herkesin hayatında, iz bırakan, derinden sarsan, efendime söyleyeyim allahını şaşırtan ve pek keyif vermese de, en okkalısından koca koca dersler veren olaylar olmuştur. fakat, evet, bazı insanlar uslanmamaya yemin etmişlerdir ve onlar için pek de bir şey farketmez.
*
bundan dört yıl önce, otuz bir yaşımın sonbaharında, halen bekar ama aramaya inanan, huysuz ama tuttuğunu koparan, kısa boylu ama "bodur tavuk her daim piliçtir" felsefesini yürekten benimseyen bir "taze" idim ve aynı zamanda kapalıçarşı'da on sekiz yıldır varlığını devam ettiren "şafak kuyumcusu"nun altı yıllık emektar tezgahtarıydım.
her ne kadar şafak kuyumcusunun, diğer kuyumcuların altın sarısındaki ısrarına inat tozpembe boyanmış duvarları olsa da, bu durum benim algımda herhangi bir yanılsama yaratmıyor ve koyu gri düşünceleri her daim salık veriyordum beynime.
---
mesela şu gelen pos bıyıklı adam, yanındaki çıtırla alyans bakıyorlar kendilerine. nereden bulduysa bu kızı. bulduğu çıtırı geceler boyu çatır çatır tövbee... yazık yahu. şu kızın körpeliğine, kalem parmaklarına, ürkek bakışlarına bak. şimdi de saat üç yönüne çevir kafanı. bu nasıl bir adam böyle, meymenetinden belli ne nemrut olduğu. kızı iki günde canından bezdirir, dozer gibi de ezer. eh be kızım, taş çatlasa 19'sun. ne acelen vardı? sırf parası var diye, her gece bir gorille sevişeceğinin farkında değil misin sen? allah herkese aynı aklı vermiyor tabi, biz boşuna mı bekliyoruz. bak 31 olmuşum ama doğru adamı bulmadan evlenmem. evlenmem arkadaş!
-
hah, hele bir de şuna bak! kokona! hoşgeldiniz efendim. dükkana girer girmez bayat parfüm kokusu öldürüverecekti bizi. parmakta da zevksiz bir alyans. kim evlenmiş bu kazulet karıyla allah aşkına. yağlı kapıya dükkan açmış herhalde, kendine kolye bakıyormuş hannnnfenddii. bu karıyla ömür geçer mi be. ayy evlilikten soğuttunuz adamı yeminle. yok yahu, bu insanlarda zerre kadar akıl yok. evliliği ne sanıyorlarsa; yazık.
-
ve 4 mart 2009-
heh, sen de hoşgeldin canım! beş dakikalık kahve keyfimin de içine sızdı yeni bir evlilik heveslisi. ne istiyorsun sen bakayım, hımm alyans demek. bir dakika bir dakika, ağır ol! o yüzük benim yüzüğüm olacak! oo, beyimiz kararlı görünüyor, müstakbel eşinin parmak ölçüsünü de almış. hem de iple! bu devirde iple ölçü alan tek antika sensindir paşam. nabzım mı hızlandı benim, başım da dönüyor. ee, ip nerede? hay aksi, yerlerde sürünüyor, üstüne de basmışım. bozuldu mu acaba ölçüsü? aman, karakuru bir şeydir kesin bununki. ayarlayıveririm bir tane beyimin istediği modelden. benim yüzüğümden yani, birazdan karakuru kızımızın parmaklarına giriverecek yüzük.
6 mart 2009-
çok yoğun bir gün olmayacak sanki bugün. çok kalabalık değil çarşı. şafak abi de laf etmedi televizyon izlememe, hayret. yani günde dört saatimi şu izdivaç programlarına ayırırım, daha bir kere birbirine yakışan bir çift görmedim. aa müşteri yok mu demiştim, geçen günkü herif geliyor, şu benim yüzüğümü alan. beğenmedi mi acaba müstakbel karısı...
- olmadı bayan olmadı, yüzük sevgilimin parmağına olmadı, ikinci boğumu geçemedi.
- aa nasıl olmaz, hay allah. hemen büyüğünü vereyim beyefendi. kusurabakmayın.
- böyle kusura bakılır. her şey tamam. müzik, ışıklar, mumlar. üç aydır yaptığım organizasyon bir kıçı kırık yüzük yüzünden mahvoldu. sıkışıp kaldı parmağında. ölçüye göre yüzük satmayı bilemeyeceksen, ne diye kuyumcuda çalışırsın? her şey mahvoldu! teklifim berbat oldu, hevesim kırıldı. nasıl ödeyecek bu dükkan bana bunu?
yüzüğüme hakaret etti, eşek hoşaftan ne anlar!
- kıçı kırık dediğiniz yüzük bu dükkandaki en değerli yüzüklerden biri, çok narin bir yüzük. dolma parmaklılara yakışmaz zaten. isabet olmuş.
- ne diyorsun sen ya? sevgilime dolma parmaklı mı dedin sen?
- gülcan, ne dediğinin farkında mısın kızım?
- farkındayım şafak abi,yazık günah. güzelim yüzük, dolma parmaklarda mındar olacaktı. sen en iyisi o yüzüğü iade et. teklifine gelince; doğrudan beni suçluyorsun ama belki de kısmet değildir. olamaz mı? hevesin de kırılmış bak!
- hem beceriksizsin hem de terbiyesizsin!
- sana bir şey söyleyeyim mi? sen de kıronun tekisin. böyle yüzükmüş, mummuş, teklifmiş boşuna uğraşma. yontulmazsın sen.
- gülcan, kes!
- kesmiyorum şafak abi, sevgilisi de yüzüğü de ölçüsü de yere batsın.
"allah hepinizin belasını versin." diyip çıktı dükkandan. seninkini vermiş vereceği kadar. domuz! şafak abi de "gel konuşalım" diyor, sinirim de tepemde! "kızım, lafını ölçüp de konuş" diyecek herhalde yine. demesi kolay tabi, insanı çileden çıkartıyorlar.
- buyur şafak abi.
- çek şu tabureyi, otur bakalım gülcan.
- az önceki konuyla ilgiliyse, kusurabakma şafak abi ama sen de gördün ayının ne yaptığını.
- kızım olmaz bu böyle. kaç defa uyardım seni. esnaf dediğin müşterisine hoşgörü gösterir, sen bir de hakaret ediyorsun. bak orada ne yazıyor; "müşteri her zaman haklıdır."
- ya şafak abi, ne yapsaydım, gördün sen de.
- gördüm kızım gördüm. bak ne diyeceğim sana. uzun zamandır dikkat ediyorum davranışlarına. dilin kılıç gibi oldu, hep gerginsin, mutsuzsun. esnaflık kolay iş değildir, hele ki kapalıçarşı gibi bir yerde. yıpratır insanı. sen de yıprandın. ben diyorum ki gülcan; biraz dinlen.
dinlenmek mi? nasıl yani, izin mi yapayım biraz? mart ayında hem de. yok canım. e o zaman? nasıl yani, işten mi çıkartıldım? e, dinlen dedi ama.
altı yıldır çalıştığım yerden kovarken "defol git" diyecek hali yok ya şafak abinin. kibar kibar kovuyor beni: "biraz dinlen."
---
dinleneyim şafak abi, dedim; sen bilirsin. "senin iyiliğin için kızım, yıprandın." dedi. doğrudur, dedim. helalleştik.
*******
altı yıllık işyerim, altı yıllık ekmek kapım, altı yıllık alışkanlıklarım, gördüklerim, öğrendiklerim... öyle çok büyük, derin üzüntülere gark etmemiştim ama boşluğa düşmüştüm ve bundan sonra ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. ne olmalıydı, ne olabilirdim? hangi yoldan gitmeliydim, hiç düşünmedim. kalbim kırıktı, nasıl olduğunu anlamadan kendi kendimi yaralamıştım ve tek isteğim onarılmaktı. bir başkası tarafından onarılmak. evet, yıllar sonra ilk defa kendime itiraf edebildim; bir erkek tarafından.
hiç uzatmadım, düşünmedim, hatta diyebilirim ki bu işi ciddiye bile almadım. çok zor bir şey olmasa gerekti. ne paçozlar ne gudubetler evleniyordu. ben mi evlenemeyecektim?
unutmuyorum, 1 nisan sabahıydı. anneme, "asude teyzenin bahsettiği adam hala evlenmemişse ve benimle görüşmek isterse, ben o adamla bir tanışmak istiyorum" dedim. çay boğazında kaldı. 1 nisan şakası yapıyorsun değil mi, diye sordu defalarca. sonunda anladı ciddiyetimi.
öyle çok fazla uzatmadık. görüştük, tanıştık. karşımdakinin tek isteği evlenmekti. evet, benden on yaş büyüktü, kesinlikle yakışıklı değildi ve sadece evlenmek istiyordu. artık ne olursa...kısmet benmişim. oluverdi, evlendik. 3 yıl geçti. şimdi ne durumdayız, merak ettin değil mi? şöyle söyleyeyim, her şey gayet normal. fazla normal. ne bileyim, öyle işte, çok şükür.
hiçbir zaman neyle karşılaşacağımı bilemediğim, aslında ne istediğimi de bir türlü kestiremediğim hayat yolumda, diğer insanların daha önce kullanıp onay verdiği, belirlenmiş kurallara uyarak ilerliyorum başıma bir şey gelmesin diye. kocam da, öyle normal, cidden çok normal, fazla konuşmayan (bazen bir gün içinde yalnızca üç cümle kuruyor) bir adamcağız. sıkıntı yok.
bir de şu beyaz deri koltukları alsak bizim salona. hani kenarlarında koyu kahverengi bantları olan koltuklar... ne zaman şık bir mekan görsem, içinde illaki bu koltuklardan görüyorum ve çatlıyorum! bugün çok ısrar ettim. ağzından mıyıl mıyıl bir şeyler çıktı, tam duyamadım ama, bir kaç kafa şişirme seansından sonra aldırırım diye umuyorum.