uykusuz yazarlarından umut sarıkaya , vedat özdemiroğlu gibi düz yazılar yazan fırat budacının dergideki yazılarının toplandığı ilk kitabı. umut sarıkaya hikayelerine katıyor , katıştırıyor , yürüyor , koşuyor , coşuyor! vedat özdemiroğlu daha bir düz yazıyor diyelim. fırat budacı da ; ne varsa onu ayrıntılı güzel betimlemelerle , uzun uzadıya anlatıyor. bence bu adama her şey çok anlamsız geliyordur. aşırı da karamsar bir karakteri ve dolayısıyla mutsuz da bir hayatı vardır. böyle de çok çok bilmiş olduk. kendisinin de dediği gibi "bir yazıda cümlelerin bu kadar çok 'dır'la bitmesi ayıptır"
hepimizin bir şekilde var olma çabası var galiba ya da bu abi otu boku ona yoruyor. yazıları birbiri ardına okurken hep aynı şeylerden bahsediyor gibi gelebilir. normaldir de . hakeza öyledir de...napsın adam , senin benim gönlümü hoş etmek için hep farklı bir konu mu bulcak! benim en çok hoşuma giden hikaye tipi 'çeviri bir hayat' yaşayan tipleri anlattıkları. ama şeytan ayrıntıda gizlidir. farklı kısımlar hoşunuza gidiyorsa sorun yok. okuyun , gayet güzel bir kitap.
beğendiğim güzel bir kaç hikaye:
-"aslında çok rahat bir insanım"
-"kendi kendini gaza getiren insan"
-"bu yaşa geldim kişisel gelişemedim. ama bu kitapla bambaşka oldum"
-"evet , beni yakaladın"
-"keşke her şeyi yarım bırakmasaydım da , tek bir yerden bilseydim hayatı"
--spoiler-- # taşındığım yerde , kokoreç , aynı pantolonu 2 hafta giymek , botların içinde zamanla bükülmez bir dirayet kazanan çoraplar , küfür ve 6. bira yoktu. kedi vardı , kedinin heykeli vardı , evde klasik , dışarıda caz müziği vardı , mum vardı , mask vardı , ürperince omza alınan şal vardı , kadehte 2 parmak şarap vardı (onu dikmek yoktu) , sigarayı değil sağlığı vurgulayan çaylar vardı , nostaljiyi anımsatan eşyaları okşamak vardı , bir sergide bir resme 10 dakika hareketsiz bakabilmek vardı...
# "kızdın mı çok?" yine 'evet' demedi , onun yerine beni bir anda ters-yüz eden o iki kelimeyi kullandı: "kızmadım , kırıldım..." o an noldu bilmiyorum , 'anlayışlı erkek' rolüm bir anda infilak etti. bütün toleransım kayboldu. ilk defa duymuyordum bu iki kelimeyi ,her duyduğumda sinirlendiğim bir ifade biçimiydi. kızmamıştı , kırılmıştı. kaba saba kızmamıştı , çıtı pıtı kırılmıştı. kızmayacak kadar yüce gönüllüydü. kızmıyordu ama bir kraker gibi kırılıyordu. lezzetinden hiçbir şey kaybetmiyordu. kızmayıp kırılarak haksızlığa uğrayan taraf olduğunu çok şık bir biçimde ifade ediyordu. mağrurdu. kırılarak karşısındaki insanı tek suçlu ilan ediyordu.
# sadece doğum günü hediyesi olarak işlev gören hediyeler bunlar. normalde kimsenin kendi için almayacağı işlevi belirsiz garip dizaynlar. bakın paketler açılıyor. iyi ki doğan insan , 'bu ne ya!' şaşkınlığından mı , yoksa nezaketinden mi bilinmez her hediyeyi görür görmez "ayyyy!" diyor. sonra da belirsizliği yok etmek için "çok güzel , çok teşekkür ederim" diyor.
# minimalist çizgilerle dizayn edilmiş , zamanın ruhunu algılayan bir mimarın elinden çıktığı belli olan , nefis bir mekandayız. aralarında sadece 5cm mesafe olan yan yana dizilmiş bu beyaz masaları görünce , normalde işletme sahibine küfredilir. ama bu mekanda , bu sıklığın çok sayıda müşteri istiflemekten başka bir anlamı var : mimarımız diyor ki "mekanımız gelenlere aynı masada oturuyormuş hissi veren , samimiyet odaklı bir konsept planladım". biz de konsept gereği mecburen göt göte oturuyoruz.
# bir garsonu ekşi bir suratla , "bi dakka bakar mısınız?" diye çağırmak ve boktan bir şey için azarlamak , sanki bir aksaklığı çözmek için değil de varlığını ispatlamak içindir.
# reklamlardaki kampanya haberini telefonla müjdeleyen neşeli kadını , "E hadi ne duruyoruz hayatım" diye karşılayan kocayla aynı kıvama gelmiştim.
# çocuklarda kafanın çok traşlı olmasıyla , dayak yeme sıklığı arasında doğru bir orantı vardır.
# ama aklımda hala mıh gibi durur , "nostaljik korseli body iç giyim istiyorum" lafı. daha önce hiç duymadığım bir adlandırmanın böyle kolayca sarf edilebilmesi beni hep hayrete düşürmüştür. üniversitede bir arkadaşım "gotik atmosferik doom metal" dediğinde de aynı duyguyu yaşamıştım. içinde olmadığım bir alem , kendi tanımlarını üretmiş şakır şukur tüketirken tesadüfen aynı ortamdaysam mal gibi hissediyorum kendimi.
# pembe camlarla 68 ruhunu büyütmeye çalışan ben , o öğlen terminatör figürasyonu seviyesinde ve üstelik altın sarısı çerçeveli bir gözlükle çıktım marketten. hayatımda böyle trajik düşüşleri bolca yaşamışımdır. gramsci'yi , gandhi'yi , lennon'ı hayal ederken ayna grubunun bir elemanı gibi dönüyordum pansiyona.
# sonra bakliyat rafının etrafından dolaşıp arkamdan yaklaşarak beni tekrar tarıyordu. sırf çocuk olduğu için hoş görülmesi gereken bir insanevladının beni öldürmek istemesi ve sırf yeterli teçhizatı olmadığı için bunu başaramaması bana itici geliyordu.(#12370128)*
# çünkü bir işyeri , insan olmayanı ister , insanı istemez . işte bakın tokalaşıyoruz , iki elin ayaları arasında yaşanan özgüven savaşı... sonra süper görüntümün ötesinde aklımı sergileyeceğim bir konuşma başlıyor. "bir şeyler içer misiniz?" "hayır , teşekkür ederim" çünkü ben asıl meseleye gelmek istiyorum , gözüm tok ve siz beni işe alacak olan beyefendi , bir şey içmememi benim güngörmüşlüğüme , hızıma , çalışkan ve aktif kişiliğime yorun. bakın ne kadar akıcı ve düzgün konuşuyorum. aslında akşam eve dönerken ekmek almak için uğrayacağım bakkalla muhabbetimi duysanız tiksinirsiniz benden. ben de sizi sekreter kıza yavşarken görsem, "ulan bu adam o adam mı?" derim içimden ama şimdilik ikimiz de haber spikeri tonajında konuşacağız. prezentabl bir savaş uğruna sürekli götümüzü dürterlermiş gibi tetikte daha ne oyunlar oynayacağız sizinle. buyrun yalanlarla dolu 3 sayfalık bir cv hazırladım. lütfen siz de benden bu müessesenin iş anlayışıyla ilgili yalanları esirgemeyin. dinliyorum...
# hakimiyetini kurduğu ortamda çok güldürüp başka bir ortamda 'güldürme vazifesi'ni başkasına kaptıranlar ; yazdıklarıyla hayatı silkelediğini sanan ama kimsenin okumadığı şairler , yazarlar ; kendinden başka herkesin 'asıl önemli nokta'yı atladığını düşünen ve 'ülkenin asıl sorunu'nu dünyanın en sıradan fikirleriyle açıklarken üzerine spot ışığı vurmuş gibi konuşan bilgiç insanlar ; geçmişi anılarla yüklü ama bugünü sıradanlıktan ibaret olan ve bu yüzden her muhabbette geçmişini anlatarak , dünü bugüne taşımak isteyenler ; bağırma sahnesi gelince 'oyunculuk görün' diye mimiklerini parçalayan sonra bir daha yüzünü toparlayamayan oyuncular ; genç insanı görünce , 'kafam genç'i ispatlamak için deliren yaşlılar...işte neresinden baksanız 'başarısız' insanların , yerini beğenmeyen trajik hikayeleri...
# aurasının etrafında dolanan iyi enerji , 'kravk kravk' diye sesler çıkaran korkunç bir kuş gibi havalandı. 3 haftadır "ommm" diyen ağzı , alışkanlıktan olsa gerek , yuvarlak harflerle dolu bir küfür salladı: "oros... çocukları!" ne pozitif enerji kaldı , ne ulu bilgenin ışıldayan düşünceleri. o ışıltılı ruh yalan oldu gitti...
--spoiler--
uykusuz yazarlarından fırat budacı'nın, hayatın içinden olan ama genelde gözardı edilen taraflarına değindiği köşesinin adıdır. başlık değil, köşe adı... kendi içinde insanın, en büyük engelinin kendisi olduğu alt mesajını barındırması da oldukça yerinde.
+ mennan abi yapmasak diyorum artık şunu.. bir gören olacak, rezil olacaz valla!
- kendimi durduracak değilim hayrim. pipi havalandı bi kere. kontrolsüz güç yunov?
'Kendimi durduracak değilim'
Ne güzel bir köşedir, her hafta insanın yüreğinde bir yere sevimli bir kuş gibi konuyor, güzel güzel ötüp dinlendiriyor, haftaya yeniden gelirim diyip gidiyor.