
Yeter! yoruldum, bi baktım henüz öykünün yarısına bile gelmemişim * altı çizili olanların hepsini yazmak namümkün. siz alın okuyun ben de icap ettiğinde sözlükten değil, açar kitaptan bakarım.
waiting for fear, waiting for godot...hepimiz waiter'ız bi yerde. nerde?
"söylenen sözleri hemen ciddiye almak gibi önüne geçemediğim bir özelliğim olduğu için ertesi gün size koştum."
"ona*, bu yumuşaklığım yüzünden köpeklikten başka bir şey öğretemedim. bir de yalnızlığı öğrettim ona."
"Ebedi aşk nedir? ikimizin de yapacak hiçbir şeyi olmamaktan başka ortak özelliklerimizin bulunması mıdır? anlıyorum, yıllarca süren zorunlu bir yalnızlıktan sonra nasıl olur da bu kadar titiz davranabilirsin diyeceksiniz..."
kanatimce kitaptaki en/tek zayıf öykü. tuzcuoğullarının sinan deli fişek bir şey, ara da sağlam tiradlar da atmadı değil lakin sürükleme problemi var, ya da ben sürüklenemedim.
"yıllar önce, bazı zamanlar sen olmasaydın birçok şey yapabileceğimi düşünürdüm. şimdi artık suçun kendimde olduğunu görmek zorundayım."
"Acaba senin de bilinçaltın var mıydı babacığım? bana öyle geliyor ki sizin zamanınızda böyle şeyler icat edilmemişti. sanki osmanlıların böyle huyları yoktu gibi geliyor bana. senin fesli ve redingotlu resimlerini gözümün önüne getiriyorum da, bu görüntüyle varoluşçu bir bunalımı yanyana düşünemiyorum doğrusu. aslında bizler de bir özenti içindeyiz, ama ne de olsa bu kurt içimize düştü bir kere babacığım, bazı meseleleri bu yüzden büyütüyoruz."
"Bazı kitaplar yüzünden kafam biraz karışmışsa da bugün bile senin içtenliğini taşıdığımı ümit ediyorum."
Babalar, her zaman en babadır. tırnağımın içinde yazdım, bu da benden olsun.
Bilinçaltının uykudan uyanması. kızıyorum artık Oğuz Atay' a her cümlesinde " ben de tam bunu hissetmişim farkında olmadan " gibi uzak durmak istediğim bir duygu sarıyor her yanımı. öykülerden mıh gibi aklıma kazınanlar var elbette. ancak unutulanda " Sonra, köşemde kaldım günlerce; ne yedim, ne düşündüm. Sigara içtim durmadan. Evi, yaşanmaz bir duruma getirdim sonunda. Bir savaş sonrası kargaşalığı sardı her yanı. Düzen içinde yaşamayı bir bakıma sevdiğim halde, dayanılmaz bir pislik ve pasaklılık içinde çırpındım. Belki de böylece kendimi cezalandırmış oldum. Sokağa fırlamak, " ona" gitmek için, öldürücü bir ümitsizliğe düşmek istedim" geride kalanın hislerinin tasviri. Oğuz Atay farkı geliyor bir sonraki cümlede, vuruyor ve gidiyor. " Kim bilir? Belki de kendim için böyle kötü şeyler düşünmemi istersin diye söylüyorum bunları" Sarsıcı ve insanı bilinciyle değil kendisinin bile farkında olmadığı düşüncelerle vurmayı seviyor Oğuz Atay.
Korkuyu Beklerken öyküsü baştan sona bir savaşı tasvir ediyor. Öykünün en basit gibi görünen ama derinlikten baş döndüren bir bölümü de var. bir telefon görüşmesi, okuyanlar kahramanın yalnızlığın dünyasında yaşadığını bilir. arkadaşı arıyor konuşma sona erecek " kusura bakma, çıkmak zorundayım. Karımla sinemaya gideceğiz de kapıda bekliyor şimdi" iç ses yanıtlıyor " Daha önce telefon edemez miydin? "
Kitabın her cümlesinde başı dönüyor insanın.
öykülerinin birçoğu bilinç akışı yöntemi ağırlıklı olarak yazılmış, muhteşem diye adlandırmanın yetersiz kalacacağı, sadece başkalaşmış değil tutunamayanlaşmış insanlar üzerine tutunamayan bir insan tarafından tutunamayanlara yazılmış bir öykü kitabı. ömrün başından sonuna dek mütemadiyen okunabilir. tekerrür sayılamaz bu, zira her okunuşta başka anlamlar keşfedilir, başka kıtalar bulunur, başka insanlar doğar ve ölür.
yüreğinde asi ve serseri bir filozofun bağdaş kurup oturduğu bazı yazarlar vardır. kitaplarını en iyi anladım diyenler bile asla içindeki derinliği göremezler.çünkü o yazılanlar hayatın değil yaraların kalıntılarıdır. oğuz atay kimseye gidip de yaralarını göstermemiştir. asaleti, ve derisindeki değer payı sayesinde açlığını bile madalya gibi taşımayı bilmiştir. ve bizim öykü diye okuyup geçtiğimiz, ve sonunda off çekerek sigara yaktığımız bu kitaplarında, madalyalarının kopuk şeritleri vardır sadece.
(bkz: selim ışık)
(bkz: turgut özben)
(bkz: tutunamayanlar)
(bkz: kinyas ve kayra)
(bkz: kayra kara)
(bkz: hayatımı diktiler oysa yırtmak için çok uğraşmıştım)
bazı yazılar gerçeğin azgın dişlerini taşırlar..
"ben bir şeyin taklidiydim;fakat,aslımı bile doğru dürüst öğrenememiştim.belki de bana ne olduğunu sonuna kadar okumamıştım.yarabbim ne korkunçtu! belki de birilerinden duymuştum,onlar da başka birilerinden duymuştu,başka birileri de... Ülkeme ve insanlarına kızmaya başladım: kimsenin doğru dürüst okuduğu yoktu.doğru dürüst hissetmesini* bile beceremiyorlardı.bu yüzden insan,duyduğu şeyleri söyleyen insanların kültürüne güvenemiyordu.belki bu zavallılığın, bu yarımyamalaklığın, bu gülünç durumun bir aslı,gerçek bir biçimi vardı."
"Gökyüzüne bakmıştım. Yuvarlak ve parlak ve ışıklı bir dairden başka bir şeye benzemeyen aya bakmıştım ve ne kadar güzel, tıpkı öğretildiği gibi güzel, anlatıldığı gibi güzel demiştim; sonra, başımı aşağı doğru hareket ettirerek, denizde ayın ışıltılı çizgilerini aramıştım. Ne acıklı bir maceraydı bu. Belki de değildi; belki de, bunun acıklı bir macera olduğunu da bir yerlerden öğrenmiştim, bir yerde okumuşum. Hafızam zayıfladığı için, neyi nerede okuduğumu unuttuğum için, bana ait bir takım duygular olduğunu sanıyordum. Acaba, içine düştüğüm durum daha önce nerede acıklı olmuştu? Mısırda mı? Eski Yunanda mı? Kendimi romantik dönemin Fransızları, ingilizleri ya da Almanlarıyla mı karıştırıyordum? Ben bir şeyin taklidiydim; fakat, aslımı bile doğru dürüst öğrenememiştim. Belki de bana ne olduğunu sonuna kadar okumamıştım. Yarabbim ne korkunçtu!"