saf akıl ve sezginin rengine boyanmış bir ruh, kendisini mantığın sıkı bağlarından kurtarip, şeylerin tekilligini sadık ve iffetli(dindar) bir dusunceyle kavrayabilecek mıdır?
Burada doğa, en evrensel dehaya bile asamayacagi bir sınır çizer ve felsefe, temel ve asli ugrasini yanilgilara karşı zırhlar geliştirmeye indirgedigi surece, hakikat şehitler verecektir...
-Gözden ırak olan gönülden de ırak olur mu efendimiz?
-Hayır Olric.Yüreğinde yer açıp oraya oturttuğun her kimse,seninle gider her yere.
Tutunamayanlar_Oğuz Atay.
Gözlerini bana dikti. Bu gözlerde öfke, acı ve kadere karşı gelme okunuyordu. Kalbimden başlayarak bütün vücuduma yayılan ve beni nefessiz bırakan sızıya engel olamadım. Birdenbire aramızdaki herşey yasaklanmıştı. Yatağıma oturması, saçlarıma dokunması, göz göze gelmemiz herşey ama herşey bir tabuydu. Ancak yasak olan herşey bizi cezbediyordu. Kaderimiz bizi eziyor, ruhlarımıza işkence ediyordu.
Hem acı , hem tatlı günler hatırlarken içime yine aynı duygular doluyor , ister tatlı , ister acı olsun , hatıra insana ıstırap verir . Hiç olmazsa bu benim için böyle . Fakat bu ıstırabın da kendine göre bir tadı var . içim sıkıldıkça , keder bastıkça hatıraların ; sıcak bir günde güneşten kavrulmuş bir çiçeğe akşam çiğinin düşmesinin verdiği serinliğe benzeyen ferahlatıcı etkisini arıyorum .
'yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. yalana her şey isyan etmelidir. eşya bile: damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır, hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan...'
"Aynı saatte gelsen, daha iyi olurdu. Örneğin öğleden sonra saat dörtte gelsen, ben üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum"
Ah! Şu çekip gitme isteği yok mu! Uyuyabilmek için! Öncelikle! Ve eğer uyumak için çekip gitme olanağı gerçekten kalmadıysa, yaşama isteği de kendiliğinden kaybolur zaten.
Gecenin sonuna yolculuk
'' resim yapmayı becerebildiğim halde, resmini yaptığım şeyi bir türlü sevemediğim için, resimler biçimsiz olmuş, hep yarım kalmıştı. yetenklerimi, sevgisizlik yüzünden boşa harcamıştım. ben ki sadece gösterişten ibarettim''
"Ne makine şu insan be! içine ekmek, şarap, balık, turp koyuyorsun; iç çekmeleri, gülüşler ve düşler çıkıyor. imalathane! Sanırım beynimizde konuşan bir sinema var"
"ben isterim ki annem esma’nın ölümünü daha duymamış olayım, böyle üşümeyeyim, ben isterim ki çocuk kalbimi anlayan annem olmayınca ben de olmayayım.. annesizliği anlatan bir masal anlatın, kendimi daha iyi anlamak ve tanımak istiyorum..”
duaların ve büyülerin vakti geçti; başımıza ne gelirse gelsin ibadet vakti geçti. dinlerimiz artık hiç işimize yaramıyor, müminlerin de varlık nedeni kalmadı, çünkü dinler bize gerçekliğimizi yitirtiyor, müminlerse dünyayı tekrar düşünmeyecekler.
-Albert Caraco - Kaos'un kutsal kitabı
Savaş her egemen kesim tarafından kendi uyruklarına karşı verilmektedir ve savaşın amacı toprak ele geçirmek ya da toprak yitirmeyi önlemek değil, toplum yapısının hiç değişmeden sürmesini sağlamaktır.
"yeni bir mahalleye taşınmıştık ben 8 ya da 9 yaşlarındayken. ve en az 20 kedi vardı evimizin önünde ilk gittiğimde. sonra bir amcanın yanımdan geçtiğini fark ettim. arkasından da çeşitli renklerdeki kediler. amca onların suyunun yanına ekmek bıraktı ve ters yöne yürümeye başladı. sarı ve kocaman bir kedinin de başını okşayıp oğlum duman, biraz da diğer kedilere yemek bırak tarzında bir şeyler söylediğini hatırlıyorum. o an içimden, sapsarı kedinin ismi duman mı olurmuş diye geçirmiştim. günler geçtikçe mısır'a olan ilgim artıyordu.. 1 ya da 2 hafta sonra mısır'ı ilk kez mısır diye çağırdım yanıma gelmesi için. ve Akın..sanki doğduğundan beri adı mısırmış gibi gelip bana sürtmüştü yumuşacık tüylerini. öyle kuvvetli bir bağ oluştu ki aramızda.. 3 yıl boyunca istisnasız her gün ona bir şeyler anlattım.. arkadaşım oydu. sadece ben ismini seslendiğimde koşar yanıma gelirdi. çok özledim mısır'ı. şu an nerede bilmiyorum ancak sarı sarı torunları vardır eminim."
Değişen bir şey yok.
Günler aynı, insanlar aynı, yalanlar aynı,
dekorlar ve sahneler aynı, kandırılanlar aynı.
Ve yine aynı olacak; sahte kahkahalar, sıra dışı böğürmeler.
(bkz: Charles bukowski)