önce bir çok şey bulursunuz tutunmak için(ev,araba, içki, sigara, eğlence, iş yeri, vs..) sonra bunların hepsi sizi bir tamamlanma/tam olma hissine götürür. bu his daha sonra dünyayı sevme/anlamlandırma çabaları ile örülü bir duvar haline gelir ve bu duvar giderek yıkılmaz bir hale doğru evrilerek ilerler.
bir süre sonra bazıları bu duvara her bakışında gurur duyar ve kendini kurmaya devam eder ve yıkımı unutur. kimileri ise(ki bunlar zamanında kumdan kale yapan ve hemen zevkle yıkan çocuklardır) bu kurguyu bozacak olan edime doğru yol almaya devam ederler. ama devam ediş bir farkındalık sürecini beraberinde getirmez.
bir süre sonra her şey anlamsız gelmeye başladığında vandalizm damarlarında dolaşmaya başlar. yavaş yavaş vazgeçmeye başlarsın bazı şeylerden. içkiyi/sigarayı bırakmak kadar basit bir eylem bile olabilir bu. sonra bu terkedişlerin hepsi anlamsız gelmeye başlar. daha büyüklerini istersiniz ve daha büyüklerini yaparsınız.
birdenbire kendinizi tyler durden ve donnie darko ile birlikte john nash'in evinde godot yu beklerken bulursunuz. bu kendini kurma sürecinin müziksiz olması elbet beklenemez. müziğin geldiği yer Syd Barrett'in ve Jim Gordon'un bulunduğu yerdir.
Benim gibi sonsuz bir at
Hiç koşmuyorken de attır...
1000 milyon baloncuklu bir puzzle ı yapmak gibi bir şeydir belki. darmadağın olmuş gövdenin her zerresinde ruhunun bir katresinin bulunduğu. ama en muazzamı yıkmaktır. yıkmak yıkmak ve kendi üzerinde tepinmektir sanıyorum ki. çünkü en çok kazanç yıkılan devletlerden kazanılır.