..Yola devam ettik. Eve geldiğimizde bir kez daha, insanlar üzerinde peşin hüküm vermemin ve ne kadar insanları tanımaktan nekadar uzak olduğumu anladım. Deniz, çamlıca sırtlarında oldukça güzel müstakil bir evde oturuyordu. Utancımdan, onun gözlerine bakamıyordum. Bir an kendimi ve evimi düşündüm. Pahalı giysiler giyen ben, tek oda stüdyo tipi bir yerde oturuyordum. Tamam, kötü veya utanılacak bir yanı yoktu ama işte görünümlerin iç yüzü ve dışardaki algıların ne kadar yanlış olduğunu vurgulayan tezatlıklara en iyi örnek bendim her halde...
içeri girdikten sonra, nazikçe paltomu aldı ve salona geçmemi söyledi. Kendisi mutfağa geçti ve hazılıklara başladı. Bir an annemin sesi geldi kulaklarıma," erkekler hafif kadınlardan hoşlanmaz" "Of anne dedim. Böyle diye diye beni yetiştirdin, gördük sonuçlarını, lütfen rahat bırak, biraz kendim olayım "dedim. Deniz yanıma geldi, istersen mutfağa gel orda devam edelim dedi. Mutfakta bana biten evliliğinden yurt dışında yaşayan ailesinden ve kendinden bahsetti. Ne kadar düzgün, ne kadar hiç bir şey saklaması gerekmeyen, şeffaf ve net bir insandı. Doğumundan şu anki hayatına kadar hiç eksiksiz yaşadığı hayat bu kadar mı düzgün ve güzel olurdu. Bir an kıskandım, bir erkek olarak nasıl doğru düzgün ve yara almadan bu yaşlara gelmişti. Bense bir kadın olarak niye hep yara almıştım? "Daldın yine" dedi sonra yemeklerimizi yemeğe başladık...
Akşamı öylece bitirdik. Bana telefonunu verdi, Bir haftalğına yurtdışına çıkması gerektiğini söyledi ve dönünce tekrar görüşmek istediğini belirtti."Ben tabii niye olmasın dedim" ve arabasıyla beni eve bırakırken yarım yamalak bir hoşcakal öpücüğü verdim ve ayrıldık....
Sonraki bir hafta Deniz'le yoğun mail tırafiğiyle geçti. Sabah günaydın mesajı, akşam iyi geceler diyene kadar hiç aksatmadan ve sürekli anlatarak geçiriyordu..Biraz boğulur gibi olmuştum, nasıl bu kadar anlatacak şey buluyordu, duyguları hiç yorulmuyor muydu bu adamın? Sabahtan akşama kadar nerdeyse kırk posta yazıyordu. Ben ise hepsini okumak yerine, bir baştan bir sondan okuyup, geçiştirmeye çalşıyordum. Aramalarında ise, genelde onu dinleyip, kendim başka şeylerle meşkul oluyordum. Bu bir hafta içinde bebeklinden şu ana kadar olan tüm resimlerini, ailesinin resimlerini, gittiği yerleri, hoşlandığı hoşlanmadığı her şeyi benimle paylaşmıştı..Adam bana fena utulmuştu sanırım, içimde bir acı belirdi..Babamın anneme söylediği bir söz ve onu incitmesi aklıma geldi."Senin bu kadar mükemmel görünüşünün altında bir buz dağı olduğunu nasıl anlıyamadım".. Evet ben de sanırım böyleydim hep soğuk ve hep ulaşılmaz. Bu adamla durumu niye bu kadar saçma sapan hale getirmiştim, niye baştan işlerin buraya gelmesini engeliyememiştim? Onu arkadaş olarak seviyordum, bir kadının bir erkeğe hissetiği şekilde içimde bir şeyler hissetmemiştim ve hissedeceğimi de sanmıyordum. Bu olunca olacak bir şeydi, sonradan,zorlamayla olucak bir durum deildi...
Perşembe akşamı eve döndüğümde, telefon açtı. Biraz gergindim ve ters cevaplar vermeye başladmı. "Sadece sana bir şiir yolladım onu oku" dedi ve kapadı. Kırıldığını anlamıştım ama fazla da önemsemedim. Bilgisayarımı açtım ve şiiri okumaya başladım.
Hüzünlerin ötesinde,
Keşke öpebilsem acılarını,
Bıraksan kendini, benim düşlerime,
Tanrılarımı göstersen sana, Olimpus'ta
Acılarını bırak diyarlarımda, sahibi ol buraların,
Sevilmenin hazzını yaşa.....
Okuduktan sonra, beni asıl ilgilendiren demek istedikleriydi. Bu bağlanma arzusu beni daha çok sıkmaya başladı. Kafamdan geçenleri ona anlatmalıydım. Başladım anlatmaya, onu nasıl arkadaş olarak gördüğümü, onunla bir beraberlik için onun hissettiklerini hissetmediğimi, yanlış yaptığımı ve bir sürü kalp kıracak, insanı ziyan edecek açıklamalar..Gönder dedim ve gönderdim. Derin bir sessizlik, ne bir mesaj, ne bir mail ne de arama. iyi ya dedim, benim istediğim buydu. Bu muydu? Bu kadar güzel paylaşan, bu kadar düzgün bir adamı, bir dakika önce harcamıştım. Niye? Ona karşı bir çekim hissetmedim diye. Suçluluk, kibir ve yaptığım yanlışın ne kadar büyük olduğunu anlamıştım ama iş işten çoktan geçmişti. Onu aradım açmadı, mesaj bıraktım. Tekrar özür mesajı yazdım, dostluğuna ihtiyacım var diye, lütfen dedim, lütfen......
Sonraki bir ay boyunca Deniz'i bu düzgün adamı kaybetmenin sıkıntısıyla geçti. Ne aradı ne sordu, sanki hiç yoktu evine bile gittim her yer kapalıydı. içimde ki sıkıntı,amaçsızlığım ve ne istediğime bir türlü karar verememe durumum benin gün geçtikçe daha da mutsuz bir hale geliyordu. Dış görünüşü muhteşem, albenili bir hediye kutusu gibiydim. Ama içi, bozulmuş ve küf kokuyordu. Bense etrafa bu koku yayılmasın diye, daha şuursuzca kahkahalar atıp,daha neşeli görünmek için elimden gelen tüm enerjimi ve cazibemi kulanıyordum.
Bu yalan dünyamın kurmaca senaryolarıyla ilerlerken hayatımda, birden karşıma biri çıktı. iş yerine Dubai'den gelen yeni müdürümüz Emre Bey...
Cazibeli konuşmasıyla bakışlarıyla, hereketleriyle bir insanı alıp götüren kendine muhtaç bırakan bir tipti. Düzgün ve atletik bir vücut,avrupai bir görünüm, düzgün yüz hatları,kendine aşırı güvenen havasıyla benim de cazibe merkezime girmesi çok uzun sürmedi. Yeni uğraşım ve hedefim beliydi, tüm zamanımı işte onunla dip dibe çalışarak geçiriyordum. Onun yanında başka kadın çalışan görmeye tahammül edeiyordum. Ne iş olursa olsun, benimle ilgili olsun yada olmasın, herşeye koşturuyordum. Kısa sürede onun ilgisini sanırım çekmiştim. Bunu kadınsı güdülerimden çok kolay anlıyordum. Çalışırken yan yana olduğumuzda ki gerilim, hoşnutluk ve heyecanı hissediyordum. Bunu artık bir yarışçı edasıyla yapıyordum. Kendime daha iyi bakıyor, spora gidiyor, yeni bir beslenme programıyla daha da dinç ve hoş gözüküyordum. Emre Bey'den 8 yaş büyük olmama rağmen, hiç göstermiyor aksine daha genç duruyordum....
içimdeki kara dedikleri ne güzel büyütüp besliyordum , kendim bile şaşırmıştım buna. Kendimden bu kadar uzaklaşıp, ruhsuzlaşıp,duygularımı ve yaşamı bu kadar inkar edip anlık zevklere ve dürtülere kendimi kolayca bırakıvermiştim. Sonunu bilmediğim eğlenceli, kıvrımlı heyecanlı bir yolda koşarak ilerlemek istiyordum. Arkamdan kimsenin gelmesini, beni yolumdan döndürmesini istemiyordum. Birden 17 yaşıma döndüm. Kollejli arkadaşlarlarımla eğlenmeye gidecektik, annemden güç bela izin almıştım. Makyaj yapmıştım, yaşıma uygun hoş giysiler giymiştim. Annem "bu halinle kötü kadınlara benziyorsun, çıkar onları " dedi. Bense hayatım boyu ne olafı unuttum, ne de öyle giyinmekten vaz geçtim..
Bu akşam Emre'yle randevumuz vardı. Dün iş yerinde akşam beraber son işleri toparlarken" yarın akşam yemeğe çıkalım ne dersin dedi?" Eve gelince akşam için detaylı bir şekilde hazırlandım. Uzun zamandır bu anı bekliyordum ve nihayet bu anın keyfini ve tadını çıkarmaya hazırdım. Emre'nin duygusal ve nazik bir yapısı yoktu, işe yaklaşımında ki tizizlik, katmanlık ve detaylı yaklaşım tarzı, bire bir ilişkilerinde bulunmuyordu. Akşamki yemekteki yakınlaşmadan sonra, detaysız, sorunsuz bir ilişki istediğini söyledi. Bense zaten çoktan böyle bir şeye razı olduğumu( içimden : sen ne dersen zaten kabulüm, istediğin kadar aşşağıla ben yine orda olcağım dedim) benim cephemde hiç sorun olmadığını söyledim....
Onunla iki aydır sorunsuz bir şekilde görüşüyorduk. Kimi zaman benim evimde, kimi zaman onun evinde buluşuyorduk. Bu buluşmalardan sonra evime döndüğümde yada o ayrıldığında, kendimi berbat hissediyordum. içimde ki karanlıklar yer yüzüne çıkıp sanki bana bağırıyorlardı. Öyle değersizleşip, öyle hissizleşiyordum ki duygu namına bir şey hissetmemek için var gücümle, her şeyden kaçıyordum. Ama nereye kadar kaçacaktım, nerde bir çöküş anım olcaktı bunun geleceği günden korkuyordum..
Sonraki aylarda da ilişkimiz aynı şekilde devam etti. Bir gün Emre'yle bir şeyler atıştırırken, hiç yapmadığım bir şeyi yaptım ve" biraz daha bana zaman ayırır mısın , farklı bir şeyler paylaşmak seninle hayata dair sohbetler etmek istiyorum, ne dersin" diye sordum. O bakışlarında ki buzluğu, karanlığı anlatmak sanırım imkansızdı. Bakışlarında ki küçümseme ve kızgınlık ise benim kalbimi parça parça etmişti ..Kırılmış ve un ufak olmuştum. Aynı bakışı babamda da görmüştüm. Dört yaşındaydım. babamın Fransa'dan getirdiği ayının gözlerini çıkardığımda, babam çok kızmıştı".Bir daha oyuncak falan yok sana" demişti. Bense kalbimdeki o ağır sızı ve acının o günlerde ki anlamını bilmiyordum ve içimden," ben oyuncak istemiyorum, gerçek arkadaşlar istiyorum, sokağa çıkıp oynamak istiyorum dedim" ama içimden dedim.. Emre' de o bakışlarındaki ağır ifadelerden sonra, böyle detaylı ve yakın bir ilişki içine girmemden dolayı kendisinin yaşadığı rahatsızlığı anlatıyordu. Bense içimden sorun yok Mine, güçlü ol, sakın ağlama, muhteşem bir gülümseme yapıştır yüzüne dedim. Sakince gülümseyerek banyoya gittim ve hala gülümseyerek aynaya baktım. Yine gülümseyerek ve ağzımı tutarak, elimi ıssırarak ağlamaya başladım. Elimi öyle ıssırmıştım ki, kanamaya başladı. Yüzümdeki rimeller akıyordu, ben ise kendimden geçmiş delice gülüyordum.. Emre içerden sesleri duymuş, herşeyin yollunda olup olmadığını soruyordu, kapıyı kiltlediğim için açamıyordu. Son bir gayratle ve sırf onu kaybetmemek için, kendimi toparladım, yüzümü yıkayıp kapıyı açtım.
Çok iyi olduğumu ve biraz kendimi rahatsız hissettiğimi söyledim. Yüzü garipti, ne" nasılsın ne de bir şeye ihtiyacın var mı" bile demeden çekip gitti. Öylece kala kaldım. Hepsi buydu işte. iki ay bir haftanın muhteşem özeti bu kadardı.. Tüm benliğimle ve tüm yalnızığımla ben, şu an durduğum yerde duruyordum..Sanki her şeyin merkezindeydim ve tekrar toparlanacakları gözden geçiriyordum. Her şey kontrol altına alına bilinirdi aslında, yoksa mümkün deil miydi? Ufak bir sinir kıriziydi işte, gelip geçici sorun edilecek bir şey yoktu, niye büyütsün ki dedim. Sonuçta her halimle görmemişmiydi beni?
Bir an karar verdim, bu anlamsızlıklara son ver vermeliydim ve yaşamı benim için değerli kılmak için, yapabileceğim tek şey, onu sonlandırmaktı. ilaç dolabımdan ilaçlarımı aldım. Hepsini tek tek yuttum, daha henüz bir şey olmadan, zihnim bendeyken Deniz'i aradım. Açmayacağına emindim ama açtı." Efendim Mine nasılsın" dedi, berrak hayat dolu kocaman sesiyle, sanki bir şey olmamış gibi.. Biraz miğdem bulanmaya başlamıştı, hafiften da sanki narkoz etkisi tüm vücuduma yayılıyormuş gibi hissetmeye başladım.
"iyiyim Deniz, aslında iyi deilim biraz hastayım, seni merak ettim. Birde özür dilemek istiyorum işte" dedim..Deniz, biraz düşündü ve " önemli deil Mine. Sorun, üstüne aniden gelmemdi, kimseyi zaten kendime aşık edemiyorum" deyip, güldü.." Deniz bilyor musun" dedim, sesim bir fısıltı gibiydi artık, "sen aslında aşık olunacak kişisin ama doğru kadını seçmiyorsun "dedim. Güldü ama" ne var Mine niye sesin çok kısıldı, iyi misin sen "dedi? Tekrar "iyiyim saol" dedim. Ama gözüm karardı ve telefon elimden düştü...
Gözümü açtığımda hastanedeydim, babam yeni eşi ve Deniz yanımdaydılar. Babam çok üzgün görünüyordu. Tekrar onun küçük kızı olmayı ne kadar çok istediğimi düşündüm. Kafam bu kadar kötüyken zihnimim bir noktası ne kadar berraktı, nasıl o acıyı ordan al der gibi bana pencerelerini açmıştı.
Onyedi yaşımdayken babam bizi bırakmıştı, daha doğrusu, artık kendi hayatını yaşamaya gittmişti. Annemle ben yalnız başımıza bir hayatı paylaşıp, tüm yükü bir birimize atıp rahat etmek istemiştik ama kimse kimseye o yükü atamamıştı..
Deniz'in sesiyle kendime geldim."Mine keşke yapmasaydın dedi, keşke daha önce arasaydın, bir mail falan atsaydın, mutlaka yanında olurdum " dedi. Ona" olacağını biliyorum canım, ama ben buna değmem ki" diyemedim. Sadece elimi uzattım ve oda müthiş bir enerjiyle sıktı..
Deniz ve babamın yeni eşi bizi babamla baş başa bıraktı. Babam nerden başlayacağını bilemiyen biri olarak, bir iki boğaz temizlemesinden sonra, hal hatır sormalardan sonra ama asla gözlerime bakmadan," nasılsın kızım " dedi? kızım? Nasıl güzel bir soruydu, nasıl önemliydi. Nerden geldiğini ve kim olduğunu, hayatta önemsendiğini ne güzel bu iki kelime anlatıyordu..
iyiyim babacım, çok iyiyim. Yıllar önce tek edip gittiğinden beri çok iyi durumdayım. Hep doğruyu arayıp yanlışı yapıyorum, içimde ki adam özlemini sonlandıramıyorum. Çünkü o adam sevgisinin temelinde yatan sensin ve ben o sevgiyi hiç tatmadığım için, doğru sevgiyi inşa edemiyorum, sonra o kadar yalnız bıraktın ki bizi ve o kadar sevmedinki, annmem sevgisizliği kendi suçu gibi görürken,ben başkalarının babalarına sevdirdim başımı. Kırk yaşıma geliyorum ve çocukken içselleştiremediğim baba sevgisini ,aile sevgisini arıyorum hala.. diyemedim.
"Teşekkür ederim, seni yormak istemezdim", üzgünüm dedim.
Gözlerine ceasaretle ve derin bakınca gördüm ki, içimde ki acıyı yada zehiri adı her neyse aslında akıtmama , söze dökmeme onu incitmek için uğraşmama hiç gerek yokmuş. Gözlerinin içindekiler kendi acıları, kendiyle hesaplaşmaları ve bakışlarında ki cesaretsizlikler her şeyi öyle güzel anlatıyordu ki...Kişinin kendi intikamı kendinden alması sanırım en dayanılmazıydı..
O bir yerlerde hep o intikamı alacak kendinden.Yarım bırakılmış, tamamlanmamış bir ailenin kendisinde bıraktığı suçlulukların, intikamı.
Hastaneden çıktıktıktan sonra, bir süre tedavi olmam içik izin aldım. Ruhumun iyileşmesi, kalıntılarını temizlemesi ve acılarımın bitmesi için. Bu süreçte Deniz hep yanımdaydı. Aşk böyle bir şeydi işte, sebepsiz, sorgusuz nedensiz bazen hiçsiz sizin içinize düşerdi....
Bana bebek adımlarıla, karanlıkta yürümesini öğretmeye başladı. Hayatımda ilk defa hissetmeye başladım. Hisselerin ne kadar önemli olduğunu kavradım. Bir dokunuşun bile beyine kadar çıkması, ürpermeyi ve duyguların akışını hissettim.
Yağmurda, karda, fırtınada, güneşte her şekilde yürüyorduk, konuşuyorduk ve ben hissetmeye ,kendimi oluşturmaya çalışıyordum.. Oda tüm penceresini ve yüreğini, içinde ki güzelliklerini bana açmıştı.. Bir erkekle paylaşımlarımın bu güne kadar ne kadar az ve sığ olduğunu onunla paylaştıklarımızdan sonra anlıyordum. Bir adamın her şeyi olmak ne kadar da muhteşemdi, dünyada ki var olmak deneyimim kesinlikle onun yanında olmak ve onun bana kendi penceresinden sunduklarını sabırla ve sevgiyle kabul etmek ve kendimi ona gerçeklerimle vemekti..
Çalışmadığı zamanlara, gecelerimiz gündüzlerimiz bir birinin içinde akıp gidiyordu, onu tanımak, benim için hayata yeniden gelmekti.Olmazlar ülkesinde onu bulmuştum ve kaybetmek istemiyordum..
Aşkın ne olduğu, bunun aşk mı olduğu yada olmadığı benim çokta umrumda deildi. Bu neyse neydi, tarifi yada şekli veya nasıl olduğunu anlatamazdım veya açıklayamazdım. Tek bildiğim bu duygudan hep kaçmış olmamdı. Bir bütün olma, bütünü oluştururken ki hassasiyet ve denge bizi biz yapan şeylerdi. Tek korkum, tek acım onu Deniz'i sıkıp eskiye dönüp herşeyi mahfetme olasılığımın olmasıydı. Zaman zaman bu korku aklıma gelsede, artık buna inanmıyordum. Sislerin arkasından tanımadığım bir kadın bana bakıyordu ama ben o kadına el sallamak ve yeni beni gösterip gururlanmak istiyordum.Yeni ben kolay oluşmuyordu. Onu tüm yanlışlarım ve hatalarımdan, temizleyip ışığa çıkartmıştım ve ona özenli davranmak için ve onu eski benden uzak tutmalıydım....
Ben, aşka yaklaşan ben, yeni bir iklimin içinde,yeni duygalarla sevdiğim ve güvendiğim adamla hayata devam ediyordum..
Bu hayatın muhteşem yada kusursuz olmasını beklemiyordum ama sevilmenin ve sevmenin, ne özenli olduğunu biliyordum. O özeni korumanın ve kendimizden oluşmuş kozanın muhafazanın da çok kolay olmadığını biliyordum.. Bana bir şey dediği zaman heyecanlanmanın, onu beklerken bulduğumda kendimde ki korkularla uğraşmanın ya vazgeşerse, ya başkası çıkarsalarla boğuşmanın, aslında ona özel olmak için her gün kendime bir şeyeler katmanın lezzetini farkındaydım...
Bu farkındalıklarımla, Deniz ile benim aşkım böylece zamanlara iz bırakarak akıp akıp gitti. Biz bu izlere hep dönüp baktık.......
Evet burdaydık, yaşadık, geçtik diye..
Eve bırakmayı teklif etti ama bu ısrarcı bir teklif veye rahatsız edici bir teklif deildi. Teşekür ettim evim yakın zaten dedim ve hoşcakalın dedikten sonra evime gittim. Derin bir duygu seli veya bir heyecandan çok, biriyle beraber bir şeyler paylaşmanın, konuşmanın ve dinlemenin bende bıraktığı huzuru da düşünerek uykuya daldım..
Ertesi gün uyandığımda Deniz'in bende numarası falan olmadığını hatırladım. Ben onunla görüşmek için sürekli o parkada gidemem, adam da bir garip doğrusu dedim, ilk buluşmada adamlar atlar ya, şu son model telefonlarını da göze soka soka numara alıp vermeye, halbu ki bu dar sohbetin içinde, niye hiç aklına gelmedi acaba diye düşündüm..
Ertesi günlerde, yine içine kapanan ruh halim ve kendi yalnızlığımın kalın örtüleri arasınsa geçti. işten eve , evden işe şeklinde ilerledin. Bir gün aniden iş dönüşü parkın ordan geçmek geldi aklıma ve tam parka gireken, aynı anda Denizin'de girmekte olduğunu gördüm. Deniz Bey diye bağırdım. Kocaman çocuk gülümsemesiyle, ellerime atlayıp, yine büyük bir coşkuyla sanki, aradan hiç zaman geçmemiş gibi anlatmaya başladı. Ellerimde siyah ince deri eldivenler vardı, ayağımda ince topuklu siyah çizmeler ve kemik rengi dar güzel bir palto giyiyordum. Deniz ise bir mont oldukça eski botlar ve saç baş dağınıktı. Bir an için, ne işim var bu hipi kılıklı adamın yanında dedim.Deniz sanki düşüncelerimi okur gibi, isterseniz bu gün bize gidelim, size harika bir balık yemeği yaparım yanına da bir şarap açarım ve konuşmamıza devam ederiz dedi. içimden direk ev meselesine girdik, kim bilir nasıl bir döklüntüdedir bu Deniz dedim...Sonra kendimin bile şaşırdığı bir manevrayla, tamam gidelim dedim. Denizin arabasına bindik, bu arda güzel pahalı bir jip kullanıyordu, biraz şaşırmakla birlikte olablir dedim.. Yoldayken fazla bir şey konuşmadık, giderken biraz tedirgin olmaya başladım. Ya adam sapıksa, ya seri katilse, gideceğimi kimseye haber vermemiştim de, kimsem de yoktu ki.....Bir an annemin sesi kulaklarımda çınladı,"mutlaka çocukların olsun,yaşanmaz bir kocayı tek yaşanır hale getiren onların cıvıltıları sakın sen tek çocuk yapma, tamam mı güzel kızım" yine gözlerimden yaşlar inmeye başladı.Çaktırmak istemiyordum. Yavaşça güneş gözlüklerimi çıkardım ve taktım.Deniz radyoda çalamn bir parçaya yavaşça içinden eşlik ediyordu, daha fazla abartmadan şu yaşlarımın çaresine bakmalıydım.Annem öleli 6 ay olmuştu kendimi daha toparlıyamamıştım. Her aklıma geldiğinde, her durumda yaşlar gözümden süzülüyodu. Ve yine ağlıyordum, gözlük camlarından aşağıya doğru süzülüyorlardı.Deniz ani bir hareketle sağa çekti. Sanırım anlamıştı.
"Bak Mine senden deli gibi hoşlandım, bu güzel ince nazik üzüntülü yüz, bu düzgün vücut zaten her erkeğin ilgisini çeker ama asıl bu gözlerin, nasıl anlamlı , nasıl derin ve nasıl uzak, bir türlü bunu anlıyamıyorum ve seninle her görüştüğümüzde ağlıyorsun bir de bunun nedenini nöğrenmek istiyorum, dedi..
Ne diyeceğimi bilemedim.Benden zaten erkek olrak hoşlandığını anlamıştım ama kadar güzel ve anlamlı, duygusal cümleler beklemiyordum doğrusu. Biraz sıkıntılıyım şu sıralar, annemi de yakın bir zamanda kaybettim ve 2 yıl önce de boşandim hala toparlanamadım dedim..
Bense ağlarken, yine deli gibi gülmeye başladım . Çünkü adam iyi manevra yapmıştı ve çocuk teyze demesine rağmen, abla kelimesini kulanmıştı.Cebinden bir mendil çıkarıp bana verdi. Alın lütfen, hastaneye falan gitmek istermisiniz dedi.Doğru dedim, adam iyiden iyiye bir delinin yanında oturduğuna inanıyor, ne yapsın? Hafifçe diklendim, verdiği mendille göz yaşlarmı sidim, boğazımı temizleyip, teşekkür ederim bu gün ne oldu bilmiyorum, kusura bakmayın dedim. Adam, insanız sonuçta önemli deil dedi, bunu derken uzaklara bakıyordu ve üzgün gözüküyordu.Ben hızlıca ayağa kalktım ve elimi uzatıp teşekkür edirim dedim.O da ne demek, ismim Deniz dedi, ben de alel acele ben de Mine memnun oldum dedim ve kapıya doğru yürüdüm.
Ardan haftalar geçti,parkın yakınlarından bile geçmemek için öyle bir gayret gösteriyordum ki, sürekli yoları uzatıyordum,utancımdan ya şurdan karşıma çıkarsa ya burdan karşıma çıkarsa diye. Bir gün çok üzüntülü ve yine sebepsiz yanlızlıklarımın üstüne çöktüğü, çevremde ki yığınla kalabalıktan , alıp içime birini dahi sokamadığım, acımın sevincimin gerçekçilğini paylaşamadığım çevrelerimden kaçtığım bir an, parkın içersinden geçerken buldum kendimi. ilk an korkudan bakamadım ileriye, ya ordaysa yada yoksa diye, aslında ordaysadan çok ya yoksa diye, öyle uhtaçtım ki bir nebze yalnızlık paylaşımına, bir kırıntı sorgusuz sualsiz anlayışa......
Bankım yine boştu bu gün hava biraz yağmulu ve kapalıydı, yerime oturdum ve sigaramı çıkardım. Halbu ki bir yıldır da içmiyordum. Ve ağaçların altını araştırdı gözlerim ve gördüm . O arkası dönük, bir şeyler çekiyordu, sanırım yerde ki yaprakları çekiyordu. Sevindim . Çantamı alıp yanına giitim." Rahatsız ediyor muyum Deniz Bey kolay gelsin" dedim. Arkasını döndü, "merhaba Mine Hanım, nasılsınız, daha iyi görünüyorsunuz" dedi. Sonra güzel bir sohbete başladık, yanlızlık ve paylaşılmamışlık duygum öyle ağırdı ki, salt bu kayboluşun esiri olmamsak için, sırf bende bir yerlerde birileriyleyim ve insanca, karşılıksız , menfaatsiz konuşuyorum demek için konuştum..
Yaklaşık bir saat fotoğrafçılık üzerine, son yeniliklerden ve daha çok onun konuşmasına izin vererek geçirdik. Hava iyice soğumaya başladığında ise, Çemberlitaş'ta bulunan tarihi bir kafede sohbetimize devam edelim mi diye sordu. Ben biraz sıkılmıştım. Ama yanlızlık duygusunun o karabasanından ve evde bilgisayar başında geçen soğuk ve acımasız saatlerinden sonra evet dedim ve kafeye doğru yola koyulduk. Kafede biraz ben kendimden (daha çok kariyer ve iş ağırlıklı), biraz biten evliliğimden bahsettim. Deniz'de kötü ve yanlış görünen hiç bir şey yoktu. Pırıl pırıl parlayan zeki ve masmavi gözleriyle bir afacan çocuk gibiydi.Arada bir konuşurken, utanır gibi yapıp yere bakması, ayaklarıyla yerde bir ileri bir geri oynaması, saf temiz bir çocuktu işte..
Akşam olmuştu, saat ona doğru geliyordu ve bu çoşkulu çocuk hiç susmayacak gibi gittiği ülkeleri anlatmaya başlamıştı. Onu kıskanmıştım çünkü yaşamak için çoşkusu vardı, amacı vardı, niye varolduğunu sanki çok iyi biliyordu.. Birden yine çocukluğum aklıma geldi. Kahvaltıdaydık, üçümüz oturup başlarımız önümüzde konuşmadan yemek yiyorduk. Ben birden ağlamaya başladım, annemle babam korkup telaşlandılar. Neyim olduğunu sordular. Bense korkuyorum dedim, sadece korkuyorum. Neden dediler?
Sessizlikten, her yer sesiz, siz sessizsiniz, dayanamıyorum dedim.. Denizin sesiyle irkildim " çok mu "sıktım,bunalttım galiba sizi " dedi. "yo estafurlah dedim, sadece geçmişe gittim bir an "dedim.
işten yine yoğun argın çıkmıştım. işlerin yoğunluğu, benim yorgunluklarım, boşa giden zamanlar, eklenen çiçgiler her şey ama her şey niye fazlaydı ki. Az ve huzurlu olan sanki başka taraftaydı, sanki ben o huzuru bilmiyordum, neydi nasıldı.Birden beş yaşlarıma döndüm. Evde babamla annem sürekli tartışırlardı.Babam anneme şöyle demişti o zamanlar tabi anlamamıştım." Hayattan hiç zevk almanı anlamıyorum. nasıl bir insan hayatı külfet gibi görür, nasıl bu kadar kadın olmayı unutur" demişti..Annem de sesizce ağlamıştı, hiç cevap vermeden, öylece o güzel elmacık kemiklerinden yaşlar süzülürken, bakışları nasıl acı çekiyordu sadece çocuk aklımla bu acıyı göre bilmiştim. Çocuk aklımda ilk acının gözlerde olduğunu o zaman anlamıştım.
Ağır ağır eve doğru inerken Çemberlitaş'tan. bir an bu anıyla içim sıkıldı. Beynim şimdi buraya niye sıçrama yapmıştı ve ben niye bunları hatırlamıştım. Aşşağıya doğru inerken, küçük bir çocuk parkı gözüme ilişti. Bir an için çocuk sesleri anne ve babalarıyla birlikte olan çocuklara imrendim.iki yıl önce ayrılmıştım ve çocuk yapma zamanımı da geçiriyordum. Bite evliliğim ardından çoluk çocuk defterlerini de çoktan kapamıştım. Çocukları çok sevmeme rağmen, evliyken yoğun koşturmacalarımız olduğu için bu işi hep sonraya hep sonraya ertelemiştik. Aslında ne çok isterdim şimdi, şöyle boynuma sarılan, anneciğim diyen bir çocuğum olmasını. Kendime kızdım, iyi ki de çocuk yapmamışsın, bu sorunlu evlilikten bir de sorunlu bir çocuk çıkarıp, onu da tek başına büyütmek için uğraşacaktın dedim.
parka doğru yöneldim, kasım ayının son günleri olmasına rağmen hava o kadar güzeldi ki, patktaki ağaçların yapraklaı, sarılıkları, kimi ağacın güze vedası için tüm cesaretiyle boyadığı kırmızılı yaprakları, çocuklar ve bu sonbahar bana iyi geldi. Boş bir bank bulup, çantamı da koyduktan sonra arkama yaslandım ve işte dedim bu , otur ve hiiset.ilerde ki büyük ağaçların altında bir adam fotoğraf çekiyordu. Güzel ve profesyonel bir makine vardı elinde, az buçuk işim gereği bidiğim için, galiba bor yere çekmiyor ışıktan da anlıyor diye içimden geçirdim..
Sonra yine bakışlarımı çocuklara kaydırdım ve kendi çocuğum olsa nasıl oluurdu diye düşünmeye başladım. Tüm bu düşüncelerin içinde, birisinin" sizde iş çıkışı çocuğunuzu buraya mı getiriyorsunuz " dediğini duydum. Demin uzaktan gördüğüm fotoğraf çeken adamdı. Şimdi laflayacak bir bu mu kaldı dedim içimden ve biraz rahatsız bir tavıla" hayır çocuğum yok, iş çıkışı dinlenmek için geldim dedim. Adam sanki rahatsızlık, ifadelrimi konuşmaya başlangıç cümleleri sayıp, fotoğrafçı olduğunu, şimdi sonbahar mevsimimde çok güzel kareler olduğu için, tüm istanbul'u gezdiğini ve fotoğraflar çektiğini anlatmaya başladı.Sanırım susmayacak dedim içimden ve göz ucuyla şöyle bir tipine baktım. Yaklaşık 45- 50 yaşlarında ince ve zayıf bir adamdı. Saç ve sakaları uzundu, yüzünde görünen ve insana memnuniyet veren tek yer okyanus mavisi gözlerdi. Ama konuşmaya deavam ettikçe ben de bir gerginlik başladı, acaba hiç tanımadığım biri, nerden cesaret almıştıda , böyle uzun uzadıya bana bir şeyler anlatıyordu.Oturuşuma falan baktım, yoo düzgün oturuyordum, hani olurya bir firik verme durumunda, bu adam o yüzden biti vermiştir diye. Sonra böyle düşündüğüm için utandım kendimden.. Bir ara adamın yüzüne baktım, tam o sırda o da sustu o da bana baktı ve ben gülmeye baladım, sinirlerim bozuk vaziyette gülmeye başladım. Gülerken korkuyordum çünkü bu isterik gülmelerin arkası bende ağlama olurdu. Adam biraz güler gibi oldu ama, sonra
durumu kavradı. Bense artık yavaş yavaş gülmelerimi ağlamaya çevirmiştim. Durumu fark eden bir kaç çocuk yanıma geldi, yüzüme bakmaya başladılar, biri amcamı ağlattı sizi teyze dedi. Adam biraz sinirlendi ama yok canım, ne münasebet yavrucum, ablanın biraz karnı ağrıyormuş dedi.