Kitle, bilinç ve siyaset... Bunların kesişiminde bir Türkiye var. Kitle bilinci; en genel anlamıyla sınıflı toplumlar dünyasında geniş kesimleri oluşturan ve alt katmanlar ile orta katmanların buraya bağlanan kesimlerinin bilinci anlamına geliyor. Öz olarak bir "sınıf bilinci" manasına da gelir kitle bilinci. Siyaset ise bu konumlanıştan bağımsız olarak yer alamayacağı gibi, tamamen kitle bilincini baştan sona değiştiremez.
Toplumda üretim ilişkilerinde gelişen sınıflar, toplumu yönlendiren olgu olan siyasete ağırlığını koyması bir zorunluluktur. Bu süreç içerisinde toplumu oluşturan sınıflar arasındaki farklılıklar ve egemen olma yarışması içerisinde birbirine farklı güçler uygulamaya başlarlar. Toplumsal bir sınıf iktidara gelmek için üretim ilişkilerinde söz sahibi olması kadar, kendi sınıf çıkarlarını toplumun ortak çıkarları haline getirmesi gerekir. Bunu yapabilen toplumsal sınıf kendi iktidarını kurar ve her türlü iktidar aygıtına, üretim aracına sahipliliğini ilan edebilir. Yalnızca ekonomik bir savaşım olmayan olan bu toplumsal kural, kültürel ve politik bir kavgadır aynı zamanda. Bu kavganın kritik noktalarındaki nicel sıçramalar toplumsal yaşamı egemen olacak sınıfın kendisine göre değiştirir, dönüştürür. Politik denklemin çözüldüğü noktada kaybeden sınıf tasfiye olur.*
Toplumu dönüştüren ekonomik konumlanışların tek başına etkisi olmadığını yukarıdaki paragrafta belirttiğim nedenlerle yazdım. Fakat konuyu kapitalizme bağlamakta fayda var. Kapitalist toplumsal yaşamda, üretim araçlarını, bankaları, ulaşım araçlarını elinde tutan sermayedarla, malları üreten emekçiler ve bir de her iki sınıftanda da etkilenen orta katmanlar yer alır. Toplumun iktisadi yaşamını etkileyen araçların kontorlünü sağlayan baskın sınıf olan kapitalist sınıf, toplumun geriye kalanını uzlaşma ya da baskı yöntemleriyle yönlendirir. Var olan kapitalist emperyalist sistemin kapital sahipleri üretim araçlarına sahip olduğu gibi kendi kültürel yapılarını toplumun/ulusların genel istekleri haline getirebiliyordu. Meta fetişizmi gibi dikkat çeken konular bu sistemin tüketim fazlası çılgınlığa yol açtığı bir diğer görüş olmakla beraber, sistemin efendilerinin "sürekli üretim için tüketim" felsefeleri toplumun tümüne uzlaşma mantığı ile yayar. .Genel eğilimi uzlaşma olan bu sınıf, uzlaşmayı kendi sınıf bilincini "kitle bilinci" şeklinde yansıtır. Emek mücadelesinin zayıf olduğu, kitle iletişim araçları üzerindeki egemen sınıf hakimiyetinin yüksek olduğu dönemlerde ideolojik ve fiziksel bir kuşatma altında kalır kitleler. Kitle iletişim araçlarının ideolojik bombardımanıyla beraber emek ve sendika örgütlerini etkileyebilir, "uzlaşmacı" görüntüler çizecektir. Emek hareketinin yüksek, kendi kitle iletişim araçlarının yüksek olduğu mevzilerde ise "sert" önlemler alacaktır. işte kısır döngüye girildiği noktada, kitlelerin kendi bilinçlerinin yüksekliği ve toplumsal alana soktukları girdi çıktı bu kısır döngüyü kırıp atar. Nicel birikimleri yani sayısal artışları, nitel sıçramalara çevirir.
Siyasetin girdi çıktıyı etkilediği noktada kilit konumu çok önemlidir. Altını çizmek gerekiryor, bunun öneminin azalması demek herhangi bir toplumsal sınıfın iktidar isteğinden vazgeçmesi anlamına gelir. Siyaset her alanda, ideoloji de, kültürde ve diğer konularda toplumu etkileyen ve dönüştüren bir yapıya sahiptir. Bu durumun değiştirilmesi başka alternatif kaynaklar bulunmadığı sürece söz konusu bile değildir. Hayali konuları konuşmak ise bu yazının amacında değildir. Maddi temelinden kopmayan siyaset anlayışı bütünlüklü bir iktidar arayışının önemli saç ayaklarından biridir. Bu saç ayağının gücünün ise doğru örülmesini ise kitle bilincini sağlayan ideolojinin ilkeleri ve siyasal-ekonomik düzenin konjoktürel yapısının iyi değerlendirilmesine bağlıdır. Yani daha anlaşılır bir ifadeyle, "somut durumun somut tahlili" manasına gelir.
Siyasetten, Türkiye kapitalizminin kendisine gelecek olursak, tıpkı diğer ülkelerdeki gibi kapitalizmin gelişme sürecindeki konumlanışı alan Türkiye egemen sınıfları uluslararası sisteme(emperyalizme diye okuyun siz) bağlanarak güçlenir. Burjuvazinin genel eğilimlerinden biri de, küçük ve dar oranlı bir kar yerine büyük ve genişli alan bir kardır. Bunun siyasal anlamdaki ifadesi ise dünyaya entegrasyon, yani emperyalizmle işbirliğine gitmektir. Bu noktada Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri kimi korkak dönemlerinin aksine son 15 yıldır artan bir güçle emperyalizmle tam işbirliğini sürdürmektedir. Bunun siyasal alandaki yansımalarını ise cemaatleşmiş, piyasacılaşmış, insani değerlerini yitirmeye başlamış çürüyen bir toplum olarak görüyoruz. Çürüyen bir toplum dünyada genel bir eğilim olarak yansımakla beraber Türkiye Cumhuriyetinde bu hızla yayılmaktadır. Kitle bilinci yitirilmekte, toplumsal kurtuluşun yerini bireysel kurtuluş almaktadır. Kariyerizm, bireycileşme ve bencileşme toplumun çürüyen bir yansımaası olarak günümüzde karşımıza çıkıyor.
Türkiye kapitalizminin dünyayla entegrasyonu yani emperyalizmle işbirliği yapması genel bir eğilimin ötesinde öznel anlamlarda taşımaktadır. Türkiye Cumhuriyet'ini kuran milli burjuvazi kendi yararcı, faydacı görüşleriyle 1923 paradigmasını-felsefesini- tasfiye süreci sokmuştur. Cumhuriyet'in tasfiyesi ile birlikte asla olmayan halk egemenliği bir takım merkezlerin çevresine bırakılmış, Cumhuriyet'in kimi kazanımları tasfiye edilmiştir. Cumhuriyet'in pilinin tükenmesi emekçi sınıfların iktidara ağırlığını kuramaması ile birebir ilişkilidir. Bu kimi kazanımları ileri götüremeyen geriye düşer. Toplumsal yaşamın genel kuralıdır bu. Kitle bilincini yitirmiş emekçi sınıfların siyasette olmadığı bir toplumda çürüme de, çeteleşme de, egemenliğin kendi ellerinden gökyüzüne ya da ulusötesi yerlere götürülmesi de doğal bir sonuçtur.
Kitle bilinci, siyaset ve Türkiye kapitalizmi... Birbiriyle iç içe geçmiş 3 dinamik ve birbirini hızla çözücek olan çelişkiler yumağı. ilerleyen günlerde halkın devlet yönetimine hızlıca katılımının sonuçlarını hep birlikte göreceğiz.
* Tasfiye nasıl ki yok olma anlamına geliyorsa aynı zamanda toplum sahnesinden çekilme ve bir devrim, karşı-devrim manasına da gelir
not: yazı aynı zamanda 23 nisan 2008 tarihli politika dergisinde'de yayınlanmıştır.
türkiye de, istisnasız tüm toplum olarak kitlesel kavramları bireysel menfaatler ile değerlendirdiğimiz için hakkında konuşmanın dahi gayet gereksiz olduğu konudur.