Nankör bir bel fıtığını taşıyorduk kara yazgımızda.
Aslında nankör olan bel kaslarımızdı.
Bir yıldan daha fazla süredir yüzüyorken en büyük amacımız biraz acısız işimizi yapabilme gayretimizdi.
Acıya karşı değildik ama yolun sonuna gelme fikri bizi ateş içinde bırakıyordu.
Yoksa çoktan tanımıştık bu hastalığın belirtilerini ve vücudumuzun dayanma sınırlarını.
Altı ayda bir başımıza bela oluyor ve hastahanelerinde kas gevşetici iğne kuyruğunda ayakta beklemek zorunda kalıyoruz.
Bel fıtığı hastaları için ayakta uzun süre kalmak zordur.
Birde önce doktor kapısında iğne olma izni için beklemelisiniz.
Kağıda atılan öylesine imzanın sonunda iğne olabilirsiniz.
Hastalığınıza ve geçici çözümlerine ermişken prosedürler için işten sonraki hayatınızda ayırdığınız kitap okuma zamanından iki saat kadar feragat etmek zorundasınızdır.
Kimseye değil nankör bel kaslarıma kızıyorum aslında.
Bu kadar insanın acil servise sığmasını mı yoksa bu kadar insanın hep beraber hasta olduğuna mı şaşırırsınız?
Benim için altı ayda bir gittiğim ibret yeri haline gelen yer eve döndüğümde aklımı başıma getirip kafamı karıştırıyordu.
Gözümün önünden gitmiyordu gördüklerim.
Bir gün yaşlanmak ve hastahane köşelerinde sürünerek ölmeden önce basit zannedilen bel fıtığından dolayı oraya giderek gözlemde bulunduğumdan dolayı teşekkür etmem mi gerekiyor?
Beterin beteri var denilerek itiraz etmediklerimiz tabakta kaldıklarından dolayı bizi kovalamaktan vazmı geçecekler?
Damacana dolusu şarabın içerisinde yaşarken hayatı fark etmeyen biz miydik yoksa hayat mı suçluydu?
Tedirginlik hali hakim.
Son beş gündür bel ağrılarıyla uğraşırken en arabesk düşüncelere dalıp acıların çocuğunu oynuyorum.
Mesela dünyanın sonu gelecek ve tepemize düşen meteorlar kafamızı ortasından ikiye bölecek.
Yatalak olmamızı engelleyecek bir şey yok.
Yüzdüğümüz havuzların güzelliğinde zannederek bütün havuzları şifa niyetine dalıyoruz yan yollara.
Bir gece önce sarhoşken düşme marifeti ile kırmışız en güzel çiçeği kökünden.
içerken kendimle konuşurken aramızda kötülük isteyen var mı diye soru sorarken belimizdeki fıtık ve kaslarla konuşmaya çalışıyorum?
Derdiniz ne?
Çarkın çarkları arasına çomak sokmak anlamıyorum.
Şifa aramak uğruna uzaklara giderken yol boyunca yaşadığım duygusal anlar ve arabayı kenara çekip gözyaşlarımı yağmurlu bir günde akıtmak içimden geçen.
Çalışmak zorunda olan bir insanın önüne çıkan çalışamama zorlukları onu idama mahkum etmekten daha kötü.
Eve gelirken aksak yürümek ve kapıyı açan çocuğun çocuk gülümsemesinde ayakta durma zorunluluğu atom bombaları atıyor zihnimize.
Haftada iki defa tek kolon olmak üzere oynadığımız lotolar çıkma umudundan çok saçmalık gibi geliyor.
Çıkarsa gideriz bu diyarlardan.
Sarhoşken değilde sabah olduğunda ya yataktan sağlıklı kalkamaz isek diye tedirginlik hakim.
Gücümüz kesilirse ve yürüyemez duruma gelirsek.
O kadar kas gevşetici iğneler,ilaçlar ve fiziksel hareketler.
Hayat işine yarayanı yarı yolda bırakmaz.
Ona bir can daha verir ve yürümesi için duadan fazlasını yapar.
Köle çalışır ve kendini sevdiklerine adadığını zanneder.
Çalış çalış anca karnın doyar oda sofrada en fazla yarım saat sürer.
Ne kadar doyduğun değil ne kadar sağlıklı beslendiğin ilgilendirir gerçeği.
Karnının acıktığı gece yarılarında yiyecek bir şey bulamayanların yeme ihtiyacını doğada araması için doğa bırakılması gerekirdi.
Hiç bir çıkar işinde gözümüz yok yeter ki sağlığımız yerinde olsun ve kendimizi mutlu zannedelim.
Çalış çalış anca karnın doyar oda sofrada en fazla yarım saat sürer.
Ne kadar doyduğun değil ne kadar sağlıklı beslendiğin ilgilendirir gerçeği.
Karnının acıktığı gece yarılarında yiyecek bir şey bulamayanların yeme ihtiyacını doğada araması için doğa bırakılması gerekirdi.
Hiç bir çıkar işinde gözümüz yok yeter ki sağlığımız yerinde olsun ve kendimizi mutlu zannedelim.
Kendimize yetecek kadar zaman söz konusu değildi yaşadığımız evrende.
Köle gibi çalışıp farkında olduğunuzda hem kendinize hemde boş yere zaman harcadığınızı fark ettiğinizde;
Huzursuz ve sağlıksız oluyorsunuz.Baş ağrılarınız ve karın ağrılarınız tavan yapıyor.
Bu kadar yorgun yaşanır mı yaşam?Bu kadar yorgun olmanız için ne gerek var kafa patlatarak yaşamaya?
Öleceğini bile bile sırtlamak yükleri ve bir gün gücün kesilecek yüklerinin altında kalacaksın.Kamyonun kasasına yük atacak kadar boş yer var henüz.
Kendimizi başka türlü gösteriyorduk ama aslında kafamız farklı çalışıyordu.
Yeteneğimizin psikolojik açıdan tedirgin olduğumuzdan dolayı bize verildiğini biliyorduk.
Rahatsız oluyorduk ve ağaç yaprağının rüzgarların eşliğinde sallanma hızıyla değilde verdiği görüntünün sanatsallığıyla alakadar oluyorduk.
Yemyeşil bir ovada koca bir ağacın gölgesinde tüketmek ömrü ve hesap yapmadan düşünmek.
Ait değilim yaşamınıza ve bocalıyorum her seferinde.
Beni salak zannediyorsunuz ama salaklığım salak olduğum için değil.
Buraya ait değilim.
Bir kaç gerçeğin peşinde koşmaya çalışırken fark ettim ki;
Gerçekler kocaman bir orduymuş.
Cahil halimle o kadar çok şeyi bildiğimi zannedip o kadar çok şeyin farkında değilmişim.
Kendi yağımla kendi dünyamda kavrulurken dışarıdan çağırıyorlardı sanki beni.
Çapımın elverdiği kadar tüketmeye çalışıyordum bana ayrılan ömrü.
Ev ortamında kurduğum sanatsal cümleler evin içerisinde dışarıya çıkmadan kafasına göre takılıyordu.
Tutsak konuşmalarımın hitabet sanatına dair cevherler sunmasına rağmen kimse duymuyordu sesimi.
Feryatlarımızı dizginliyor sıradan hayatın içinde kalabalıklara karışıyorduk.
Kalabalıkların hüküm verdiği hayatta kalabalıklardan olmadığımız o kadar gerçekti ki.
Onlar gidiyor diye gitmiyorduk ama üzerinde yürüdüğümüz fabrika bandı yüzünden ilerliyor gözüküyorduk.
Ne lotodan çıkacak para nede emekli olma hayali.
Hatırladığımız güzel hayaller.
Bilinç altına gizlenen geçmişimiz.
Kafasına göre esen rüzgar saçlarımızı dağıtıyor ama düşüncelerimize bir şey yapamıyordu.
Her şey dağılıyordu ve biz ilkbaharı düşleyerek kendimizi elma ağacının altında muhafaza ediyorduk.
Yağmurlar yağacak ve değişmeyecek dünya.
Sarhoş bir sabaha uyandığımızda uyandığımız için küfürler edecektik dünyaya.
Hakkımız tam ortasından yenilirken havai düşüncelerde gökyüzü mertebesine yükseleceğimizi zannediyorduk.
Mutluluk böylesine bir olasılık mıydı yoksa biz mutlu değil miydik?
Anlamadığımız şey biz ne zaman mutlu olacaktık?
Cebimizdeki paranın karşılığı günlük kazançtı ve biz günlük kazançlarla ihtiyaçlarımızı karşılayamıyorduk.
ihtiyacımızı gören şey en az üç günlük kazançtı.
Üç gün boyunca yemeden biriktirmek mümkün değildi.
Olmayan kazançları kredi diye kullanıp kendini mutlu zannetmek salakça bir davranıştı.
Dar gelirlinin hali ortadaydı ve kendini dışarıya iyi gösterecek imkanı hiç bir zaman olmamıştı.
Aynı kıyafeti yıllardır giyiyordu ama kimseye muhtaç değildi.Sıkıyordu dişlerini yırtılan ayakkabılarını kalan son ayakkabı tamircisinde tamir ettiriyordu.
Tamir yenisinin yarısı kadardı bir şekilde katlanıyordu.
Bir çatısı olması için ömründen ömür verirdi.
Çatısı akıyordu.
Yetmiyordu akan yerlere evdeki plastik kovalar.
Başı ağrıyormuş,dişi ağrıyormuş,ruhu sızlıyormuş hepsi ertelenebilir ama çocuğunun kitap ihtiyacını karşılayamamak yakar insanı.
Günahlarımızdan dolayı atacağınız kaynar kazanlar kesmez bizi.
Kalır üzerimizde kanserli hücre gibi.
Kafamızı düşüncelerimizi yok etmeniz gerekir.
Kendimizi garanti altında hissetmek istiyorduk.
iyi hisseder isek pozitif anlamda şeyler yapabilirdik.
Para kazanmak için çalışmayı yaşamak için parayı hiç sevmiyorduk.
Tabiat anayı çok seviyorduk.
Hayran kalıyorduk ve ona karışmak için sıranın önlerinde bekliyorduk.
Yaşadığımız anı beğenmediğimiz yalan ise geçmişte önümüze çıkan fırsatları değerlendirmediğimiz kocaman bir yalan.
Yine mutlu olmayacaktık.
Sorun varsa bir yerimizde doğa tedavi eder bizi.
Kopmak alıştığımız diyarlardan eksik ediyor bizi hasta oluyoruz.
Biraz deniz kokusu olsa biraz toprağın kokusu ve evdeki sıcak toplanma alanı.
Keşke kaygı duymamıza sebep olan dış etkenler olmasa idi.
Dinlenme anlarını boyuna kullanıp ferahlasaydık biraz.
Hayat yargılayacaksa eğer ne kadar yazdığımızla ve yazdıklarımızın kalitesiyle yargılasaydı.
Ne yazdığımıza kimse karışamaz ama ticari bir dükkanın önündeki kalabalık belirler boğazımızdan geçen yemeğin miktarını.
Nerede bir yalnızlık varsa gelir bulur bizi tıpkı şansızlık gibi.
Boşa oynama şans lotoları çıkmaz sana o çıkacağı yeri çoktan seçip seni es geçmiştir.
Terk ettikleri gibidir ve bir daha karşılarına çıkmazlar.
Düşüncelerinin arasından çıkmadıkları gibi yoklardır aslında buğulu bir geçmiş.
Hatırlayıp buğulu gözlerimizle geçmişe saygı duyup kafamızda gezdirip sadece anı olarak kalan ve kalanlar.
Şansızlık deyip geçme adını ağzına almana gerek yok onun laneti seni bulmakta gecikmez.
Senin kadar şanssız adam tanımadım dediklerinde hafif bir gururla burada olmaktan anlamsız bir mutluluk duymuyor da değilim.
Kendi çıkmaz yollarımızın köşeli kenarlarından geçerken ne başımız dönüyor nede midemiz bulanıyor.
En iyi bildiği şeyi yapmaya giderken şarabın kokusuna karışan kağıdın kokusu ve gitarın ahşap dokusu.
Ne kadar yaşadığın değil yaşadıkların önemli.
En sevdiğin dostların gitmiş,gençlik aşkın gitmiş mahkum olmuşsun kendinin zindanlarına.
Olmaz işte.
Senden ve senin anlattıklarından hiç bir şey olmaz.
Çocukken sordukları büyüyünce ne olacaksın sorusunu çevirip büyüdüğünde ne olmak istersin diye sorduklarında emekli olmak isterdim ile cevaplardım.
Aç tavuk olduğum için kendimi buğday ambarında zannederdim.
iyi para verirseniz eğer köle gibi çalışma düzenime son verip kendimi düşünce faaliyetlerine adayabilirim.
Düşünmeyi ön planda tutabilirsem daha faydalı olabilirim.
Mesela evrenin sırlarını çözecek kadar boyum uzun olmasa da kendi çapımda dalgalanmalar oluşturup zihinlerin açılmasına yardımcı olabilirim.
Sırf kendi dünyamın içerisinde yaşayıp kafayı çekip sonuca giden anlaması zor yazılar yazıp gökyüzüne mesajlar yollayabilirdim.
Zamanında emekli olmak herkesin hakkı.
iyi niyetli su balonlarının içerisinde yaşıyoruz ve toz pembe görüyoruz yaşamı.
Yaşamın sonuna geldiğini fark eden insan vücudunun kullanım zamanının sona ermeye yaklaştığını fark eder.
Biraz huzur hakkını herkes ister.
Artık öyle zannettiğiniz kadar genç değilim.
Dış görünüşüme aldanmayın ikinci yaşamıma geçip aynı çocukluğumda olduğu gibi kayaların tepelerinde zıplayıp yürümek için sabırsızlanıyorum.
ikinci bahar için hazırlıyorum kendimi.
O kadar yorgun o kadar vazgeçmiş ve o kadar umutsuzum.
Masalını anlatırken inanmalarını istemek kolay ama önemli olan masalcının masalına inanması.
Masal anlatan gerçeği biliyorsa eğer nefes almak çok acı.
Başarısızlığa uğramış bir hayatın kendini sarhoşken özgün sanmasında sabaha dek süren lale hayatının günün ilk iş saatlerinde yumruk gibi uyandırılmasında yatakta doğrulup hala yaşıyor oluşuna küfürler ediyordu.
Keşke güneş bizi es geçip başkalarının üzerini aydınlatsaydı.
Karanlık gölgelerde kalıp uyanmasaydık sevgili yatağımızın içinden.
Perdeleri kapalı ışıksız dinlenme saatlerimiz dışarıda ki yaşamdan daha güzel.
Öyle bir kere değil her gece öldürüyoruz kendimizi.
Kanımıza sızan alkolün etkisinde yaşama alanı bulmaktan dolayı sıkılıyoruz aynı gecelerden.
Değişen bir şeyin olmadığı tek düze yaşamın sıkıcı kollarında yaşamaktan bıkıyoruz.
Eskiye dair iyi hikayeler anlatmak isterdik ama eski ve yeni arasında bir fark yok.
Yeni bir hayalimiz olsa ve buna inansak güçlü ihtimalle hayal kırıklılığına uğrarız.
Başarısızlığa uğramış bir hayatın kendini sarhoşken özgün sanmasında sabaha dek süren lale hayatının günün ilk iş saatlerinde yumruk gibi uyandırılmasında yatakta doğrulup hala yaşıyor oluşuna küfürler ediyordu.
Keşke güneş bizi es geçip başkalarının üzerini aydınlatsaydı.
Karanlık gölgelerde kalıp uyanmasaydık sevgili yatağımızın içinden.
Perdeleri kapalı ışıksız dinlenme saatlerimiz dışarıda ki yaşamdan daha güzel.
Kendi çıkarını düşünen birinin beni yermesinde kullandığı politik dili fark ediyor olmama rağmen gün boyunca düşüncelerime sarmal olan kendimi kötü hissetmelerim.
Bizi üzenlerin tenezzül ettikleri cüretkarlık kadar aldırmayıp gidişlerimiz var.
Giderken kameraya nasıl görüntü veriyoruz acaba?Kimse bizi umursayıp bakmıyor mu?
Gözünün içine bakarken bakmayı utandığını zannettiklerimiz ardımızdan hiç bakmaz mı?
Güzel bir kız ihtişamıyla yanımızdan geçip giderken kafamız ona takılmaz mı?
Yağmur yağar hava ayaza çeker ve özlersek güneşin yakıcı etkilerini her şey doğasına uygun hareket etmez mi?
Güzelin güzel olduğunu kabul ederken kendimizin güzelliği bu kadar yabana atılır mı?
Kafamızın güzelliği yetmez bizdeki anlamları geçerli kılmaya.
Yansıdığımız anlamını bilmiyorsa eğer kendini bir şey zannetmesi boş değilde nedir?
Sırf biri dedi diye erken kalkıp gecenin bana sunduğu bu kadar edebi güzellikten vazgeçeceğim öyle mi?
Herkes konuşur ben hep susarım.
Cepte paranın olması gerekiyor.
Bana göre değil hayata göre.
Zamanını kaçırdın mı öyle affı yok bulman imkansız aradığın şeyi.
Arama motoruna yazman hatta bulduğunu zannetmen bir işe yaramıyor.
Satılığa çıkmış olan her şeyin satın alınabilmesi de çok zor zaten.
Yada benim yaşımda ki biri için.
Çok yaşlı değilim ama gençliğimin unsurlarını savunuyor olmak sanırım beni eksik kılmaz.
Bir filme bir albüme bir kitaba sahip olman için evvela bedelini ödemen gerekiyor.
Bu durum senin sahip olduğun anlamını çıkarmaz ama kopyasını edinebilirsin.
Eserler sanatçılara aittir tıpkı senin parasızlığın kıymetini bildiğin gibi.
Yokluk ve acımasız davranan hava şartlarının bizi hiç bir zaman içeriye almayacakları sıcak kapalı alanlar.
Sokakta kalan kibritçi kızın anısına ayaza karşı koşanların kudretinde kendimizi ısıtmaya çalışıyoruz.
Nefes almak için paraya ihtiyaç var.Sağlık için bile.
Bizi hiç bir şeyin mutlu etmemesi şüpheci yaklaşmamızdan çok inancımızı yitirmemizden.
Çaldıkları gitarın peşinden koştuklarımız çok uzun zaman önce saçlarını kestirmiş.
Eskide kaldı diyebilirsiniz ama ben saçımı kestirmemek için sırtımda su taşıyıp küpe takmaya devam ediyorum.
Sert müzik dinlemek için kendinizi zorlamaya gerek yok.
Bu müziği seviyorsanız dinlersiniz.
Kulağınıza çalınan gitarın melodisinde yüzünüzde ki gülümseme kesinlikle kimsede yok.
Herkes kendi savaşını verir ve inandığı gibi yaşar.
Tedbirsiz davranmanın cezasını üç gün boyunca şarapsız kalmakla çekiyordum.
Üç gün hak mahrumiyeti vermişlerdi ve görebileceğim bütün karabasanları görmüştüm ayık uykularımda.
Kış sadece bizi etkilemiyor meyve suyunun fermantasyonunu geciktiriyordu.
işkence haline gelen hayal kırıklığıydı alkole dönmeyenin şekerli tadı.
Bunca yıldan sonra içmeden yattığım gecelerde sabahlara kadar kabuslar görüp yarım saatte bir uyanıyordum.
Son gördüğüm kabus çok acayipti.
Motorsiklet ile su birikintisinden geçerken yerin dibine düşüyorduk.
Motoru kurtarmak için dışkıların arasından geçip lağım sularının arasından bulup yukarıya çıkarıp yola devam etmek beni yerimden zıplatıyordu.
Fermantasyonda benim gibi sıcak havaları seviyordu.
Bol kepçe içerken yarınlarımı da düşünecektim.
Tedarikli olmak lazım hayat adama kötü rüyalar gördürüyor.
Hayalini kurduğun şeyin gerçeği hayal kırıklığından başka bir şey değildi.
Yaşama karşı çocuk inancımızı kaybetmiştik ve ondan bizi ayağa kaldıracak mucizeler beklemiyorduk.
Perdenin gerisinden dışarıyı seyrediyor ve yaşayan ölüler olarak algılarımızı ceplerimizden düşürüyor farkına bile varmıyorduk.
Kimseye ayıp olmasın diye yaşamı ciddiye alır gibi davranıyorduk.
Ciddiye alıyorduk belki ama eski önemi artık bizde yoktu.
Her gün daha fazla şeyler kopup gidiyordu.Parçalarımıza uzaktan bakarken artık gözlerimiz dolmuyordu.
Alışmıştık umursamıyorduk.
Aynı adreslerde aynı şeyleri yaşamaya çalışırken hayatın kaotik bir sarmala bulandığının farkında olup elimizden gelen hiç bir şeyi yapmıyorduk.
Yaşlanıyorduk ve hep aynı kısa hikayeleri aynı insanlara aynı köşelerde anlatıyorduk.
Bazen eklemeler yapıp kendimizi bile kandırmaya çalıştığımız anlar oluyordu.
Bir film defalarca seyrediliyordu defalarca aynı kitabın aynı sayfaları okunuyordu.
Kaset takılı kalmıştı bitmiyordu ve bir adım öteye gitmiyordu.
Kendimizden sıkılmıştık ve kendimizi dinlerken kendimizin bile uykusu geliyordu.