temel olarak, değersiz olduğunu düşünen adamdır, vesaire vesaire..
bir akşamüstü vapur sesiyle kendine gelip, akşama kadar hiç yaşamadığını anlamak, bir taraftan 'nerdeymişim ben, ne yapmışım şimdiye kadar' soruları sordururken; 'artık burdayım işte, artık başkayım' demenin de bir yolu aynı zamanda. günü akşamdan başlatan uyarıcı.
boşa akan su gibi umursanmaz, kendi haline bırakılmış vaziyette geçen zaman, tükenmeye yüz tuttuğunda farkedilir, yine sözkonusu su gibi. uzaklara dalan gözler kaçan zamanı koşup yakalamak için fırsat kollayan adamın sözcüsüdür.
peki ne yapılmıştır, nedir böyle düşündüren, böyle içlendiren..
kadıköy'ün arka sokaklarında delikanlılık yaparken mazlumun hakkını koruyan, gururu okşanan adam neden vazgeçmiştir bu 'kutsal' görevinden?
en sevdiği dostunu, bir buçuk santimlik bi metal parçası yüzünden kaybeden adam, korkudan değil, ama belki nöronlarını sızlatan katran düşüncelerden almıştır dersini. evet koçum, sen delikanlısın ama hayat değil işte. istersen ömrün boyunca peşinden koştuğun cengaverlik üzerine kitap yaz, nobel al, insanlar seni iltifat manyağı yapsın. olmayacaksın, şu manzaradan sonra asla mutlu olmayacaksın.
en iyi liselerden mezun olup itü ye sağlam bi giriş yapmak, sana cal-tech te master yapmayı vaad etti, mutlu olmayı değil. nasıl ve ne zaman, hangi esrar kokulu damaltında tahsile bağladın mutluluğu? sen zaten orada kaybettin. koynunda geceleri eskittiğin son model fahişeler, hayatını unuttururken paranla beraber düşünme yetini de aldılar elinden, yine dönüp dolaşıp geleceğin yer olan güzel şehr-i istanbul dan daha güzel göründüler o günah dolu gözlerine.
roman oluşturacak kadar dolu sorular..
ve beraberlerinde getirdikleri kaygı, öfke, nefret ve bilumum iç gıcıklayıcı bilmem ne. istesen kavrayıp kökünden sallayacağın şu iskele babası, şimdi kaslarını parçalayan bi silindir gibi düşüyor düşüncelerine. yanından geçerken üçüncü sınıf parfüm kokusunda seni boğan beşiktaş kızı, güçlü sandığın bedeninin ne zayıf bir dokunuşla yıkılacağını anlatabilmiş olmalı. hayır, en aydınlık günde umut ışıklarını karanlıklara boğsa da kirli havayı sakın suçlama, zira senden suçlu değil. öyle hissetmiyor musun? yalan söyleme.
bir devrin yok oluşu, kayıp gençlik hikayeleri anlattığın arkadaşların, şimdi senden çok uzak, çok daha kabul edilebilir dünyalarda yaşıyorlar. bir tanesi karşına çıkıp, 'nerelerdesin bunca zamandır' dese, 'ben' dersin, 'işte..' dersin, daha da diyemezsin. hayatın boyu hem arkasında koştuğun, hem de unutmaya çalıştığın o yüksek erdemler izin vermez sana. karşındaki söz dinlemiş adamın gözlerine baksan, bakabilsen miden bulanır, yerinden zerre oynayamazsın. bi kussan rahatlayacaksın gibi gelse de, öyle değil. zira rahatlamak için sen, kendini kusmalısın günahkar, kendini..
bir zamanlar okulunun kapısından her girişte tüylerini diken diken eden duygu, seni fakültenin kapısına değil, adam olmaya götürürdü. ama bir şeyler oldu, sen de hep küfrettiğin kapitalistlerden daha açgözlü, yanlarından geçmediğin anarşiklerden daha hırslı oldun. kaybolup giden tüm erdemlerinin yanında çaresizce tutunduğun çalışma azmi, eş dostun seni görmek istediği amarikalar a taşıdı belki, ama bu kadarla bitmedi.
ilk gördüğünde seni büyüleyen santa cruz un bitmek bilmez sahil şeridi, dışa vuramadığın aşağılık, lağım kokulu nefis çizgilerindi aynı zamanda. o zamanlar hiç bitmeyecekmiş gibi görünen mühletin, bir gün seni yargılamak için kullanılacağını hesaba katmalıydın.
yalan taşırma kabında geçen yıllar sana seni unuttururken, büyük şirketlerde büyük maaşlar sağlayacak koltuğun da hazırlanıyordu yavaş yavaş. o koltuğa kurulduğunda daha janjanlılarını organize etmeyi planladığın partiler, odun sobalı anadolu evlerinin samimiyet kokulu atmosferini sildi hatıralarından.
geride kalan şehvani pis duygular, alkole boğulmuş kayıp sabahlardı.
ve okul bitti, işte burdasın.
giderken uğurlayan dostun, geri dönüşünle aradığında duyduğun 'bu numara kullanılmamaktadır' sesiyle meraklandırdı seni. merakın, o numaranın sahibinin akıbetini öğrendiğinde üzüntüye döndü, o da artık yoktu.
ve işte şimdi, tam da şu an başladın düşünmeye. sana en yüksek dereceleri kazandıran kıvılcımlar bile düşünme değildi, geceler boyu tez hazırlamak için sarfettiğin efor bile. şimdiki, en çetin iş.
bu iş sana, ömrünün 25 yılının çöp kutusunda olduğunu idrak ettirdi. yüzün kızardı, tenin gerildi, tüm bedenini yakan kızgın yağlar döküldü üstünden.
daldın, sanki bir daha hiç çıkmamacasına. şükür ki şu vapur sesi vardı..
şimdi durma, zalim heceler ve keskin düşünceler aklını istila etmeden, umursanmaz akan su bitmeden koş.
türk sinemasında yılmaz köksal ve süleyman turanın canlandırdığı karakterlerdir. amk ne bok olsa hoop atlıyorlar e haliyle counterdaki gibi ilk çıkan yarrağı yering.