2006larda babamla bazen dükkana giderdim kapalıçarşıdaydı o zamanlar dükkan oturur resim çizerdim yazıhanede sonra çaycı gelir çay dağıtırdı bana da oralet getirirdi o kadar büyülü gelirdi ki halbuki bilememişim büyü oralette değil o zamanlardaymış * ilerleyen zamanlarda dükkanı taşıdık bende yaş aldım zamanla büyüsü bozuldu her şeyin bir daha da hiç oralet içmedim.
ortaokul yıllarını hatırlatan baba. vay be. ne kadar zaman geçmiş aradan. babamı en son gördüğüm zaman 4 yıl önceydi. oysa ki esnaf arkadaşlarının yanına giderken peşine takılırdım hep, küçükken. kendisine bir çay, bana da hep oralet söylerdi. zaman hızlı geçiyor. hem de çok hızlı.
kahvelerde halen yapiliyormu bilmiyorum ama halka acik kücük cay tesislerinde halende gayet yapilan bir sey, 90'lilarda kaldi diye kafayi siyirmis millet.
90'lilar cok güzel günlerdi iyi tamam ama hayat sanki o yillardan ibaretmis gibide sacmalanmasin.
ya tabi hepiniz starbucks'lardan cikmiyorsunuz sonrada nerde eski günler bidi bidi.
Oğlumla haftada bir gerceklestirdigimiz aktivite. Gerçi şimdilerde envai cesidi var bu, oğlanın demesiyle çocuk çayının. Her gittiğimizde farklı bişey söylüyor kendine. Narlı, kivili, kuşburnu, elmali, çilekli, her hafta birinden içiyor. Eve aldım bi paket narlı oralet ama pek ilgi göstermedi. Dışarıda, çay ocaginda içmek daha zevkli o'nun için. ilk entry sanırım oğlumun duygularına tercuman olmuş.
bizde o çocuklardan olmuştuk.evimizin altında kıraathane vardı,mahallemizin temiz insanları takılır asla saygıda hürmette kusur etmezlerdi.babam çalıştığından dolayı dedem ile giderdim.okey batak filan oynardı ben ise büyük annem tarafından dedemi yemeğe çağırmaya giderdim.zayıf çelimsiz ama sevimli bir çocuktum hemen dedemin akranları beni severdi sonra masaya oralet yahut ayran gelirdi.biraz beklerdim hep dedem ağırdan alırdı her seferinde sıkılır ve dedemin sıcaklarda boynuna taktığı mendili alır geri vermezdim.yerini birine devreder yemeğe giderdik.ama ben direk dedemi bakkala sokar abur cubur alır büyük annemden fırçayı yerdim.güzel günlerdi velhasıl...
90'lı yıllardan bahsediyorum.
babamız bazı akşamlar kahveye gider, bizi de elinden tutar götürürdü.
küçük de olsak oğlan çocuğuyduk. görsün etsin derlerdi.
giderdik kahveye. tabii o zamanlar sigara yasağı yok. ortalık duman.
pasif içiciler bile gayet aktif.
yapılmamış matematik ödevi pek de umurumuzda değil.
baba görürdü birkaç arkadaşını dalardı sohbete.
küçük de olsak "ne çok büyümüştük" onların gözünde.
tebessüm ettiriciydi. oturulurdu masalara. koca koca adamlar ve küçücük bir çocuk.
çaylar istenirdi ardından ve baba "oğlum, sana oralet alalım mı?" derdi.
düşünsenize, herkes çay içerken sen turuncu renkli, diğerlerinden farklı bir tatta bir şeyler içeceksin.
itiraz edilmezdi. çaylar gelirken çay tabağına biraz kendinden bırakırdı çay kendini, ama oraletlerde bu pek olmazdı.
çay bardağında oralet içmekti belki de sevginin rengi. çünkü o oraletti. o turuncuydu. o çocuklar içindi.
el yakan, hemen içmek istenilen ama dudak yakan...
işte bu baba, oğluna hayatında hiç görmediği bir rengi gösteren babaydı. oralet turuncusunu gösterdi bu baba oğluna.
hiçbir kırmızının, uğur böceği kırmızısında olmaması gibiydi, oralet turuncusunun verdiği duygu da.
onun rengi baba kokardı. bir babanın oğluna olan sevgisinin, gösterilebilecek en ince ayrıntısıydı belki de.