murat mentes'in kitabıdır. bakmayın kitabıdır dedigime sözcüklerin kırbaclandıgı bir kitaptır o. bazı cümlelerini 89 kere okuyacagınız bir kitap. korkma ben varım.
şayet kıza yakınlaşmak isteniyorsa ona korkma demek mantıksız. kız korkmaz ise sana ihtiyacı olmaz. ve sana sarılmaz. bu nedenle bence "kork kork ben varım" denilmesi lazım. "ağla ağla açılırsın" örneği bunu destekler nitelikte.
içinde müntekim gıcırbey, hayati tehlike, nuh tufan, korkut üneli, abidin dandini, atom bombacıyan, yunus yumak (dabıl yu), ezel zelzele, kader güler-inşallah, cengiz cingöz gibi karakterleri olan eğlenceli, bir o kadar da romantik kitap. içindeki ilginç benzetmeler, kelime oyunları, espriler nedeniyle insanı etkileyip büyük laflar etme çabası içine sokması da cabası. ayrıca çok beğensem de sonunda Şebnem Şibumi'nin, Muntekim Gıcırbey yerine Hayati Tehlike'yi tercih etmesi ve Müntekim Gıcırbey'in akıbeti nedeniyle burukluk yaşatmıştır.
bir akşam, okul çıkışı bayrak töreninde yanımda duran asya maya kulağıma fısıldadı: "beni beğeniyor musun?"
"öyle harikasın ki asya maya, bence bugüne kadar yapılan bütün güzellik yarışmaları geçersiz sayılmalı" dedim.
elimi tuttu.
içim vatan, millet, insan sevgisiyle doldu. istiklal marşını kıvançla haykırarak söyledim: "Korkma! sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!..."
--
"Siz Kader Güler, ismail inşallah'ı hiçbir haskı altında kalmadan, eş olarak kabul ediyor musunuz?"
"Evet!"
Alkışlar.
"Şahit misiniz?"
"Evet." isterseniz kolumdaki dövmeyi gösterebilirim?
imzalar atıldı. Kader Güler-inşallah, artık Gerçek'e dadılık yapamayacaktı. Düğünde birkaç kere gelinin adının bestelenmiş hali olan Erkin Koray'ın Fesuphanallah şarkısı çalındı: "Bize de bir gün Kader Güler, Güler-inşallah."
--
bazen bakkala gidip ekmek filan alıyordum. Mahalledeki bacaksızlar etrafımda dönerek "Mister Spock! / Sivri kulak! / işi gücü! / Işınlanmak!" diye coşuyorlardı. Çoluk çocuğun maskarası olmuştum. Bende onlara dizideki gibi "iyi ama bu mantıklı değil" diyordum. Kahkahalar patlıyordu.
Validem sürekli namaz kılıyor, tespih çekiyor, dua ediyordu. Babam da namaza başlamıştı. ' Evdeki inanç dünyası ' atmosferi bana iyi geldi. Ramazan ayunda, siyah beyaz televizyonda yayınlanan duayı ezberledim. " Allah'ım! senin rızan için oruç tuttum. Sana inandım, sana sığındım. Senin rızkınla orucumu açtım. Hamdolsun verdiğin nimetlere, sağlık ve afiyete. Ey bağışlaması bol Rabbim! beni, annemi, babamı, ailemi milletimi, devletimi ve inananları koru. rahmetini, yardımını esirgeme ülkemizden. Bizlere yaşama sevinci ver. Her türlü güçlüğe karşı dayanma gücü ver. Senin her şeye gücün yeter. Amin."
Ramazan'ın sonlarına doğru bir akşam, anneme "Teğmen Uhura, kaldır beni sahura" dedim.
Kırkıma merdiven dayamıştım. Genç değildim belki, fakat ihtiyar da sayılmazdım. Bir yaz günü, camiye gidip imamla görüştüm. Sapsarı, ince, uzun, benden beş-altı yaş küçük bir adamdı. Clint Eastwood'un başındaki kovboy şapkasını çıkarın, yer,ne beyaz, işlemeli, b,r takke takın, işte bizim imam ilyas. Namaz kılmayı öğrenmek istediğimi söyledim. Suratıma dikkatle baktı: "Siz, Mister Spock'sınız, değil mi?"
"Evet imam hazretleri, beni cehennemden uzak, güvenli bir yere ışınlamanızı rica ediyorum."
"inşallah."
--
alışveriş merkezi, kimyasal bomba atılmış gibi ıssızdı. Saldırıdan sağ kurtulan tek adam olan ozan taraz da saçlarını tümüyle kaybetmiş, birakaç günde yarım asır ihtiyarlamış ve burger kin'in tüm gıda stokunu yemişti sanki.
Aslında deyip sustum; Ozan Taraz ve Enver o anda durup bütün dikkatlerini bana yöneltince, kelimelerin ağzımdan dökülmesine izin verdim: "Fazla kilolarınızdan pekala kurtulabilirsiniz. " Gülümsemeye çalışırlen, yüzümün kızadığını hissediyordum.
Ozan Taraz ağır ağır yürümeye devam ederken, babacan bir edayla konuya girdi: "Nasıl mesela? Spor mu yapacağım?"
"Neden olmasın?"
"Şişmanlar yapabiliyorsa, o iş spor değildir... Biz şişmanların işi zordur. Herkes bizim pastodan çıkan dansözü de mideye indirdiğimizi düşünür. Payımıza düşen çikolata miktarını yıllar önce tükettiğmiz iddia edilir. Beni görenlerin aklından neler geçtiğini iyi biliyorum: 'işte' diyorlar, 'bütün sürüyü yutmuş bir çoban!' itiraf edeyim: Ne görsem, ilk olarak 'Acaba yeniyor mu?' diye düşünürüm. Fazla kilolarımın tümünden kurtulmam, normal bir insanın intihar etmesine denk gelir Ben tam kırk yıldır şişkoyum küçük hanım. Artık zayıflayıp tığ gibi olsam bile, aynaya baktığımda tombalak halimi görürüm. Buna kısaca VYL denir: Vücut Yağlarının Laneti..."
murat menteş in en baba romanı olmakla birlikte (bkz: müntekim gıcırbey) gibi insanı kendine özendirip sayfalarca mektup yazdırıp yollatan bir karakteri barından naçizane kitap.
Uzaklar hiç bu kadar yakından saldırmamıştı.
[CESAR VALLEJO,1892-1998]
"Biliyor musunuz, dışarıda gıcır gıcır bir ebemkuşağı var. Böylesini görmemiştim."
"Ne?"
"Ebemkuşağı, yani eleğimsağma, yani kavs-i kuzah, yani alaimisema, yani gökkuşağı'
Afallamıştım, gökkuşağı çıkmasına değil, cerahatsiz, apsesiz, kaşıntısız bir konu açmasına. ilaç almıştı fakat bu defa kaçmamıştı. Beraber kapıya çıktık. Hakikaten gökkuşağı fevkaladeydi. Yağmur, şeker çizgileri halinde yağıyordu. Ben ağzım açık, meleklerin büküp doğuya sapladığı renkli, oval boruya bakarken " Reyhan, sen dünyadaki bütün eczanelerden alınabilecek en şifalı kapsül, en tatlı tablet, en kıvamlı şurupsun" dedi.
"Hı?" Adımı nereden biliyordu?
"Bu akşam beraber Allahüekber Dağları'na çıkalım mı?"
"Bana çıkma mı teklif ediyorsun-uz?" Gıcıklık etme sırası bendeydi. Gözlerimi kısıp burnumu kırıştırdım.
Yüzüne abartılı, donuk bir ifade yerleşti."Evet..."
"Şaka yapıyorsun değil mi?"
"Şakaysa, şu ebemkuşağı ebeme girsin!"
Ona inandım.
tırnaklarının kenarlarını yemesini gayet iyi anlıyorum. onun kadar güzel kim olsa, tırnak, saç, dudak yerdi. parmaklarındaki tadı hiçbir meyvede bulamıyor olmalı.
benzetmelerine ,tamlamalarına hayran kaldığım kitap.
-geciken bir idamın homurdanan seyircilerini andıran kalabalık
-mezarına geri dönmek için can atan fakat yolunu kaybetmiş zombileriz
-kaosun dalkavuklarıyız
-maaşı ancak yoksulluğunu sürdürmeye yeten üçüncü lig bekarları
-altın dişleriyle demir leblebi yiyen sentetik kabadayılar
-ilk kez bir fablda rol alan acemi sırtlanlar gibi kesik kesik gülüyordu
-çelimsiz çocukların elinden oyuncağını kapıp coşan ilkokul çeteleri gibiydiler
-yaş tahtaya küflü peynirle çizilmiş gülücük
son olarak;
-reklamlarla fişteklenen yığınların tek bildiği örümcek sinek arasında pazarlık olamayacağı
kitleleri etkileyen her söz yalan.
Ve Tehlike.. Son sürat adrenalin, gözyaşı, kan, aşk ve sarsıcı bir son..
"Son sözlerimi söylememin vakti geçmek üzere. Şebnemin otel sabunu gibi küçük kulağına, sessizce "Seni seviyorum" derken, pırlanta yüzüğü parmağına takıyorum. Şebnem aşk coşkusu ve ölüm korkusuyla şoklanmış halde fısıldıyor: "Sevgilim bu adamlar bizi öldürecek!".. Son sözlerime şerh düşüyorum: Korkma ben varım!"
--spoiler--
bakışların, cennetin eşiğinde sorulan bilmeceler gibiydi şebnem.
artık hayatimin normale dönmesi imkansız,
şebnem, sen saklanınca ağaçların içi boşaldı, kuşlar iskelete döndü, deniz pıhtılaştı, gökyüzü felç oldu, bulutlar kireç bağladı, asfaltlar eriyor, minareler yamuldu; istanbul, haşlanmış lahana gibi kendini saldı.
şebnem seni manyaklar gibi özledim, iç içe geçmiş kafeslerin ortasında gibiyim.
şebnem, adın dilimin ortasına yuva yapmış guguk kuşu gibi, ne zaman ağzımı açsam, uçuveriyor. hasretin gecenin mimarisi oldu, temelli, sütunları, kubbesi. seni sevmek, göğüs kafesimde bir gökdelen jeneratörü taşımakla aynı şey şebnem.
--spoiler-- *
genel itibari ile güzel bir kitap olmakla birlikte içinde -bana göre, bazı hataları barındırmaktadır. bazı teşbihler var ki, kitap misler gibi akarken, bu cümleyi buraya neden koydun be adamım dedirtebiliyor. öte yandan, karakterler.. ince düşünülmüş yazım şeklinin içinde gereksiz bir takım karakterler bulunmaktadır yalnız şu var, tüm o karakterlerin kitabın bitişinde bir yerlerde toplanması ve adı geçmesi film havasında.. hani unutulmamış, genelde romancılar bir kısmı dağıtır, öylece bırakır ve sona kitlenir, bu olmamış. sonunu hiç beğenmediğim o ayrı. yazım ve kelimelerin büyüsüne, kullanılış inceliğine katılıyorum, gayet şık.