şehir demek için oturup 40 kere düşünmeniz gereken, sanayileşmiş köy tanımına daha uygun şehir. türkiyenin en çok vergi veren şehridir, amma velakin bi boka yaramaz, kocaeli üniversitesi ögrencileri bile kurtarmaz bu şehri. ayrıca pişmaniyesi apachisi çarşi çocugu ve pakitosu meşhurdur.
bir damlacık çarşısı üzerindeki 'eski demir yolu'nda yürürken onlarca tanıdıkla karşılaşılabilen, herkesin bir şekilde birbiriyle bağlantılı olduğu şehir. cumhuriyet parkı'na, güvercinlere yem atılan meydan haricinde özellikle çocuklara hitap eden hiçbir şey barındırmamasına rağmen ısrarla ''çocuk parkı'' diyen komik halkı, kirli havası, gelişmemişliği gibi tüm negatif özelliklerine rağmen çok özlenebilen şehirmiş aynı zamanda.
en uzun süre kaldığım ve arkamda bıraktıklarımı aynı bıraktığım gibi bulduğum için teşekkür ettiğim, boynu bükük bir mütevazılığa sahip istanbul sömürgesi.
izmit halk evi taraflarında çok nezih pub'lar var. mesela bir tanesinde yaşlı başlı amcalar hayattan dem vuruyor. bir tanesi at yarışı kuponuna para toplamak için "süper tüyolar var" ayaklarına para koparmaya çalışıyor.
osmangazi'nin yakın arkadaşlarından ve komutanlarından olan akçakoca tarafından feth edildiği için ismine akçakoca'ya nispetle kocaili sonra kocaeli denmiştir.
türkiye nin en borçlu büyükşehir belediyesine sahip olan ilimizdir. buna rağmen üst geçitlere yürüyen merdiven koymak yada en pahalı aydınlatma lambalarını almak gibi eylemlerle ''ayranı yok içmeye atla gider sıçmaya'' atasözünü akıllara getirirler. bunu gören naif kocaeli halkı ''vay be adamlar çalışıyor'' derler. halbuki bu giden paralar borç hanesine yazılır ve ileride fazlası ile o halka ödettirilir. ne kadar üzücü ki belediyenin sloganı ise ''çalışınca oluyor'' dur. hatta çalılardan ''çalışınca oluyor'' bile yazmışlıkları vardır.
son yıllarda şehir büyüklüğünün içindeki insan sayısıyla ters orantılı gittiği il. zaten küçük, sanayi kenti diye göç aldıkça alıyor. seneler önce trafik diye birşey bilmezdim ben. onu da gördük malesef. bir de sanki herşeyimiz tammış gibi tek eksiğimiz olan 3 tane boğaz köprüsü vari köprülerimiz oldu sağolsunlar. trafiğin de iyice içine edildi. durak tanımımız kayboldu. niye bu kadar sinirliyim? çünkü hergün aynı yolları gidip gelen, trafiğe maruz kalan benim gibi onlarca insan var. hayır biz alışık değiliz böyle şeylere ve istemiyoruz. burası istanbul değil.
son zamanların en gözde mekanı seka park, kağıt fabrikasının yıkılmasıyla üstüne kurulmuştur. bütün o lastik fabrikaları bırakılmış, gidilmiş kağıt fabrikası yıkılmış, en azından bir katkı sağlıyor diye severek benimsediğimiz fabrika da yok olmuştur. madem yıktın kalıntılarını da kaldır be adamlar. tarihi anı diye mi saklıyorsun fabrikanın kalıntılarını?
dünyanın en iğrenç şehri bile olsan; her gelenin, adını duyanın nefret ettiği bir şehir dahi olsan aşığınım ben senin.
savunamam kimseye. savunacak hiçbir yanın yok çünkü memleketim.
nefes alınmayacak kadar pis havan, kısıtla imkanların vs. bunlarla savunamam ya seni?
ama o kadar alışmışım ki bu imkansızlıklar içinde yaşamaya yadırgamadım hiç. neden adam gibi bi tiyatro yok demedim, tiyatro yoksa kartinge gitsinler deyip kendimce çözümler buldum tüm sorunlara. dalga geçtim bize sunamadığın her şey için tek tek. isyan etmedim. sevdim seni, sende yaşamayı çok sevdim.
sınırlarından çıktığım anda içime çöken ve günlerce geçmeyen hüznün sebebini tekrardan toprağına ayak basınca anladım güzel şehrim. o pis havan bile... memleket havası olunca bir başka oluyormuş insan.
ben hep seni terk edeyim, sen her gittiğim gün yağmurla yolcula beni.
her şeye rağmen seviyorum seni.
ps: çok kişisel, acayip saçma, über gereksiz bir entrydir. bilginize.
Her şeyi ile karmaşık, kozmopolit bir yer Kocaeli. Her türlü insan, Her türlü sanayi, her türlü iklim, her türlü bitki örtüsü, meyve-sebze, dağ, ova, göl, akarsu ve deniz, yarımada, körfez, koy... Türkiye' nin bir özeti sanki.