keşke şımarıklığımızın farkına varabilseydik biraz, en azından bir an için karanlıkta otururken samimi olabilseydik. yaratıcının, bazen oğluna eşofman alamayan bir baba kadar çaresiz kaldığını göremiyor musun? seni öylesine severken, senin ona küfretmen onun canını acıtıyor farkedemiyor musun? ojeli tırnaklar rujlu dudaklar uğruna bu kadar gamsızlık ve gaddarlık fazla değil mi? öyle mi...
peki, başa dönelim...
inançlı mısın?.. ne saçma soru be. inanmak nedir ki.
ilk maddenin titreşimine, etkileşimine, büyük patlamaya ve atomun sonsuzluğuna inanç...
ya da
yaratıcıya inanç...
ikisi de inançtır. ikisinin de evveli bilinemez. sonrası bilinemez. varolduğumuz süreyi biliyoruz sadece. ben şuurlu bir kudrete inanıyorum. sense şuursuz, halihazırda varolan, ama ne zamandan beri varolduğunu bilinemeyen, ve hatta hep varolduğuna kanaat getirdiğin şuursuz bir kudrete inanıyorsun. tamamıyla materyalist bir kudret bu. sadece evrimden bu yana düşünmeyin. yanılırsınız. ilk karanlıktan bu yana düşünün. hani soruyorsunuz ya biz yokken allah ne yapıyordu diye, ben de soruyorum ilk madde somutluğunu nerede kazandı? ney ona ilk titreşimi veren? galaksiler sisteminin bir çay kaşığı kadar olduğu maddenin vücudiyet bulmadığı andan bahsediyorum. zaman ve mekan kavramı da yoktu o zaman mesela.
neyse, aslında donelerimiz eşit.
biri, toplu iğne ucu kadar bir enerji atomundan -siz geist deyin- başlayan serüven, galaksiler arasında hiç yoktan oksijen oluşuyor. sonra oksijene uyum sağlayan canlılar varolmaya başlıyor. ne bilinçtir ki yine yalnızca o gezegende tabakalar oluşuyor. savunma mekanizmaları teker teker devreye giriyor ki evrende oluşan canlılar hayatta kalabilsin. sonra hayvan çeşitliliği, milyonlarca hayvandan uyum sağlayanlar, kendilerine kattıkları diretilmiş kalıtsak özelliklerini bir sonraki nesline aktarıyor. dinozor oluyor tavuk. maymun oluyor insan. şaka şaka maymun insan olmadı tabi totoş biz de okuduk senin kadar, maymunun ağabeyleri olan, uzun kollular gelişiyor, uyum sağlayanlar arasında '' insan '' da var. iletişimleri duyguları edinimsel hafızaları ve sosyal zekaları daha yüksek. velhasıl dil bulunuyor( ki bu konu sayfalarca kitaptır aslında, dilin ortaya çıkışı hala resmi bi otorite tarafından açıklanabilmiş değil) ve sonuç olarak pimaş boruların, android telefon işlemcilerinin, ice tea'lerin olduğu bir dünyaya kadar uzanıyor.
diğeri de, aynı şekilde evvelini bilmediğim şuurlu bir kudret, ki ben ona allah diyorum, bilinmek ve tanınmak üzere kul yaratır, sonra onu kendinden haberli kılar, altını da haram ettim der erkeğe, çünkü sadece sadakatini görmek istemiştir. öyle ya, eğer ben taşaklarımı dahi ona borçluysam, gözlerimi veya, o halde bana neskafe içme deme hakkı bile vardır. sen program yazılımcısı halinle, oyun tasarlarken, dur lan şuraya bi kütüphane inşa edeyim, görülsün ama girilmesin, diyebilecek kudreti buluyorsan kendinde, o da bulur. kaldı ki yaptığı her şeyin de manasız olduğu anlamına gelmez bu. ama olsun. insanlık bende kalsın, iğneyi kendime çuvaldızı başkasına.
diyeceğim o ki; ben sizi aptallıkla suçlamıyorum, siz de suçlamayın. çok az fark var aramızda aslında. ince çizgi. ben görmeden inanabiliyorum, soğukkanlılıkla bekleyebiliyorum. sen evin biraz daha sorumsuz, uçarı, soyuttan çok somuta değer veren, düşünmekten çok yaşayan çocuğusun.