yıllar yıllar önceydi. ilkokulda, okulun bahçesinde top oynuyorduk. ben topu olup herkesi oynatmayan çocuktum. birkaç yakın ahbabımdan gayrisini yaklaştırmıyordum. tabii ilkokulun en büyük handikabı ortaokul öğrencileriyle aynı bahçe sınırları içerisinde yer almaktı. bu takım elbiseli hödüklerden biri gelip topuma el koymuştu. orospu çocuğu benden büyüktü haliyle. o top sahibi imajım bir anda silinmişti. bildiğin, çocuğun önünde zıplayıp topunu almaya çalışan zavallı çocuğa dönmüştüm. sağ olsun arkadaşlarımdan biri gelip "bana bırak," dedi. sevinmiştim. alacaktı herhalde topumu. orospu çocuğunun yanına gidip kulağına bir şeyler fısıldadı. çocuk sırtarmaya başladı. bana dönüp "piç," dedi. piç mi? ben piç miydim? topumu paylaşmadığım yavşaklarla birlikte herkes gülmeye başladı; ben de ağlamaya... çok üzülmüştüm doğrusu. topumu da alamamıştım.
sınıfta arkadaşıma elemanın kulağına ne dediğini sordum. bana acıyıp topumu geri versin diye annem ve babamın ayrı olduğunu söylemiş sağ olsun. çocukta o sikik bilgisiyle bu durumu piçlik olarak addetmiş. çocukluğumun bir süresi kendimi piç sanmakla geçti. birçok arkadaşım da belli periyotlarla bunu suratıma haykırdılar. yıllar sonra öğrendim piçin aslen ne olduğunu.