Bu zaman insanların kendini akıntılara kaptırdığı bir zaman... Kaygıların dirençlere dönüşemediği, kargaşaya kapılıp gittiği bir zaman... Ayakta kalmak bir dert... Kendin gibi olmak bir dert... içinde bir dünya taşımak bir dert... Herkes gibi olmaya, sırayı bozmamaya, farkının peşine düşmemeye razıysan mesele yok. Ama değilsen işin zor. Endişelerine sahip çıkmak, hassasiyetlerini canlı tutmak, kendi zevklerini geliştirmek istiyorsan zor bir hayat bekliyor seni. Göğüslemen gereken pek çok şey olacak. Her gün, her saat... Akıntıya karşı kürek çekmek zordur, kulaç atmak daha da zor... Koyverirsen kendini kolaylaşır her şey... Bunca güçlüğe katlanman, bunca sıkıntıyı göğüslemen gerekmez o zaman. Ama ne kalır geriye senden? Herkes gibi olursun da, ne kadar benzersin kendine? Aklın ne işe yarar? Kalbin ne için atar? Bir idrake sahip olabilir misin? Bir zevke, sana özgü bir inceliğe? Yaratılışına bak, ne çok şey var seni diğer insanlardan ayıran. Bir başkasıyla karıştırılma ihtimalin var mı hiç? Ben benim, sen sensin, o da o! Aynı şablondan çizilmedik, aynı tornadan çıkmadık, aynı makasla kesilmedik. Hepimiz kendimize özgüyüz! Kaşımız, gözümüz, simamız, edamız bize ait... Elimiz, kolumuz, halimiz, hareketimiz bize özgü... Benzeri varsa bile aynısı yok hiçbirinin. Fiziki olarak bu kadar farklıyken birbirimizden, bundan çok daha derin, bundan çok daha zengin olan ruhlarımızın aynılaşmasına nasıl ikna olabiliriz? Kim razı edebilir bizi buna? Nasıl teslim olabiliriz böyle akıldışı bir tezgâha? Hal böyleyken, hakikat buyken, nasıl oluyor da kapılıp gidiyoruz herkesi aynılaşmaya sürükleyen akıntılara? Durup düşünmediğimizden... Kendimizle yüzleşmediğimizden... Dışımızdaki dünyaya teslim bayrağını çekip içimizdeki dünyaya yüz çevirmemizden... Bizi biz yapan içimizdir, dışımız değil! Biz içimizden kotardığımız bir "kendine özgülük"le çıkarız dışımızdaki dünyaya. Orada varolabilmemiz de, orayı zenginleştirebilmemiz de böyle mümkün olur ancak. içimizin bütün kapılarını sıkı sıkıya kapatarak kendimizin yabancısı olmak, bizi insan olmaktan uzaklaştırır ister istemez. Bir veri olur kalırız, nefes alıp veren bir eşya... Kendinden bihaber kalmak, bu hal üzere kitleye kitlenip kalmak, sürüyü büyütmek olur sadece. Sürü kavramı insanlar için icat edilmemiştir. insanlar güdülmezler, güdülenmezler. insanlar ruh sahibidirler, akıl, kalp ve vicdan sahibidirler. insani asgari müşterekler olmakla birlikte her insanın herkesten farklı olduğu yönleri vardır mutlaka. insanı özel kılan budur. insanları değnekçilerle, çobanlarla yönetemezsiniz. Oradan oraya şuursuzca yöneltemez, sürükleyemezsiniz. insanları akıntılara zorlayamazsınız. Eğer böyle değilse vaziyet, eğer yutmaya başlamışsa akıntılar herkesi, o zaman insanı aramak gerekecektir yeniden. Çünkü her şeyi akıntılarla ifade edebildiğiniz bir zamanda yaşıyorsanız, insan kayıptır. Böyle bir zaman insanın insanlığının tedavülde olmadığı bir zamandır ancak. Herkes kendini keşfe çıkmalıdır yeni baştan. insanlar insanlığı aramaya çıkmalıdır. Kendimizi bulmakla bulabiliriz insanlığı yeniden. Kendimize dair, aklımıza, duygularımıza, vicdanımıza, zevklerimize, idrakimize şeylerin izini sürmektir en önemli işimiz. Bu zaman, böyle bir imtihanın er meydanıdır. Yoksa akıntılar sadece varlıklarımızı değil, hayatı da sürükleyecek karanlık denizlere!