insanın insanlığına mahsus en temel ruh halleri, bugün anormallik olarak değerlendirilmekte ve bunlar şu veya bu şekilde kazasız belasız atlatılabilmektedir...
bunun için yaftalar hazır; ruh hekimleri etraflarına bakınacak olsa "depresyon-bunalım, çöküntü" denen etiket böyle anlar için hemen imdada yetişir, reçeteler yazılır, tedbirler dikte edilir.
"kendini birşeylerle meşgul et, kendinle başbaşa kalmamaya özen göster!"...
ve zaten dünyanın geldiği bu noktada herkes ve herşey anlaşılmaz bir şekilde el birliği etmiş, insanın kendisiyle başbaşa kalmaması, böylelikle işlerin rayından çıkmaması için azami bir çaba ve gayret sarfetmektedir.
fakat sürü halinde yaşadıkça sürgünlük tecrübe edilmez. sürgünlük tadılmadıkça, gurbet neresi sıla neresi bilinmez.
kakasını odanın ortasına koyuverdikten sonra onu temizleme derdine düşen insanoğluna idrak ettirilmesi gereken iş, her şeyden önce ruh ve kafa kirliliğinin giderilmesidir.
evet, ruh ve kafa kirliliği...
elini hızlıca sağa sola salladı. hoşuna gitmişti
kara tahtaya çizgi çizer gibi karanlığa sigara ateşiyle bir çizgi daha.
işte hayat!
böyle kendini dinlemesi hoşuna gidiyordu ama canını sıkan bir yönü de vardı.
eliyle bir sekiz yaptı; yazılışıyla bozuluşu bir.
işte hayat!
vâridât: onikiler
kabadayıyı severim...
it ve serkeşini değil de, şovalye ruhlu ve haksızlığa karşı korku hududunu usulünce aşanı...
şairanelik tüten her şeyin yanındayım!..
aşk, ışıktır... aşk, vermek, karşılıksız vermek, karşılığında kendini kaybetmek ve bu kaybetmekte tarifsiz olan benini bulmaktır...
aşkı bilmek lazım; bilmek başka, bildiğini sandığını bilmek başka!...
“mütefekkirin mektebi, hekimin eczanesi gibidir.
oraya zevk duymak için değil, kurtaran ıstırabı çekmek için gidilir.
birinin çıkık bir omuzu, ötekinin başında bir yarası mevcuttur; zevk, onları iyi edebilir mi?”
salih mirzabeyoğlu - marifetname
bizim, gençlik kapısında dilenmeye ihtiyacımız yoktur.
onu, sefil pohpohlama edebiyatı ile kazanacak, herhangi bir sahtekârlık gayretinden münezzeh bulunuyoruz.
çünkü biz, gence kur yapmak mevkiinde değiliz; gence, yaşanmaya layık hayatı telkin etmek mevkiindeyiz.
gerekirse onu acıtırız, üzeriz, incitiriz.
öz olmayınca söz yükselmiyor göklere! bir insana insan mı denir?
bütün işi, yemek ve uyumak olursa dünyada yalnız?
ikisini de yüzüstü bırakanlar gibiyim.
sevgisinde de nefretinde de dönek olan adam hiçbir işe yaramaz.
hem iyiyle ve kötüyle arası iyi olan, yâni her tarafa mavi boncuk dağıtan adam, her an dönebilir. korkmalı!
düşünen cevher ruh'tur.
ruh, fikirleri idrak ederek, zekâ onları meydana getirerek irade olur. idrak eden ruh olduğuna göre, ruhu idrak etmek düşünülemez.
bundan şu netice çıkıyor ki, ruh üstüne bizim hiçbir fikrimiz olamaz.
“insan, kendi yaşamını anlamlı kılmak için dünyada bir yer edinmeye çalışır, ama en büyük anlam, kendi içinde bulduğudur.”
– Søren Kierkegaard, Varoluşçuluk
"kadınlar, gerektiğinde, hapishane duvarlarına mavi gökyüzünün resmini çizebilirler.
Çileler yanarsa, daha fazlasını eğirirler. Ekinler tahrip olursa, hemen daha fazlasını ekerler.
Hiçbir şeyin bulunmadığı yerlere kapılar çizer, bu kapıları açar, oradan yeni yollara yeni hayatlara geçerler."
(bkz: kurtlarla koşan kadınlar)
"Bir toplumun üyelerinin kafa yapılarında aldatıcı olan şey; benimsedikleri görüşlerin "herkesçe geçerli sayılan" görüşler olmasıdır. Büyük bir saflıkla insanlar, çoğunluğun belli bazı fikirleri ya da duyguları paylaşmasının o fikir ve duyguların doğruluğunu kanıtladığına inanırlar. Hiçbir şey bundan daha yanlış olamaz. Bir şeyin herkesçe geçerli sayılmasının kendi başına akılla ya da ruh sağlığıyla hiçbir ilişkisi yoktur. Folie á deux (iki kişilik çılgınlık) nasıl rastlanan bir şeyse folie á millions da (kitlesel çılgınlık) görülebilir. Milyonlarca insanın aynı kötülükleri paylaşması o kötülükleri erdeme çevirmez; birçok yanlışı paylaşması o yanlışları doğru yapmaz; milyonlarca insanın aynı akıl hastalıklarını paylaşması da o insanları akılca sağlıklı duruma getirmez."
“bu dünyadaki en bahtsız insanlar başkalarının kendi kaderleri üzerinde söz sahibi olmasına izin verenlerdir. en bahtlı insanlar ise almış olduğu kararlar ile kendi kaderinin efendisi olmuş kişilerdir.”