https://www.youtube.com/watch?v=SnF2xdCkvHo
Caligula’nın sonu, halkçı sosyalist bir perspektiften analiz edildiğinde, sınıfsal çelişkiler, iktidarın yozlaşması ve halkın bastırılmış öfkesi üzerinden değerlendirilebilir. Gaius Julius Caesar Augustus Germanicus, yani Caligula, Roma imparatorluğu’nun üçüncü imparatoru olarak M.S. 37-41 yılları arasında hüküm sürdü. Saltanatı, tarihçiler tarafından genellikle tiranlık, savurganlık ve delilikle anılır. Ancak bu anlatıyı bireysel patolojiden ziyade sistemik sorunlara odaklanarak yeniden çerçeveyebiliriz.
Caligula’nın yönetimi, Roma’nın aristokratik elitinin (senato) ve imparatorluk bürokrasisinin çıkarlarını koruyan bir sistemin ürünü olarak görülür. Caligula, başlangıçta halk arasında popülerdi; vergileri düşürme ve gladyatör oyunları gibi halka yönelik gösteriler düzenleme gibi adımlar attı. Ancak, bu popülizm, gerçek bir halk iktidarından ziyade, kişisel gücünü pekiştirmek için kullanılan bir araçtı. Caligula’nın yönetimi, üretim araçlarını kontrol eden elitlerin (patriciler ve büyük toprak sahipleri) çıkarlarına hizmet eden bir rejim olarak tanımlanır. Onun savurgan harcamaları ve lüks düşkünlüğü, emekçi sınıfların (plebler, köleler) sömürüsünden elde edilen artı-değerin kötüye kullanımı olarak yorumlanabilir.
Caligula’nın senato ile çatışmaları, halkçı bir hareketten çok, elitler arası bir güç mücadelesi olarak okunabilir. Senato, imparatorun otoritesine karşı kendi ayrıcalıklarını korumaya çalışırken, Caligula’nın giderek artan otokratik tavırları, bu gerilimi körükledi. Sosyalist bir bakış, bu çatışmayı, halkın çıkarlarını değil, egemen sınıfın farklı fraksiyonları arasındaki rekabeti yansıtan bir mücadele olarak görür.
Caligula’nın M.S. 41’de Praetorian Muhafızları tarafından öldürülmesi, halkın doğrudan bir ayaklanması olmasa da, sistemik adaletsizliklere karşı biriken öfkenin dolaylı bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Roma toplumunda köleler, plebler ve yoksul çiftçiler, imparatorluk düzeninin temel sömürülen sınıflarıydı. Caligula’nın keyfi vergileri, tapınak yağmaları ve halkı aşağılayan davranışları (örneğin, kendini tanrı ilan etmesi), bu sınıfların hoşnutsuzluğunu artırmış olmalı. Ancak, Roma’nın katı hiyerarşik yapısı ve halkın örgütsüzlüğü, bu öfkenin doğrudan bir isyana dönüşmesini engelledi.
Suikast, Praetorian Muhafızları gibi sistemin içindeki bir kesim tarafından gerçekleştirilmiş olsa da, bu eylem, halkın bastırılmış öfkesinin elitler tarafından manipüle edilmiş bir sonucu olarak görülebilir. Sosyalist bir analiz, bu tür bir suikastın, halkın devrimci potansiyelinin eksik olduğu bir ortamda, sistemin kendi iç çelişkilerinin bir çözümü olduğunu öne sürer. Caligula’nın ölümü, halk için bir rahatlama sağlamış olabilir, ancak yerine geçen Claudius’un yönetimi, sömürü düzenini kökten değiştirmedi.
Caligula’nın sonunu, mutlak güç ve sınıfsal eşitsizlik üzerine kurulu bir sistemin kaçınılmaz çöküş eğiliminin bir örneği olarak yorumlanabilir. Caligula’nın delilik olarak nitelenen davranışları, bireysel bir sap [sınırlı karakter] yerine, kapitalist olmayan bir üretim tarzının (antik Roma’nın köleci ekonomisi) çelişkilerinin bir yansıması olarak görülebilir. Onun yönetimi, üretim araçlarının (toprak, köle emeği) az sayıda elitin elinde toplandığı bir sistemin, er ya da geç istikrarsızlığa yol açacağını göstermektedir.
Caligula’nın ölümü, Roma’nın köleci düzeninin sürdürülemezliğini ortaya koyar. Ancak, halkın devrimci bir özne olarak örgütlenememesi, bu çöküşün yalnızca bir yönetici değişikliğiyle sonuçlanmasına neden oldu.
Caligula’nın sonu, günümüz kapitalist sistemleriyle paralellikler kurularak da analiz edilebilir. Popülist liderlerin halkın hoşnutsuzluğunu manipüle etmesi, elitler arası güç mücadeleleri ve sistemin kriz anlarında kendi “kurbanlarını” (günümüzde skandallarla düşen liderler veya şirketler) üretmesi, Caligula’nın hikayesinde yankılanır. halkçı bakış, bu tür krizlerin, sistemin kendisini yeniden üretmek için kullandığı mekanizmalar olduğunu savunur.
Caligula’nın feci sonu, Roma’nın sınıfsal eşitsizlikler üzerine kurulu düzeninin bir aynasıdır. Onun yönetimi ve ölümü, mutlak güç, yozlaşma ve halkın bastırılmış öfkesinin sistem içinde nasıl manipüle edildiğini gösterir. Ancak, halkın devrimci bir özne olarak ortaya çıkamaması, bu çöküşün yalnızca bir yönetici değişikliğiyle sınırlı kalmasına neden oldu.