ilk şehirlerarası otobüse tek başıma bindiğimde anlamıştım ben. Bir anda annemle babamın otobüse binmeyeceği, terminale yalnızca beni otobüse bindirmek için gelmiş oldukları düşüncesi inanılmaz garip gelmişti. Ben gidiyordum ve onlar kalıyordu ilk defa. Oysa hep tam tersi olmuştu. Hep annem ya da babam gitmişti ve ben diğeriyle kalmıştım.
O sabah ilk kez büyüdüğümü anlamıştım. Ondan sonraki her şey çok daha kolay oldu benim için.
Genelde tramvatik bi olay sonrası veya hayatın normal akışında 20li yaşların ilk yarısında gerçekleşir.
Ben bi sabah yatağımdan uyandım, aynı romandaki gibi amk ajsjsj kendimi artık daha farklı hissediyordum ergenlik sonrası geçiş dönemi bitmişti her şey farklıydı yetişkin hissediyordum... fırtınanın tamamen bittiği an.
Büyüklerin sana dertlerini anlatıp içini dökmesi... Normalde küçükler biraz daha sakınılır sorunlardan. Hâlâ böyle hissediyorum benden büyük biri derdini anlatınca.
gençken olaylara tepkileriniz yüksek oluyor. aşk, ayrılık, arkadaş gibi şeylere çok anlam yüklüyorsunuz. zamanla aşkların bittiğini, sevdiklerinizin öldüğünü, arkadaşlıkların herzaman sürmediğini görüyor, şaşırmamaya, tüm bunların hayatın getirisi olduğunu öğreniyorsunuz. hayat kafanıza vura vura öğretiyor. büyümek kolay iş değil. çok sancılı ve uzun bir süreç.
edit: bir de erken büyüyenler var. hayatla erken yüzleşenler. onlar hiç çocuk olamıyorlar. en kötüsü bu galiba.
çevrendeki insanlarla hayatın hakkında daha az şeyler paylaştığın an. sorulan sorulara cevap vermediğin,cevap vermekten çekindiğin hayal kırıklıklarını sakladığın andır.
"nasıl gemide giderken ilerlememiz kıyıdaki nesnelerin geri çekilmesiyle, dolayısıyla da küçülmesiyle kendini belli ediyorsa, ihtiyarlamamız da büyük yaşlardaki insanların bize genç görünmeleriyle kendini belli eder." etmesin schopen, hiçbir şey bize bir daha o güzel an(ı)lara ulaşamayacağımızı belli etmesin anasını satayım.
her şeyin gereğinden fazla ciddiye alınması, gittikçe artan sorumluluklar ve sıfıra yakınsayan mutluluklar büyükmekse en büyük biziz gibi görünüyor dostlarım. sorarlarsa, "ne iş yaptın bu dünyada?" diye, rahatça verebilirim yanıtını; "yalnız kaldım. kalabildim! altı milyarın içine doğdum ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından." bile diyemiyoruz. çünkü yalnız kalabilme lüksü düşünüldüğünden çok daha pahalı ve alkol, olması gerekenden çok daha günahkar bir sıvı.
şüphesiz, bizi dinlerken sorunlarımıza üstünkörü bile olsa bir çözüm sunmak değil, konuşma sırasının kendilerine gelmesini bekleyen her tuzu kuru bilge gibi biz de üst perdeden sıralamak isterdik nasihatlarımızı. ancak büyümeye olan iflah olmaz kinimiz bizi sakinleştiriyor ve maksat kalpler kırılmasın diyerek susuyoruz bir kez daha.
ayakları doğuya basan ve gözleri batıya bakan ülkemiz gibi bizler de araftan kurtulamıyoruz bir türlü. anca iç, düşle ve ayılınca hayalkırıklığına uğra. evet kolay şey değildir mutluluk, kendimizde bulmak çok zor ama başkalarında bulmak imkansız olsa da aciz varlıklarız ve sosyal hayvanlar olarak buna bir çare lazım. her ne kadar dünya insan aklının alabileceğinden çok daha tuhaf ve çocukluğumuz mutluluk pastamızın en güzel dilimi olsa da;
şu testi de benim gibi biriydi;
o da bir güzele vurgun, dertliydi.
kim bilir, belki boynundaki kulp da
bir sevgilinin bembeyaz eliydi...