Kişi ve kişilik kavramları doğrudan ben ve benlik ile ilgili kavramlardır. Kavramın dilbilimini ve edebiyatı ilgilendiren bir boyutu var. Beni burada, bilirkişilik bağlamında oluşan etik sorunlara yakından baktığımız için kişi kavramının daha çok hukuki fakat çok daha fazla ahlaki statüsü ilgilendirmektedir –ki kişinin hukuki statüsü de sorumluluk ve temsil yetkisi içerdiği için birçok bakımdan ahlakidir.
Türk Dil Kurumu’nun Güncel Türkçe Sözlüğü’ne göre kişi, “kadın veya erkeğe verilen genel ad”dır. Bunun yerine sıkça şahıs, zat ve hatta nefer bile denir. Ahlaksal kişi veya kişilik kavramı, sorumlu ve hesap verme yeteneği olan “ben” için kullanılıyor. Tüzel kişi kavramı, doğal kişi olmaksızın fakat doğal kişililik üzerinde yükselen ve şekillenen “hak ve ödevlerin bağımsız taşıyıcısı sayılan kişi”ler için kullanılıyor. Bu, yasalara göre kurulmuş birlikler, dernekler, ortaklıklar, kamusal örgütlerde ve idari kurumlarda görülmektedir.
Latincede ise kişi kavramının karşılığı “persona”dır. Tiyatroda oyuncunun üstlendiği ve oynadığı oyun ve rol gereği yüzüne taktığı maske için kullanılan addır. Kavramın anlamı sonradan değişerek sadece oyuncunun üstlendiği rol için kullanılmıştır. Kavram daha sonra insanın öz niteliği ve öz hatları veya çizgileri anlamına bürünmüştür.
Bilebildiğimiz kadarıyla “persona” kavramına felsefi açıdan ilk anlam kazandırmaya çalışan, Türkçe'de Felsefenin Tesellisi adlı eseri olan Boethius olmuştur. Türkçe “kişi” kavramının kendi etimolojik tarihi vardır hiç kuşkusuz. Fakat kavramın içeriğini tüm zenginliği ile kavrayabilmek için “persona” kavramının felsefi anlam tarihine bakmak yerinde olabilir.
Boethius’a göre persona “akıllı bir varlığın parçalanmaz tözüdür”. Boethius’un bu tanımı Türkçe'de kişilik kavramının anlamına uyarlanabilir. Kişilik insanın ahlaki bütünlüğünün taşıyıcısıdır. Öyle gözüküyor ki Boethius’un bu tanımı tüm Ortaçağ boyunca belirleyici olmuştur. Yeniçağda persona kavramı hem ahlaki hem de psikolojik açıdan daha tam olarak kavramlaştırılıp tanımlanmıştır.
John Locke’a göre kişi “düşünen, anlama yetisi olan ve derinlemesine düşünebilen varlıktır –ki kişi kendisini kendisi olarak ve kendisini farklı zamanlarda ve farklı yerlerde düşünen aynı kendisi olarak kavrayabilen varlıktır”. Kişi bunu sahip olabildiği özbilinci dolayısıyla yapabilmektedir. John Locke’un kişiye dair bu tanımı daha çok psikolojik açıdan yorumlanır.
Immanuel Kant, kişiyi tanımlarken kişinin ahlaki ve psikolojik boyutu arasında bir ayrım yapar. Kant’a göre, insanı diğer tüm varlıklardan farklı ve üstün kılan, insanın bir Bene sahip olabilmesidir. insan burada söz konusu olan bir "Ben'e" sahip olma yetisi dolayısıyla kişi olur. Kişi, tüm değişime karşın Ben'inin bütünlüğünü korur ve ben'inin bütünlüğünü koruyabildiği oranda, yani kendisini bir aynı kişi olarak kavrayabildiği oranda, kişiliği ahlaki bir statü kazanır.