yaşar kemal'in sözünü akla getiren durum. en azından bana öyle geliyor. "konuşan insan, öyle kolay kolay dertten ölmez, bir insan konuşmadı da içine gömüldü müydü sonu felakettir".
dolmuş insandır, gırtlağına kadar dolu ve dertlidir.. susmak ona güzel gelir, zira konuştuğunda bir şeyleri yıkacağından, birilerini kıracağından korkar.. ya da kendini ifade edememekten, kim bilir belki de binlerce kez konuştuğu bir konuyu tekrar anlatmaktan çekinir.. bıkmıştır cünkü.. artık gücü kalmamıştır..konuştuğunda hiçbir şeyin değişmediğini görmüştür..
işte bu yüzden konuşmaz, susmak gülistan gelir ona..uygun ortam, uygun zaman ve mekan gözetler belki de kimbilir? o başkaları gibi her işe hemen atlamaz biriktirir bünyesinde..
belki bir çok şeyin kendi söyleyince bir anlam ifade etmediğini, ancak karşı taraf fark ederse bir anlamı olduğunu düşünür.. kıymetsizleştirmek istememiştir, küçümsemek ve gözünde alçaltmak.. kim bilir?
belki de karşı taraftan alacağı cevap olumsuzluğu ürkütür onu en çok.. kavga ve tartışmayı sevmez.. huzur ister, huzuru sever.. fakat susmakla huzur sağlanmayacağını bilmesi gereken insan.. susmuştur, taşmak üzeredir artık, bütün harfler gırtlağına hücum etmiştir artık bir araya getirip kelime ve cümleler oluşturamıyordur.. kim bilir?
bir acı gelir oturur gırtlağına, yüreğindeki acı ancak oraya kadar ulaşmıştır.. çıkarsa rahatlayacaktır, bilmez.. korkuları büyür gözünde, kelimeler düğümlenir ve acı içeri akan bir gözyaşı şeklinde ve daha da derinde bir yere oturur yüreğine...
Batık bir geminin dipte zamanla yeşil yosunlara bürünerek saklanması, suların kamaralara dolması ve unutkan balıkların sığınağı olması misali. Gömüldüğü karanlıkta solunum değişir, demir kararır, tahta çürür. Bozulma hüküm sürer, yüzyılların dalgaları unutuşu aşındırır, sessizliği derinleştirir. Kendi sessizliğine gömülmek sudaki kırılmayı arttırır.
dışarıdan bakınca sessiz görünen bu durumdaki bünyeler aslında içlerindeki kargaşadan doğan gürültüyü bastırmaya çalışmaktadır. bazen gürültü o denli yoğun olur, bünye o denli dolup taşar ki, başka seslere duyarlılık sıfıra iner.
her şeyi bitirmişiz, konuşacak hiç bir şey kalmamış. tek bir söz bile bırakmadan söylemişiz meğer. çok hızlı gitmişiz, ruhlarımız geride kalmış.
--spoiler--
meksikada inka tapınaklarına çıkmak isteyen avrupalı bir grup arkeolog, birkaç yerli rehberle yola koyuluyor. dağın tepesindeki tapınaklara giden uzun yolu, kısa bir sürede yarılıyorlar. aynı hızla tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturuyor ve böylece beklemeye başlıyorlar. tabii avrupalı arkeologlar buna bir anlam veremiyorlar.
saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola koyuluyor ve sonunda tepenin üstündeki görkemli inka tapınaklarına geliyorlar.
arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor; "hiç anlayamadım, niye yolun ortasına oturup saatlerce yok yere bekledik?"
yaşlı rehber ise son derece güzel şu cevabı veriyor;
"çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik."
--spoiler--
ruhumuzu o kadar geride bırakmışız ki, akan gözyaşlarıma tek bir cevap bile bulamıyorum içimde. bunca sessizliğin içinde mahkum olmak, bunca gözyaşıyla tek başına mücadele etmeye çalışmak çok yorucu.
alışmak kötü bir şeydi öyle değil mi? alışmak kötü bir şeydi, evet. sonrasında alıştığı ufacık bir şey olmayınca insan yolunu bulamıyor. neye, neden alışır ki insan? mutluluk olmayacak mıydı rehberim, bu gözyaşları niye? düştüğüm yerden kalkmak çok kolay, ama kalkmayı istemeli insan. oysa ben, iki omuzu ve kolları iki yanına düşmüş bir insan gibi yorgunum, hissizim.
çok konuşmuşuz, söylenecek hiç bir söz kalmamış. konuşacak hiç bir şey kalmamış. öylesine söylememiştim oysa hiç bir cümlemi, hiç bir kelimem öylesine değildi. boşa harcamak istememiştim, o yüzden hepsini en doğru yerde kullanayım demiştim.
seçebilir mi insan, gülmeyi konuşmayı, sevmeyi? sevgi seçilebilir mi? seçilemiyor.
seçilemediğini görünce de anlıyor insan. birinin elinden tutup, sessizliğini bozmayı beklemek nafile.
"Belki de boşa geçti onca zaman
Bu da bir tür geçip gitme duygusudur
Ne güzel olurdu yeniden başlasak
Ne yapsan en başa dönülemiyor
Ne yapıp yapıp dalı unutmalı
Rüzgârla yere düşen sarı yaprak" *
gözle görünen kanayan yaralara merhem bulmak çok kolay. peki içte kanayan sessizliğin merhemi ne? niye susuyorsun ruhum, sen bari susma.
tek bir sözü bile, söylemiş olmak için söylememişken; "ağızdan çıkan her sözün hükmü var" derken tüm bunların kocaman bir yalan olduğunu fark etmek, susturdu belkide ruhumu.
neydi yalan sahi, göreceli ve geçici bir şey değil miydi? evet öyleydi, bu gün çok gerçek olan sevgi bile, yarın olmadığında kocaman bir yalan olabilirdi. o halde kimi suçlayabiliriz ki, kendimizden başka. dün her şeyden daha gerçek bir sevginin bu gün olmadığını gördüğümüzde, bu neden yalan oldu diye kime hesap sorabiliriz, ruhumuzdan başka?
deli ediyor beni bu sessizlik, içimde susmayan o ses nerede şimdi? "bu sözü söyle, bunu söyleme" diyen o iç ses, nereye kayboldu. bu sessizliğe neden gömüldük?
şimdi oturup, konuşacak ve yol gösterecek ruhumu bekleme zamanı. rüzgarların içine karışmış kokum ve sözlerim. getirir mi rüzgarlar kokumu burnuna, tanır mısın? ya da duyar mısın sesimi, ruhsuz sesimi, bilmem? ruhum gelsin, ben giderim.