kişinin kafasında binbir türlü soru işareti oluşmasına sebep olan hadise, hele ki kadın başka bir ülkede yaşıyorsa.
ah ulan. gel de içimi dökeyim biraz sana;
2 hafta oldu tanıyalı sadece. 2 hafta diyorum bak; öyle aylar, yıllar yok arada.
çok samimi olduğum, eski bir iş arkadaşımın kuzeni oluyormuş kendisi.
bir akşam özleştik biz bu merveyle, gel dedi oturalım, bir iki kadeh bir şeyler içeriz.
- çok özledim çok. akşam iş çıkışında benlesin!
+ iyi madem. kaçta, nerede?
- 22.00, telve?
+ uygundur.
ankara'da yaşayanlar bilir telveyi. saçma bir ortamı olmasına nazaran, canlı müzik sohbet muhabbet derken sardıran bir müessese.
bu kardeşin mekana 1 saat öncesinden teşrif ederek, birkaç şey içti.
saat 22.15 sıralarında, kapı çaldı.
hangi kapı biliyor musun?
mekanın değil, kalbimin...
***
merve'nin yanında gelen kadın. kalbimin anahtarı.
adını buyurmasa, melek derdim yine...
merhaba melek, hoşgeldin!
hayatıma, bana, kalbime, ruh sağlığıma.
her şeye hoşgeldin...
kısa bir tanışma faslından sonra, dayanamadım haliyle;
+ ne yapıyorsun, nerede yaşıyorsun?
- hollanda, rotterdam. merve'nin yanına kafa dağıtma amaçlı geldim.
o an daha aramızda hiçbir şey olmamasına rağmen içime bir sıkıntı düştü.
gidecekti tekrar. ne olurdu burada olsaydın? hiç gitmeyecek olsaydın?
ah melek.
bozuntuya vermeden lavaboya kadar gittim.
elime yüzüme bir su çarparak "bu sen değilsin, kendine gel" diyebildim.
aşka inanmayan biri olarak, ilk görüşte aşk benim yaşantıma mantıksız geliyordu.
dedem "neden bir yaratıcı olduğuna inanmıyorsun?" dediğinde;
"görmediğim hiçbir şeye inanmam" derdim.
gördüm.
aşkı gördüm hem de.
***
alkol sayısı arttıkça, kalbimde olan ritim bozukluğu artıyordu.
meleğe kanatlanıyordu adeta kalbim. bıraksan uçup, yanağına konacaktı.
birileri sesimi duymuş olmalı ki, bir anda ayağa kalkan melek "bu şarkıya bayılıyorum, dans etsek ya?" diyiverdi.
allah'ım ne büyük lütuf!!
ayağa kalkıp ellerini ilk tutuşumu hatırımdan çıkaramıyorum...
kimseciklerin olmadığı pistte, başını göğsüme yasladı ve dans etmeye başladık.
bir ara kafasını kaldırıp; "kalbin... kalbin ne kadar hızlı atıyor." diyiverdi.
kronik olarak bana kodlanan ritim bozukluğu hastalığından diyecek halim yok ya;
"yoo, sanırım biraz heyecanlandım" diyerek geçiştirdim.
dans bitti, yerlerimize geçtik.
masada merve de var, buluşma amacımız özlem gidermek; fakat meleğin gözünde ben-
benim gözümde melek. bırak merve'yi, dünya umrumuzda değil o an için.
yine de merve oradaydı ve muhabbet etmek gerekiyordu.
bir an için, benimle yaşıt olan merve'nin; "melek abla ben bir lavaboya gidip geliyorum." demesi ile ikinci kez irkildim.
merve ile aynı yaştaydık ve meleğe abla demişti.
merve gittikten sonra yaşını öğrendiğimde, benden 4 yaş büyük olduğunu öğrendim.
oysaki mini minnacık bir melek nasıl o yaşta olurdu?
yalan ile başladım ve aynı yaşta olduğumuzu söyledim. içime bir huzursuzluk doluverdi.
huzursuzluğu yansıtan ruh halim ile daha fazla oturamadık. hem saat de geç olmuştu artık...
gitmeden, numaralarımızı aldık ve bir daha görüşmek üzere sözleştik.
karışık kafama rağmen, meleğe aşık olmuştum.
4 saat gibi bir sürede hem de.
***
mesaj atmayan bir melek.
"- güzel geceydi, teşekkür ederim." mesajına alamadığım cevaptan sonra bir daha yazma yüzünü bulamadım.
bir şeye küstü mü, çekindi mi, toparlayamıyorum bir daha.
birkaç gün geçince üzerinden, dayanamadım. merve'yi aradım.
- merve naber moruk?
+ iyi şerefsiz, senden naber? aklına gelebildim sonunda.
- hep aklımdasınız, çıkmadınız ki hiç?
+ çoğul konuşma çoğul. gidiyor yarın melek.
- nasıl yani?!
+ dönüyor hollanda'ya.
- ama daha çok erken...
+ 2 aydır buradaydı, artık dönmesi gerekiyor. iş, güç malum.
- hadi ya. e nasıl olacak?
+hayvanlık yapma da, bi buluşma teklif et.
- ya etmem mi, ne diyorsun sen?
+ tamam uzatma haydi, ara kızı.
- ...........
hemen arkasına meleği aradım. merve'den ayrı, teyzesinde kalıyormuş. öyle öğrendim.
sesimi duyunca, tanımadı. kaydetmemiş numaramı.
kendimi hatırlatınca, ses tonunda bir canlanma hissettim.
son gün, gitmeden önce buluşma kararı aldık.
yine kızılay'da. bu kez merve olmayacaktı.
***
flamingo'ya oturduk. selanik'te. sessiz, sakin bir yer.
meleğin odağına geçmek için, arkası duvar olan bir kısma kendim oturdum. karşıma ise onu aldım.
sadece beni görmesi için.
yarım yamalak türkçe'si ile beni bir kez daha kendine hayran bıraktı.
orada doğup büyüdüğünü, bazı yazları türkiye'deki akrabalarını ziyaret için ankara'ya geldiğini söyledi.
bir ara konu, insanların birbirlerinde iz bırakması gerektiği gibi bir olguya geldi.
insanların birbirini kolayca unutabildiğini, fakat bunu engellemenin mümkün olduğunu söyledi.
- nasıl olacak? diye sorduğumda.
+ aslında çok basit. sana ait bir şeyler bırakarak. ama bu manasal bir şey olmalı.
diyerek da vinci şifresini önüme bıraktı. bilmesi gereken bir şey vardı.
ona olan duygularım.
"sen dök içini, ben etrafı toplarım." dediğimde; inceden hasbelkader utanarak;
- bana olan ilginin farkındayım, ama aramızdaki yaş farkını biliyorum.
ve maalesef bu şartlar altında, aynı ilgiyi göstermeme kalbim müsaade etse de, beynim etmez sapan, kusura bakma.
dedi ve kulaklarımı ateşle tıkadı. merve yaşımı söylemişti.
ama bunu neden yapmıştı?
neden çok önemli olmasa da, sonuç ortadaydı.
taksiye bindirmeden önce, birbirimizin gözüne hüzünle bakabildik.
ve başlamadan biten bir aşkı, hoşçakal'lar ile sonlandırdık,
yanağından verdiğim bir masum buse...
melek. çırptı kanatlarını.
***
aradan bir hafta geçmesine rağmen unutabilmiş değildim. kafayı yeme noktasındaydım.
bir gün aniden kafam attı. aldım telefonu elime ve aradım meleği. sonu ne olursa olsun kusacaktım içimdekileri.
gerek ben gidecektim, gerekse bekleyecektim. meleği odak noktama koymuştum bir kere!
ikinci çalışında telefon açıldı ve türkçe'yi düzgün kullanamayan bir erkek sesi:
- kimi aradın?
+ melek? yanlış oldu galiba.
- melek yatıyor şu an, ben erkek arkadaşıyım.
telefonu nasıl kapatabildim, hala bilmiyorum.
içimdeki yangın, güneşe denk.
o günden sonra merveyle de konuşmadım hiç. salak gibi bir adam oldum.
melek mi? olayın sonrasında ne o aradı, ne de ben.
hayal kırıklığı büyüktü tamam; her ne kadar hissettiklerime aşk demek mümkün olmasa da, hem kabuğum bir cılız tokatla çatlamayacak kadar sertleşmişse de, bir soru aklımı kurcalayıp duruyordu: aşk denen o güzel kız çocuğu bu kadar çirkef, bu kadar kirli ve bu kadar çirkin mi büyüyecekti?
aşkta yaşın bi önem olduğunu bi problem olacağını sanmıyorum. adı üstünde aşk nerde nasıl ne zaman kime olacağını belirleyemezsin seçme hakkın malesef ki yoktur.