şarttır. insanlar dobralık ve haysiyet kavramları üzerinde önemle durarak konuşmalı, hareket etmelidir. söylenilen sözün, yapılan hareketin karşıdakini rencide edip etmeyeceği iyice düşünülmelidir.
ne yazık ki insanlar günümüzde kendilerini düşünme konusunu hastalıklı biçimde abarttığı ve başkalarının özel alanlarına, farklılıklarına saygı duymadığı için birini kırmamak çok zor olmaktadır. saygısız ve patavatsız insanların çoğunlukta olması gerginliği tırmandırıcı ve üzücüdür.
iddia edilenin aksine yapılmaması gerekendir. daha doğrusu kalp kırmayacağım diye o kadar özenli davranmanıza gerek yok. sonra üzülebilirsiniz. bir şarkı var, ''ben bu yüzden, incelikler yüzünden, belki daha çok üzüldüm'' diyor. anlatabildim sanırım.
islam dini ve onun peygamberi insanlığa hep hoşgörüyü, alçakgönüllü olmayı, merhameti ve kalp kırmamayı öğütlemiştir. Yalnızca öğütlemekle kalmamış Resulullah bunu tüm insanlığa yaşantısı ve ahlakıyla göstermiştir.
islam dini insan merkezli bir dindir. Yeryüzündeki her şey onun emrine tahsis edilmiş, ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılayabileceği bir mekanizmayla donatılmıştır. Şüphesiz bu insanı her şeyden önce Malikine borçlu kılmaktadır. Varlık alemine çıkışıyla başlayan bu ödev ahiret alemine kadar sürecektir. Ancak bu kadar zarif yaratılan insanında merkezi olan bir noktası vardır ki, bu da kalptir.
Peygamberimiz kalp kırmak Kâbe yıkmak gibidir. Sözüyle bize bu eylemden sakınmamızı emrediyor. Çünkü ALLAH insana yeryüzündeki halifesi şerefini bahşetmiştir, bu kadar önemli bir vazife sahibine yapılan zulüm hiç şüphesiz varlığın gerçek sahibi olan ALLAH ı Zül-Celale yapılmış gibidir. Bu zulmün cezası da basit olmasa gerek. Yukarıdaki hadisi şerifi ilk duyduğumda Fil Suresi aklıma gelmişti. Surenin tefsirini okuduğumuzda ALLAHın evini yıkmaya niyetlenen Ebrehenin nasıl bir ceza ile yüz yüze geldiğini görürüz. ALLAH Kâbesini korumuştur ve hep koruyacaktır. Peygamber efendimiz Kâbe yıkmak gibidir. ifadesiyle bize en güzel bir örnekle kalp kırmanın ağırlığını anlatmaktadır. ALLAHı Zül-Celal süre-i celile de Kâbeyi bırakın yıkmayı, yıkmaya niyetlenen bir insana nasıl bir ceza vermiş, ya yıkana nasıl bir ceza verecek? Kuran da ALLAH düşünmemizi emrediyor. Düşünen bir insan hiç şüphesiz kalp kırmak gibi kötü bir fiilden kaçınacak ve Mevlanın huzuruna bu büyük vebalden uzak şekilde çıkacaktır. Aksi durumda Ebrehelerle yan yana gelmemiz kaçınılmaz olsa gerek Kalp kırmadan yaşanabilir mi? Sorusu hepimizin aklına gelecektir. ALLAH, kulundan yapamayacağı bir şeyi istemeyeceğini kitabında söylüyor. Demek ki, bizler Kâbeyi yıkmadan yaşayabilecek bir düzeneğe sahibiz. Sorun bizlerin bu düzeneği hakkıyla kullanamamamızdan kaynaklanıyor. En ufak dünyevi meselelerde bile bu büyük günahı işleyebiliyoruz, kaldı ki dünyalık hiçbir mesele bizim ahiretimizi yıkacak kadar değerli olmasa gerek.Merhamet sahibi, hoşgörü sahibi bir dinin üyeleri ve bunu yaşayarak insanlığa göstermiş bir Peygamberin ümmeti olarak bizler bu hassasiyeti göstermeli ve ALLAHın Kâbelerini yıkmak bir tarafa Kâbe sahiplerinin hepsini hoşnut edebilmeliyiz. Bu berzah aleminde beşerin emanetindeki kalpleri yıkmaktan kaçınarak bir yaşam sürmeyi kendisine düstur edinmiş bireyler, hiç şüphe yoktur ki varlığın sahibine göstermiş olduğu sadakatten ötürü fazlasıyla mükâfatını görecektir.
Kalpleri Kâbe olarak görmek, emanetleri gerçek sahibi için sevmek ve o sadakatle sahip çıkmak Gerisi için mükâfatı beklemek.