sabri kaliçin türünü sine-roman şeklinde tanımladığı kitabının adıdır.
"işte, sabah bi' kalktım ölmüşüm!" cümlesiyle başlar ve ara sıra noluyo ben bi şey kaçırdım galiba diyip geri dönüşlerle piç etmeme rağmen sevdim kendilerini..kelebeklerle kırlarda koşuyordum demenin çok ötesine geçen bi anlatımı vardır. kitapçılarınızdan şiddetle isteyin diyemesem de gözünüze ilişirse mutlaka edinin derim naçizane bi okur olarak.
kitabın arka kapağındaki yazı:
bir kent: istanbul
bir zaman: akşam
bir mekan: beyoğlu
bir insan: genç adam
bütün bunlar sizce neye yarar?
yanıt: HiiiÇ!
yazan
ön kapağındaysa yüzünün yarısı büyük terekli şapkasından görünmeyen bir kadın yer alan sinema tadında bir roman*
bu kurbağalara genelde anneleri kendilerini prens sandırır. daha sonra aslında prens olmadıkları,basit sıradan bir kurbağa oldukları gerçeği bir tokat gibi surata inince psikolojileri bozulur ve ciddi bir özgüven eksikliği yaşarlar.
Panamaşapkalı bir ihtiyar adam;
...başka yolu yok! Hayat üzerine derin(!) felsefeler üretmeyi bırakıp, önce çok sıradan bazı şeyleri görmemiz gerek...
...isterseniz deneyin, ne olursa olsun, her şeyin aşırısı tam tersine dönüşüyor. Çok gülen insanın gözünden yaş gelir, çok ağlayan insanın katılmasını duyan da kahkahayla gülüyor sanır... daha bir sürü örnek... ben buna "yaşam çemberi" diyorum. Her şeyin uç noktası tam tersine bağlanıyor... çok mutlu insanların mutsuzluk hissettiğini ya da çok mutsuz insanların zamanla bu mutsuzluktan mutluluk duymaya başladığını duymuşsunuzdur...
...marjinallik filan hep laf salatası! Türkiye gibi bir memlekette en büyük marjinallik, evrensel ölçülerde normal ve sıradan biri olmak! Bizde herkes marjinal! Eee, ne anlamı kalıyor marjinalliğin? Sen marjinal, ben marjinal, kim kalıyor orjinal!
Halbuki, benim hayatımda tanıdığım en büyük marjinal, maliye bakanlığında çalışan bir memur kadındı... daha altmışlı yıllarda onunla öyle seksler yaşadık ki...