Bunu bize toplum, çevremiz de enjekte ediyor biraz. devamlı karşılaştırma yapmalar, eleştirmeler. birileri matematikten yüz alır, sizin resim yaptığınızı görmezler. sizin de yüksek not almanızı isterler. birileri gelip açık açık giyim kuşamıyla ezer, arabasıyla, eviyle, sevgilisi, sevdikleri, popülerliği, diplomalarıyla, kariyeri, yabancı dili, saygınlığı, bağlı olduğu aile, grupla. doğduğu yer, sahip olduğu imkanlarla ezer. siz ulaşamazsınız oralara. başka dünyaların insanlarısınızdır. bir karıncaya basmak istemez, bir kuş yuvası dağılmış gibi suçlu hissedersiniz. dünyadaki tüm kötülüklerin sebebini siz görürsünüz. suçu hep kendinizde görürsünüz. yetmiş yaşında da olsanız içinizde o ezik, küçük çocuk vardır. savaşamazsınız, elinize vurup ekmeği alsalar ses çıkaramazsınız. mutluluğu kendi hakkınız görmezsiniz.
bugün sınavda oldu bu. daha önce hayatımda bir soru tarafından böyle küçümsenmemiştim sözlük. bak şöyle diyor:
''şehirliler mevsimlerin özelliklerini unutmuştur. mevsimler değişir de kimsenin haberi bile olmaz.şehirlerin kendine has akışı, yapıları, ciddiyeti, hırpani soğuğu ve öldüren kalabalığı bahara ve onun işaretçilerine gelecek yer bırakmamıştır. mevsimlerin değiştiğini takvimlerden anlar şehirliler. kış, sonbahar, yaz... nelerle gelir bunlar, ortalığı nasıl değiştirir, dünyayı hangi renklere boyar? takvim sayfalarında 'baharın ilk günü, kış başlangıcı.' filan yazar. siz de buna inanırsınız. ''
sonra bi kaldırıp kafamı etrafa baktım herkes sakin sakin sorusunu çözüyor yüzsüzlük etmeyip matematik sorularına geçtim.
sizden düşük durumlarda olan insanların(maddi manevi) sizi küçük görmesi aşağılaması.
afedersiniz ama kendini bi halt sanmasıdır.
o an kendinizi ezik gibi hissedersiniz kendinizi bi şekilde ispatlamak istersiniz ama yapamayıncada işte...
(bkz: kimsin sen ya)
antalyalı arkadaşlar bilir, bizim ara sıra kafa dağıtmak için gidip oturduğumuz, içtiğimiz, arkadaşlarımızla dertleştiğimiz falezlerimiz vardır.
günlerden bir gün 3 dal sigaramı alıp oraya gittim. şu yeni yapılan korulukların en köşesine gidip üzerine çıktım. inanın büyük keyif, uçuyorum sanki ve manzara çok daha yakın, çok daha güzel. 2 metre sonra uçurum. sağ tarafıma doğru 200 metre ileriden düğün sesleri geliyor. sanırım her zaman olduğu gibi bir başka pazarlığın sonuçları açıklanmış, kırmızı kuşaklar takılmış ve "kan" öncesi eğlence yapılıyor, yeni bir kadın daha satılıyor. sol tarafımda evren büfede oturan hafif sesli insan topluluğu. koruluklara yaslanmış 1-2 çift. yukarıda dev gibi bir yıldız, altımda kocaman bir deniz. ilk sigarayı yaktıktan sonra düşünmeye başladım. aslında buraya gelmemin sebebi "ne oldum-ne olacağım-ne biliyorum" gibi sorularıma cevap aramaktı. ilk sigara kendimle kavgama yetebildi ancak, kısa sürdü. 2. ve 3.sigaralar manzarama eşlik ettiler. konuşmanın sonucu koskoca bir "bilmiyorum" olarak kaldı. evet düşününce hiç bir şey bilmiyorum. benden daha az bilenler vardır, olsun.. ben gene hiç bir şey bilmiyorum. bu bana ezik olmam için fazlasıyla yetiyor.
cafede kız arkadaşınızla otururken sipariş için garsonu çağırmanız gerekir. kendinden emin ve karizmatik bir ses tonuyla, yanınızdan geçmekte olan garsona "pardon bakar mısınız?" dersiniz.ama garson duymaz... işte o an ki eziklik duygusu emrah filmerinde bile olmayacak yoğunlukta sarar sizi...