Korkmayın lan! Hepimiz öleceğiz hem de o kadar kısa bir süre içinde ölmüş olacağız ki ölmeden önceki o son anda bile etrafa şaşıran gözlerle bakacağız. Sormaktan, sorgulamaktan korkmayın, yaşamaktan korkmayın, samimiyetten korkmayın, insanlardan korkmayın zira siz korksanız da korkmasanız da kanınızı emmek isteyenler size sormadan emecekler kanınızı ()artık ne kadar kanınız varsa) bu yüzden bir de korkarak zaman kaybetmeyin. Saman gelip balya gitmeyin, okuyun, gezin (dünyayı olmasa bile gidebildiğiniz noktaya gidin, bahçenizin sınırı nerede bitiyorsa oraya dek varın), merak edin! Merak etmeyen ölmüştür, soru sormayan ölmüştür, düşünmeyen ölmüştür!
Gülmekten çekinmeyin, konuşmaktan çekinmeyin, saçmalamaktan çekinmeyin zaten kim neyi ne kadar iyi biliyor ki? Hiçbir şey bilmiyoruz o yüzden bilmemekten korkmayın, öğrenmeyi isteyin! Sevmekten korkmayın, korkmaktan korkmayın, acı çekmekten korkmayın, aldatılmaktan korkmayın siz de yalancısınız zaten siz de kandırıyorsunuz zaten o yüzden kimseye bahane bulmayın. Hayatın kendisinden korkmayın! Vicdanınıza, empatinize iki elle sarılın ki o size yolunuzu gösterecektir.
Önemli bir canlı olmadığınızı aklınızdan çıkarmayın siz dünyadaki bütün iyilikleri ve güzellikleri hak eden biricik canlılar değilsiniz, siz sadece bu rastlantı ve zorunluluğun ufak bir parçacığısınız ve emin olun yok olduğunuz zaman hiçbir şey değişmeyecek hatta yok olduğunuzda dünya hala yerinde kalmışsa sizin gibi bir paraziti üstünden atabilmenin sevinciyle daha bir güzelleşecek daha bir çiçek açacak ama öyle bir gün gelirse ne mutlu ki siz orada olmayacaksınız!
Tanrı yok bunu aklından çıkarma o sadece bir saplantı, sadece var olanla olmayan arasında kurulmaya çalışan sahte bir köprü, o sadece insanın egosununi, isteklerinin, özlemlerinin, yalancı adaletinin, yalancı barışının bir karşılığı keza dinler de başka şeyler değiller hatta dinler Tanrı'nın aşağılanmasından başka bir şey değiller. Tanrı'dan korkmayın onun varlığı ya da yokluğu mesele değil, mesele senin şu anda yaptığın? Bir şeyler yap, bir şeylerle uğraş bir meşgale bul kendine; ağaç dik, böcek koleksiyonu yap, karikatür çiz, mecmua biriktir kafana göre ne yaparsan yap git buzulların son yüz yıllık değişimini incele istersen git güzel müzikler bul başka müzikler bul onları dinle onları yorumla onları anlat ama ne yaparsan yap bir şeyler yap!!!
Dostlarını, aileni, sevgilini, eşini, çoluğunu çocuğunu çok büyütme gözünde onlar da senin gibi bu rastlantının birer ürünü onlarn adlarını ne altın varaklarla süsle ne de yokmuş gibi davran onları oldukları gibi sev, oldukları gibi gör, oldukları gibi anla! Onlar önemsiz değiller ama onlar o kadar da önemli değiller... Önemli olanın ne düşün? Nedir önemli olan? Para mı? Aşk mı? Araban mı? Hangisi önemli? Önem sıran ne senin?
Bir ayağınla zemine sapasağlam basabil ve diğer ayağın gökyüzünde gezsin ne çıkar? Aklın bir karış değil aslında iki karış havadaysa sorun var demektir, aklından, hayallerinden, duygularından korkma, tanı onlarıi gör ve tanı! Kendin için bu kadar süslü şey yaparken şunu unutma "sen dünyaya gelmiş ve dünyadan geçecek olan yüz milyarlarca sıradan insandan bir tanesidir" unutma her şey olacağına varıyor zamanını kontrol et çok hızlı yaşlanıyorsun.
Ve bir gün musalla taşına yatırıldığında kimsenin umurunda olmayacağın günler kapıya dayandığında yani dünya üzerindeki bir anlık bir aksiseda olup geçtiğin o gün geldiğinde bunların hiçbir anlamı kalmayacak, kurtulacaksın işte o zamana kadarki bu saçma zamanı nasıl geçireceksin? Seçim senin bu hapishanede olabileceğin kadar özgürsün hangi tarafta yer alacaksın?
"Cehalet mutluluktur" sözü o kadar iki yüzlü bir sözdür ki! Cehalet mutluluk değildir mutsuzluğun bir ölçeği yoktur, herkes kendi çemberinde döner herkesin zinciri kendisine kısadır, herkesin üzüntüsü kendisine büyüktür bu ölçülmez! Bu tasavvura kolay yerleşen bir şey değildir! Ve "bilmek" ya da en azından "bilmeyi istemek" nefes almaktır! Farkında olmanın getirdiği mutsuzluğun yanında cehaletin getirdiği mutluluğun yanında devede kulaktır boş ver hesaba gelmez zira bu terazi bu sikleti çkmez.
insan bilmediğinden korkar. sorgulamadığını bilmez. sorgulamaktan da korkar. o zorlu evreyi gerçekleştirip sorgulamanın tadını alabilmek önemli bir şeydir.
sıradan bir insan olmaktan korkuyorum. hayatı oluruna bırakanlardan, aslında günlerin geçmesini beklediğini koşuşturma içinde fark etmeyenlerden. hayatı yaşamayı bilmemekten. şu an değil değil belki, peki ya sonra? elime bi' bira alıp sevdiğim diziyi seyretmek midir hayat? hayatı kaçırıp fark edememekten korkuyorum.
nepal de gün doğumunu görmem gerek. ya da avrupayı sırt çantamla keşfetmem, bisikletime atlayıp türkiye yi kıyıdan şöyle bi dolanmalıyım. uçlarda olmalıyım, bi sabaha karşı karar verip yollara düşmeliyim, plansız, sorgusuz sualsiz. sadece içimden geldiği için yapabilmeliyim.
bir çocuğun gülümsemesinin gözlerimin içini aydınlatmamasından korkuyorum ve
görememekten korkuyorum ben , sevgilimin yüzünü, gözlerini, ellerini, yüzüne bakınca gözlerinin parlamasını görememekten çok korkuyorum.
rengarenk olmuş göğü seyredememekten, sonsuza giden denizleri seyre dalamamaktan ya da en basitinden ıslak kaldırım taşlarını sayamamaktan.
kalabalık bir şehri tenha bir köşeden izleyememekten korkuyorum. okuyamamak yüzyıl önce yazılanları, hissedememek şiirleri, çok korkuyorum.
yanlış bir evlilik yapmaktan korkuyorum. bunu fark ettiğinizde ki acıyı düşünsenize, daha önemlisi o kişinin hayatına gömeceğiniz hayal kırıklıkları. yaşladığınızda sevgiden ziyade sırf saygıdan dolayı eşinizle birlikte olmak ister misiniz? ben istemezdim.
hiç gerçek dostumu bulamayacak olmaktan korkuyorum. her şeyimle bir insan olarak duramamak karşısında. ben kendi kendimeyim biraz. tamamen ben olamıyorum karşıdakine. belki de hiç gerçek dost diyemediğimden. ilk başlarda sorun yoktu benim için ama ya hep böyle olursa hala mutlu olur muyum dersiniz? en kötü anımda yanımda birisinin olup olmayacağını bilmek önemli bu hayatta.
öğrenmeden kendini üstün gören insanlara da acıyorum. öyle biri olmak istemem asla. kör olmak bi nevi.
ben, insanları yüzüstü bırakmaktan korkuyorum; beni başarılı görmek isteyen ailemi, beni seven kişiyi ya da bi başkasını. bilerek ve isteyerek asla yapmam, ama olursa bi şekilde?
vicdanımın susmasından korkuyorum; aç çocuk görmedikçe onları düşünmeyen, denemedikçe elinden bir şeyin gelmediğini söyleyip kendini kandıran ve paranın küçük oyuncakları olmaktan mesela, elinden bir şey gelse bile yapmamayı seçenlerden.
insanların hep benmerkezci yaklaşımlarını, egolarını ya da duygularını körelten hırslarını anlamıyorum. bak güzel bir gün, gök masmavi, duymaya çalış vicdanının sesini. kopma ondan. ve elinden geleni yaptığında. gerçekten bir insan oduğunda. gülümse...
bir caminin, bir muzenin ya da bir sarayin ortasindayken tependeki devasa, fransiz yapimi ihtisamli bir billur avizenin sahip oldugu potansiyel enerjinin sadece birkac metre yukseklikten kafana dogru duserken kazanacagi kinetik enerjinin; carpismanin vuku bulmasiyla olusacak etkiyi vucudun nasil bir tepkiyle karsilayacagini dusunmeye calisirken -boyle tam idrak sirasinda ama- olusan his.
Bir şeylerin ardına sığınmak ne kadar da kolay. Ne de kolay saplanmak bazı şeylere. Evet evet, tam da herkesin yapabileceği kolaylıkta. O zaman kimse insanları aptallıkla suÇlamasın. Kimse herkesin yaptığı şeyleri yapamayacak kadar aptal değildir. Daha fazlasını yapamayacak kadar bulanmıştır sadece zihinleri. Kapkara bir korku, aynen zift kıvamında ve esir alan yüzlerce kıvrımı. Kıvrımlar mevcuttur esasında. Yalnızca tıkanmıştır geÇişleri. Aptallık korkaklıktır, cesaretsizlik değil.
3-4 yaşlarında oluşmaya başlayan ve insanın inanç, sorumluluk, empati gibi hallerinin üzerine inşa olunduğu,aslında o kadar da korkulmaması gereken histir.
bugün kültür parktan heykele yürürken bir kısım insanların boş yüzlerinde gördüğümdür. yer sarsılırsa halı altlarından kayarsa alamayacakları torpillerin korkusuyla titredi bugün. zafer işaretinden korkan insanlar gördüm ben bugün.
Stefan Zweig'in aynı adlı romanı. Behçet Necatigil'in çevirisiyle Yordam Kitap tarafından yeniden yayımlanan bu 80 sayfalık novellanın fiyatı da 9 lira civarında.
Monoton hayatından sıkılan Irene kocasını tanınmış bir piyanist ile aldatır. Kocasını ve çocuklarını sevmediğinden değil, metresi olduğu adama aşık da değildir.Sadece genç adamdan gördüğü ilgi hoşuna gittiği için de bu ilişkiyi sürdürür. Kaşınan götü bir gün sevgilisinin evinden çıkarken piyanistin gerçek sevgilisine yakalanınca rahatlar. Kadın Irene'i kocası, çocukları ve parası olmasına rağmen böyle bir şeye kalktığı için namussuz olarak niteler. Kadın bu ağlaşmaları içinde sürekli fakirliğinden dem vurunca ona acıyan Irene de çıkarıp çantasından bir miktar parayı ona verir. Böylece belayı başına sarar. Kadın sürekli şantaja başlar ve ilişkisini kocasına söylemekle tehdit ederek sürekli para alır. Romanın adı da buradan gelir aslında. Irene'nin kocasına yakalanma korkusu... Bu süreç içinde sevgilisini zaten gözü görmeyen Irene'ye de kocası giderek daha cazip görünmeye başlar. Korkusu kocasını hiç de olmadığı kadar otorite durumuna getirmiş ve bu yüzden kocası gözünde önem kazanmıştır.
in
Yüzyıl başında seçkin ailesiyle birlikte Viyana'da yaşayan Stefan Zweig şehrin ünlü doktoru olan Sigmund Freud'un da yakın arkadaşıydı. Yazdıklarını ona gösterirdi ve Freud'un düşüncelerinden de fazlasıyla etkilenmişti.
Irene gelişmiş zevkleri ve zekası olan bir kadın olmamakla birlikte korkusu çok katmanlıdır. Kocasının gerçeği öğrenme korkusunun yanında önemsenmeme, değer verilmeme, yitirilmeyi istememek korkuları da vardır. Gerçeğin ortaya çıkmasından ölümcül bir korku duymakla birlikte kocasının gerçeği öğrenmesiyle birlikte büyük bir rahatlamaya da kavuşacağını bilmektedir. Eser boyunca korkusu yüzünden davranışları şekilde şekile giren Irene ise iç dünyasında büyük bir değişim geçirmez.Yine de Irene ne Anna Karenina ne de Madam Bovary gibi büyük bir trajedinin kahramanı olacak kapasitede değildir. Pek çok kereler filme çekilen öykü, Roberto Rosselini'nin 1954 yılı yapımı "La Paura" adlı filmine da kaynaklık etmiştir. Roberto Rosselini bu filmde Irene karakteri olarak o zamanki eşi Ingrid Bergman'ı oynatmıştır.
Herşeye rağmen daha çok biyografileri ile tanınan Stefan Zweig'in romanlarının biyografilerinin yanında zayıf olduğu eleştirmenler tarafından dile getirilmiştir.