Yürüdüm. Yürüdüm... Bir sürü şey düşündüm yürürken. O geceyi, diğer gecelerden farklı hale getirmedi hiçbir fikir. Yürüdüm yine de.
Yürüyüp bir yere varmam ya da olduğum yerde kalmam bir şeyleri değiştirecekmiş gibi yürüdüm. Sanki herhangi bir yol, herhangi bir yere varabilirmiş gibi yürüdüm.
Yürüyüp de varacağım o dağın tepesine değil de yol kenarındaki ağaçlara baktım, çiçekleri kokladım, karıncalarla konuştum. Ellerimi dokunduğum ağaçlara bıraktım. Ayaklarımı yola teslim ettim. Durmaya niyetlendiğim an yıkılıp döküldü dünya.
Bir yere sabitlenip de yazacağımı sandığım mutlu son, yalandı. Hayatın bir mutlu sonu yokmuş, öğrendim. Yolun keyfini çıkarabilirsen ne âlâ...
Biz hiç duramayalım diye yazılmıştı tüm mutlu sonlar, bütün o filmler, kitaplar, masallar. Bu hayatın, eninde sonunda bize bir mutlu son vereceğine inanmamız için kurgulanmıştı her şey. Çok çalış, çok koş, çok iste, çok, çok, daha çok... Ki varabilesin hayatın o harika, pembe panjurlu mutlu sonuna. En harika senaryo seninki olsa bile, bir emekli maaşı ve işe yaramazlık hissiyle bitireceksin ömrünü.
Yürüyüp giderken korktum, bugünkü korkularımı bir gün kaybedeceğim diye. Bir yerde sabitlenip kalmaktan korktum. Bir adama, bir çocuğa, bir işe sabitlenip kalmaktan korktum.
Yürüyüşümü yavaşlatacak hiçbir şeyi istemedim. Bir adam çok âşık olmasın bana mesela, bana çok âşık bir adamı bırakıp da yürüyüp gidemem ben. Bir gün gözümde "Senin yüzünden gidemedim ben" bakışını görecekse eğer, olmasın bir çocuğum. Çok param olmasın, o çok parayı kazanmak için bir yerlerde sıkışıp kalmasın hayatım. Sorumluluktan kaçmak mı diyeceksiniz buna? Kaçıyorum, evet. izninizle sizin çizdiğiniz o çok sorumluluklu hayatı yaşamak istemiyorum. Ben yürüyüp de sizin mutlu sonlarınıza varamıyorum. Bırakın, şu köşede durup çiçekleri seveyim.
Kalbimi parçaladı o sahip olamayacağım sevgili eş, o güzel çocuklar, o büyük pencereli huzurlu ev. Kaçtım, bütün bunları kurup bir gün kendi ellerimle parçalamaktan.
Hiç durmadan yürüdüm.
Eve vardım sonra. Annem uyumayıp beni beklemişti, her gece yaptığı gibi. Ben de her gece olduğu gibi "N'aber kanka?" dedim ona.
“iyiyim, kuzum. Sen nasılsın?"
"iyiyim" dedim.
iyiydim.
-önce kelime vardı - diye başlıyor. kelimeden önce de yalnızlık vardı.ve kelimeden sonrada var olmaya devam etti yalnızlık. kelimenin bittiği yerde başladı; kelime söylenemeden önce başladı. kelimeler yalnızlığı unutturdu ve yalnızlık , kelime ile birlikte yaşadı insanın içinde . kelimeler, yalnızlığı anlattı ve yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. yalnız kelimeler acıyı dindirdi ve kelimeler insanın aklına geldikçe , yalnızlık büyüdü , dayanılmaz oldu.
Sanırım hoş bir insan olarak algılanıyordum; sevilen, vakit geçirmekten hoşlanılan biriydim ve beni tanıyanların çoğu mutlu bir insan olduğumu söylerlerdi.
Stefan zweig- olağanüstü bir gece.
Dünyaya uyum sağlayamadığını hissetmek seni şaşırtmıyordu da dünyanın, içinde yabancı gibi yaşayan birini yaratmış olmasına şaşıyordun. Bitkiler intihar eder mi? Hayvanlar umutsuzluktan ölür mü? Onlar ya işler, ya yok olurlar. Sen belki de evrimin en zayıf halkası, kaza sonucu ortaya çıkmış bir iziydin. Bir daha canlanmamaya yazgılı, geçici bir anomaliydin.
Edouard Leve
Çocuğun adı bir türlü aklıma gelmiyordu Filipina. Ama kim olduğunu hatırlıyorum.Doktor olduğum için olmayan bacaklarının hikayesini hatırlamam gerekirdi belki ama ben gövdesinin üst tarafıyla ilgili olanı biliyordum.Bir amcası vardı bu çocuğun. Denizciydi adam. Sadece bir kez gelmişti Şatilla'ya ve bu çocuğa ispanya'dan bir oyuncak getirmişti. ip atlayan, sarı plastik bir ayı, pilli şeylerden.
Bundan nefret ederim Filipina, haberin olsun. Sakın bana uzaklardan pahalı oyuncaklar göndermeye kalkma! Çünkü uzak zengin ülkelerden gönderilen hediyeler çok acıklıdır. Yoksul evlerin iyiden iyiye kolunu kanadını kırar böyle hediyeler. Evdeki her şeyden, hatta bazen herkesten daha kıymetli göründükleri için evdekilerin şavkını söndürüp kendi başlarına bir ışık yaratırlar. Üstelik çocuk ne zaman oyuncağı eline alsa - acaba sadece bu topraklarda mı öyle bu?- biri mutlaka çocuğa kızar:
"Dikkat et! dikkat et!"
Millet birbirini öldürürken, Allah'ın belası oyuncak her şeyden daha kıymetli gibi görünür.Bu yüzden sevmem kıymetli oyuncakları.Çocukları kıymetsizleştirmekle kalmaz, bütün aileye de -sanki başka dertleri yokmuş gibi- kadersizliklerini hatırlatan bir bildiri okur bu oyuncaklar.Çok mu acıklı oldu? Ama bana sorarsan çocuğu bu ayı öldürdü.
Gözlerin çoğu birden fazla renktedir; ancak genellikle benzer renklerdir bunlar. Mavi gözlerde iki farklı ton olur,mavi ve gri; ya da mavi ve yeşil ya da bir iki tane kahverengi noktası olur.
insanların çoğu bunu fark etmez. Eyalet kimliğimi almaya gittiğim de formda göz rengim soruluyor. gözlerimdeki büyün renkleri yazmaya çalıştım ancak boşluk yeterince büyük değildi. bana sadece "kahverengi " yazmam söylendi. Bende "kahverengi" yazdım ancak gözlerimdeki tek renk bu değil. Bu sadece insanların gördüğü renk çünkü onlar diğerlerinin gözlerine iyice bakmıyorlar.