Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda biz koca bir imparatorluğu kaybettik.
Elimizde, Urfa, Antep civarında Fransızların, istanbul'da ingilizlerin, Ege bölgesinde de Yunanlıların bulunduğu bir Anadolu kaldı. istiklal Savaşı'nda bu güçleri püskürtüp Anadolu'yu bir bütün olarak geri aldık. Anadolu'yu almak çok önemliydi elbette ama önemli ölçüde toprak kaybettiğimiz de bir gerçekti.
Bugünkü durumla kıyaslayarak anlatırsak sanırım durum daha berrak anlaşılır.
Bir savaşta bütün Türkiye'yi kaybettikten sonra Marmara Bölgesi'nin bazı kısımlarında bulunan düşmanı püskürterek Marmara'yı kurtardığımızı düşünün. Marmara'yı kurtarmak hiçbir şeyi kurtarmamaktan daha iyidir elbette. Ama bu, bütün Türkiye'yi kaybettiğiniz gerçeğini değiştirmez. Koskoca Osmanlı'yı kaybedip Anadolu’yu kurtarmak da, Türkiye'yi, kaybedip Marmara'yı kurtarmak gibiydi.
Mustafa Kemal yönetimi, halkın moralini ayakta tutabilmek için iki şeyi birden yapmak zorundaydı. Birincisi, kaybettiklerimizi unutturup, kazandıklarımızı abartmak... ikincisi, bizi yenip neredeyse bütün topraklarımızı alan "düşmanları" aslında bizim yendiğimize ve herkesin bize "düşman" olduğu bir dönemde bu "başarıyı" elde ettiğimize insanları inandırmak.
Bunu yaptılar.
Ama bu o kadar kolay yapılabilecek bir şey değildi. Halkın bütün hafızasını boşaltıp o hafızayı yeniden oluşturmak gerekiyordu. Bunun için de "eğitimi" kullandılar. Tarih kitapları, bu amaca uygun biçimde yazıldı. Kahramanlığımız, cesaretimiz, zaferimiz vurgulandı, "düşmanlar"ın kötülüğünün altı fazla abartılı çizildi. Neticede, yeryüzünün "en kahraman ırkı" olduğuna inanan ve neredeyse bütün dünyayı, özellikle de Rumlarla Ermenileri kendisine düşman gören kuşaklar yetiştirildi. Bu, öylesine koyu ve kaba bir şekilde yapıldı, çocukların beyni öylesine yıkandı ki, bu ülkenin "hukukçu" bir cumhurbaşkanı, "gayrimüslim vatandaşlarımıza" açıkça "yabancı" diyen yasalar imzaladı.
Yıllar boyu süren bu "propagandist" tarih eğitimi sonucunda Türk ve Müslüman olmayan herkesi düşman sanan insan kalabalıkları türedi ülkede. Şimdi bunlar rahatça kışkırtılabiliyorlar ve gidip gidip "yabancıları" öldürüyorlar.
Cumhuriyetin ilk yıllarında böyle bir eğitim belki anlaşılabilir bir şeydi. Yenilginin kalıntıları temizlenmeye çalışılıyor, güvenini kaybeden bir topluma güven verilmeye uğraşılıyordu. Ama artık çok zaman geçti. Dünya değişti, biz değiştik. Arada bir dünya savaşı daha yaşandı.
O savaşta dövüşenler bile birbiriyle barıştı, birbirlerinden kuşkulanmaktan vazgeçti, sınırlarını birbirine açtı. Biz hâlâ ilk savaşın etkisi altındayız. Hala bütün dünyaya, hatta kendi vatandaşlarımıza şüpheyle bakıyoruz. Bu, bizi "hastalıklı" bir toplum yapıyor.
Herkesin bize düşman olduğuna inanmak, hep yenilmekten, hep parçalanmaktan, hep toprak kaybetmekten korkmak, rahatça çözebileceğimiz sorunlar karşısında bile bize soğukkanlılığımızı kaybettiriyor, sağlıklı kararlar vermemizi zorlaştırıyor. Gençlerimizin dengesini bozuyor. Mahalleler dolusu "katil adaylarımız" oluyor. "Yabancılara" rahatça saldırıyorlar. Bunu değiştirmenin zamanı geldi sanırım.
Tarihi, propaganda amacıyla kullanmak yerine, gerçekleri anlamamıza yardım eden bir bilime dönüştürmeliyiz yeniden. Çocukları bu korkunç "beyin yıkama" ve "düşmanlaştırma" seanslarından kurtarmalıyız. Düşünsenize, bugünkü eğitimden geçmiş olan "hukukçular" bile devleti adaletten daha önemli zannediyorlar.
En parlak kadrolarımızın çoğunluğu ya başka bir ülkede ya da "yabancı dilde eğitim yapan" bir okulda okumuş oluyorlar. Tabulardan kurtulabilmek, daha esnek ve yaratıcı olabilmek, daha derinliğine düşünebilmek için mutlaka "yabancıların" bir yerinden değdiği eğitimlerden geçmemiz gerekiyor. Sadece bu gerçek bile, durumu bir daha değerlendirmemiz için yeterli değil mi?
Ben, son zamanlarda pıtrak gibi çoğalan "katil genç" tipini yeniden normale çevirebilmenin en önemli yollarından birinin eğitimdeki tuhaflığı düzeltmek olduğuna inanıyorum doğrusu. Bugünkü tarih eğitimi "katil ve manyak" yetiştirmeye çok müsait çünkü. Bütün dünyanın “kendisine düşman olduğuna” inanan birinden sağlıklı bir insan çıkartamazsınız öyle kolayca. Savaş şartlarında düzenlenmiş bir eğitimle yoluna devam eden bir ulus kendini hep savaşta zanneder. Birinin, bu çocuklara "savaş bitti" demesi gerekiyor. Yoksa, savaşın bittiğini bilmediği için ormanlarda saklanmayı sürdüren Japon askerleri gibi olacağız. Ormandan çıktığımızda da gördüğümüz ilk "yabancıyı" öldüreceğiz.
askeri ve sivil bürokrasi iktidarının ideolojisidir, ve fena bir kamburdur. parlemento tiyatrosu ile gizlenen ordu diktatörlüğünün adıdır.
türkiye benzeri üçüncü dünya ülkelerinin neredeyse hepsinde benzer oligarşik sınıf egemenlikleri görülmektedir, dolayısıyla benzer ideolojiler egemen ve resmi ideoloji olmaktadır.
kemalizmin dayandığı sınıf, ordu ve ordunun toplum ile olan ilişkisini halletmede aracısı olan sivil bürokrasidir. bu noktada güçler ayrılığı iddiasının bir inandırıcılığı yoktur. hiçbir kurum, tsk ve kemalist ideolojiyi karşısına alamaz. en güncel örneklerden bir tanesi şemdinli iddianamesini yazan savcının görevine son verilmesidir. darbeler ve 28 şubat ise parlementer sistemin sınırlı bir alan içinde faaliyet göstermesine izin verildiğinin açık bir kanıtıdır.
kemalizm bağımsızlıkçı bir ideoloji de değildir. koca bir yarı sömürge içerir. ve emperyalist zincir içerisinde ona biçilen çevre ülke rolünü başarıyla oynamaktadır. israil ve abd ile sayısız askeri ve sivil anlaşma mevcuttur. bir nato üyesidir türkiye.
kemalizm, diğer bütün azınlık diktatörlüğü ideolojileri gibi iktidara geldiği andan itibaren geçmişi çarpıtan, inkar eden ve kendine göre tekrar tekrar yazan bir ideolojidir. eğitim sistemindeki ağırlığı ve diğer üst sınıflar ile olan ittifakı sayesinde 80 yıl yıkılmadan ezebilmiştir alt sınıfları.
kemalizm son derece milliyetçidir. devlet eliyle organize edilen büyük bir zorunlu göç ile kendi içinde eritemeyeceği farklı sesleri dışladıktan sonra, potasında türkleştirmiştir anadolu insanını. kurtuluş savaşı olarak isimlendirilen savaşı yunanistan kazansaydı ve anadoluyu kontrolüne alsaydı, bugün hararet ile kemalizmi savunan insanlar, aynı hararetle helenizmi veya onun bir varyasyonunu savunacak, ne mutlu yunanım diyene diyecekti. aynı şiddetle osmanlı devletini ve türkleri barbar olarak niteleyip kurtuluş savaşına kurtuluşu barbar türklerden kurtuluş ve anavatana kavuşmak olarak tanımlayıp gene kurtuluş savaşı diyeceklerdi.
bunların dışında, sanayileşme, okuryazarlık oranı gibi toplumsal gelişim kalemlerinde gösterilen sıçrama, bir ideolojinin sınıfsal eleştirisinde yer sahibi olmadıkları için övünülecek şeyler değildir. örnekle açıklamak faydalı, nazizmin veya stalinizmin başardığı endüstriyel büyüme oranlarını dünyada çok çok az ülke başarabilmiştir.
2000lere gelindiğinde küreselleşen sermaye ve ab projesi, kemalizmin kapalı sınırları içinde kurduğu tartışılamayan iktidarını sallamaya başlamıştır. belki ekonomik olarak toplum içindeki gelir dağılımı daha da kötüye gidecektir ancak eğitim sisteminden kemalizmin sökülüp atılması ve özgür düşünceye daha yaklaşabilen insanlar ile yaşamanın değeri ölçülemez.
eleştir(il)mesi aymazlıktır, terbiyesizliktir; yasa adını alan insan özgürlüğünü ve özgünlüğünü tu kaka'layan metinlerin kesiğini yemektir. kemalist olmamak aymazlıktır, dombililiktir, otoriter, sıkıcı dersi iplemeyen piç öğrenci olmaktır. eleştirmeyin, biat edin diyorum hala gülüyorsunuz ipneler!
en azından, semiyotik* denen mükemmel linguistik altbilimdalından haberdar olan her er ve dişi kişinin, kemalistlerin kullandığı 'cumhuriyet ilelebet payidar kalacaktır' ve sair sözedimsel kök klişelerle kast ettiklerinin; 'bizim erkimiz, yani; biz elitist zümrenin bu milleti domine edip aldatması, millet iki lokma ekmek için sürünürken soyut ve somut erk-makam getirilerinden nemalanması devam edecektir; siz bu sözlerle piyon olun avunun, eğlenin...' alt metinsel ifadelerinin olduğunu pek fazla zorlanmadan idrak ve tefrik edebileceği donuk sistem... bilmek görmektir, agah olmaktır neticede. bilgili olmak için ilgili olmak ve her görüşü okumak lazımdır secgili sözlük. bunları götümden uydurmuyorum, zaman abonesi değilim, en soldan en sağa herkesi okuyan anlayış ve birikim meftunu sıradan biriyim, ki bunları çok samjimi olarak ve kimseye kat'iyetle angaje olmayan kısmen de ehli dünya denebilecek, keyif düşkünü biri olarak belirtiyorum. bi' uyan be sözlük. yalan söyleniyorsun, ama söylenmiyorsun bile, uyu(tulu)yorsun...
(bkz: uyan ey gözlerim gafletten uyan)
* yerini özgün ve reel demokrasiye bırakması, sahneden çekilmesi, elbette, gereken, lakin gerçek hakimiyet olan erki millete bırakmamakta direnen bir kısım faydacı aymaz sömürgen'in buna hiç de yanaşmamasından ötürü daha takriben yirmi yıl beyinlere zerki, solcusuyla sağcısıyla aziz milletin üzerindeki hakimiyeti devam edecek olan kurgu.
atatürk ün ilkeleri ve uygulamalarından oluşturulmuş doktrindir.
dahil olmaktan gurur duyulması gereken insanlardır. ilkelerini benimsediği insan * öyle bir devlet kurmuştur ki, dünyanın en zor coğrafyasında yıllardır, gelişerek ayakta kalmıştır.
(bkz: türkiye cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır)
bir kısım insan tarafından kambur olarak görünendir. kambur olarak görme sebebleri ise akla mantığa yatkındeğildir. atatürk'ün düşünceleri ve izlediği yol sıfırdan hatta sömürge haline gelmek üzere olan bir imparatorluktan tam bağımsız bir ülkeye dönüştürdüyse bizi , asıl kambur bugünümüze neden olan , neredeyse tekrar sömürge haline getiren insanlardır. yani insanların dangalaklığını bir ideolojiye yüklemek hele hele yanlış uygulayanların varlığını göre göre bunu yapmak büyük bir şuursuzluk olacaktır.
kemalizm bu ülkeyi sömürge haline getirmeye çalışanların baş düşmanıdır. birisi çıksın ve somut olarak kemalizm şu yönden gelişmemize engeldir desin.ulus devlet ilkesi midir sizi rahatsız eden , tam bağımsızlık ilkesi midir? bu ilkeler kemalizm'in temelini oluşturmaktadır.
milliyetcilik ilkesi hümanizmin gelişmesine ters miş.eğer ortalıkta milliyetciliği kafatascılık olarak algılayan idrak yolları tıkalı insanlar varsa , suç onlara ilkeyi yanlış empoze etmeye çalışanlardadır ; ancak bundan daha kötü olanı buna hizmet edip bir ülkenin bağımsızlığından rahatsız olanların bu sebeble dillenmeye başlamasıdır. sizler milliyetcilik ilkesinin sadece türkiye cumhuriyeti için mi geçerli olduğunu sanmaktasınız anlayabilmiş değilim. en hümanist geçinen ülkeler dahi bu ilkeye sıkı sıkıya bağlılardır ki bu sinemalarından , müziklerine , siyasetlerine her alanlarına yansımıştır.
köylü milletin efendisidir deyip osman ağa'nın öküzünün peşinde koşan bir insan için elitlikten , burjuvadan bahsetmek de ayrı bir mantıksızlıktır. ancak mustafa kemal atatürk'ün o zamandan gördüğü bir gerçek vardır ki bugünü ve bu eleştirilerin sebebini gayet net açıklamaktadır ; biz bugün burnumuzdaki öküze sahip çıkamıyor , adamın tek geçim kaynağının elinden alınmasına engel olamıyorsak , türkiye'nin bir diğer ucuna nasıl engel olacağız? eminim ki erken ölmeseydi buna da engel olacaktı , ama malesef o'nun gibi bir insan öyle kolay kolay gelmiyor.
çok basit bir örnekle cumhuriyet kurulduktan sonra atatürk'ün ölümüne kadar kurulan suni tohumlama istasyonlarının sayısı 50 ye yakınken ki türkiye bir tarım ve hayvancılık ülkesidir , atatürk'ün öldüğü gün bunların açılımı durdurulmuş hatta açılanlarda kapatılmıştır. tam bu sebeblerle çiftlikler entegre olamamış , bir invitro fertilizasyonun türkiye'ye gelmesi 60 yılı bulmuştur.
bunlar gibi sürüyle örnek mevcuttur, ama bunları isteyen her göz görür , kemalizm ve türkiye üzerine oynanan oyunları görmek için de uzman olmaya gerek yoktur. bazı insanlar kemalizme dolayısıyla türkiye'ye zarar vermek amacıyla kemalizmin yanlış uygulamalarına zemin hazırlamıştır.
kemalizm bu ülkeyi geriye götürmeye çalışan herkesin ayağına takılacaktır. tam da bu sebeble saldırılar gün geçtikce artmaktadır. bazı uyanıklar eleştirmeye kalkarken alternatif sunmanın yanına bile yaklaşamamışlardır. zannedersin her gün savaşır , vatan kurtarır , devlet kurar.
devlet kurmak ve yönetmek bilgisayar oyunlarından çok daha farklıdır.ilkesiz devletler de yok olmaya , sömürgeye dönüşmeye mahkumdur.
tam bağımsızlık ilkesi size hangi noktada batmaktadır?
abbas kiarostami'nin taste of cherry filminde yaşlı bir adam şöyle kısacık bir hikaye anlatıyordu:
bir türk doktoru görmeye gider. ve ona der ki: "doktor bey, vücuduma parmağımla dokunduğumda acıyor, başıma dokunsam acıyor, bacaklarıma dokunsam acıyor, karnıma, elime dokunsam acıyor".
doktor onu muayene eder ve sonra ona der ki:
"vücudun sağlam, ama parmağın kırık!"
alakayı şöyle kurmak istiyorum başlıkla. başımız, kolumuz, elimiz aksıyor milletçe. demokrasi diyoruz, sivil siyaset diyoruz, kürt meselesi diyoruz, tutturmuş bir laikliktir gidiyoruz. bunların sebepleri üzerine kafa yoruyor, çözüm önerileri düşünüyoruz. ama parmak kırık, önce şunu bir görelim. çimento bonapartist temellerle karıldığı için baskıcı ve tahakkümperver. kemalizmin hem bu militarist yumruğu beslediğini, hem cumhuriyet döneminden bu yana kürt meselesine kemalist tezler çerçevesinde hatalı yaklaşıldığı için durmadan beslenen sorunun bu noktaya geldiğini, hem taassubun illa ki terakkiye mani olduğunu ve "gelişmekte olan" sıfatı ardına tıkıldığımızı, hem kemalizm'in şu tartışmalı kuratör hanru'nun da dediği gibi milliyetçi ideolojinin evrensel hümanizmin benimsenmesine aksi yönde işlediği ve toplumsal bir elit önderliğindeki ekonomik ilerlemenin toplumsal bölünme ürettiğini görmek lazım. önce parmağın kırık olduğunu farkedersek teşhisi doğru yere koyarsak problemin çözümü hızlanacaktır. başka uzuvlarımız neden ağırıyor, neden aksıyor gayet açık. şu dogmatik ilkeler bütününü aşıp tarihin resmi yazıcılığını terketmediğimiz sürece, ve tapınma seanslarımızın getirdiği bu kof resmi ideolojiyi sırtımızdan atamadığımız sürece daha çok doktor doktor gezeriz gibi geliyor.
ab ve abd nin bir turlu icine sindiremedigi ideolojidir kemalizm. onun icin bunu yipratmak icin akilsiz kuklalarini kullanir. cunku ab ve abd ezik ve aptal turk halkini istiyor. ayni ulkemizde cok bulunan kemalizmi icine sindirememis koyun tipi insanlar gibi onlar bu ulkede fazlalistikca ab ve abd daha cok bizi ezebiliyor daha cok kucagina alabilliyor.
moderniteyi tanimlamasi acisindan bana gore eskimis, cagin gereklerini yerine getiremeyecek bir ideolojidir. zira kemalist modernite kaynagini fransiz modernitesinden alir ve ozde baskalari icin iyi olani bilme ve bunu uygulamaya dayanir. yani jakobendir.
"kemalizm eleştirilemez mi ? eleştirilir tabi ki." diyorlar daima.
bok eleştirilir afedersiniz. al bak adam gayet düzgün bir terminoloji ile meramını ifade etmiş ama maşallah bir sövmediğiniz kaldı diyecem ama onu da yapmışsınız. ne sempozyumundan bahsediyorsunuz yahu. bir ideolojiyi, bir fikri, bir dünya görüşünü eleştirmek, üzerine fikir yürütmek, tartışmak için sempozyum toplanması gerekiyor öyle mi. komik olmayın. seksen senedir iliklerimize işlemiş, ne yöne dönsek suretini gördüğümüz kemalizm; bu denli hayatın içine gark olmuş, bu denli her köşe başına sinmişken şimdi bir de eleştirilmesi için kriterler mi belirleyeceksiniz. bir kahvehanede de eleştirilir, bir bilgisayar başında da, bir dost sohbetinde de. öyle sosyologlar, tarihiçiler konuşsun zırvalarını de geçelim. benim zihnime kök salmış, bana ilkokuldan üniversiteye kadar aynı ezberleri zorla pompalamış, dünyaya bakışımı idefiks bir çembere kıstırmaya çalışmış, yirmibeş senedir peşimi bırakmayan bir ideolojiyi eleştirip eleştiremeyeceğimi dahası bunu hangi platformlarda yapacağımı kimse dikte etmesin bana.
kemalizm'in demokrasiye düşman olduğunu kemalistler her defasında ispatlıyorlar. kemalizm devlet denilen aygıtı ele alış, kullanış ve ona biçtiği kutsallaştırılmış değerler vesile ile ne denli anti demokratik ve tahakkümperver olduğunu gösteriyor. tahammülsüzlük en çok ona yakışıyor. bu kadar üzerine toz konsa korkan, yamacından karınca geçse ürken bir ideoloji daha bilmiyorum ben.
küratör kemalizmi eleştirdi, dinleri, dogmalarını, peygamberlerini, tabularını, ikonlarını, tapınç nesnelerini, sorgusuz biat ettikleri fikirlerini son derece düzgün bir üslupla eleştirdi diye işine son verilsin deniyor. işte tam da bu mantık benim kanımı donduruyor. bu nasıl bir tahammülsüzlüktür. bu işte yeni çağ gazetesinin "işte o çinli" şeklinde kırmızı yuvarlak içine alıp hon hanru'yu hedef göstermesinden zerre şaşmayan aynı iptidai, aynı kalas mantıktır. bu işte kemalizmin seksen senedir kudretine zeval gelmemesi için bastırdığı, sindirdiği zihinlerin kustuğu bir faşizm alegorisidir. ben bu kadar bağnaz bir ideoloji, din, mezhep vs görmedim. ben ateistim dedğim zaman öyleyse bu adamın işine son verilsin istenmeyen adam ilan edilsin diyen bir islamcı da görmedim. dini dahi aşan bir kutsalıma dokundurmam refleksi. Çok korkunç hakikatende.
neymiş ilk önce büyük ortadoğu proojesini eleştirecekmiş. yahu güldürmeyin. böyle bir sıralama mı var büyükten küçüğe. kayserispor'u eleştirmden önce hele bir galatasaray hakkında konuşun demek gibi bir şey bu. adam kemalizm hakkında konuşmak istemiş, iki cümle konuşmuş bu kadar. ne alaka büyük ortadoğu projesi falan. nasıl bir mantık silsilesi ile işliyor zihniniz. sizin tayin etiğiniz öncelikli bir sıralama ile mi ilerlememiz gerekiyor. sosyal bilimlere bakış açınız bu kadar güdük mü. her ağzını açana önce şunu eleştir hele, önce bunun hakkında konuş diye girecekseniz söze acziyetiniz derindir.
neyi hatalı söylemiş hanru onu deyin hele bir bakalım. tepeden inme bir dayatma değil midir kemalizm. halk destekli midir yani. kemalizm devrimci değildir falan dememiş iyi bakın. ama devrim tabandan tavana değil yukardan aşşağıya doğru olmuş. sadece bir realiteyi dillendiriyor, sebebini bilmediğim şekilde devamlı red içinde olduğunuz bir realite. bunu görmemek için kör olmak lazım. halkın böyle bir talebi mi vardı, geniş halk destiği ve isteği ile mi yapıldı kemalist devrim. mesela halk latin alfabesi diye çıldırıyor, aman şapka kanunu çıksın diye deliriyor, laiklik denilen ne menem bir şey olduğunu bilmedikleri sistem için kuduryordu yani öyle mi. burada kötü bir şey yok. kemalsit devrim yukardan bir dayatmadır bu onun içindeki özelliklerin kötü veya iyi olması gibi bir şeyi belirlemez. kemalist devrimin içeriği onun tepeden inmeci dayatmacı tavrını azaltmaz. zaten honru da biz de kemalsit devrimin kazanımlarını veya zamanan göre ilerici özünü değil aynı oranda ve hatta daha fazla olan aksaklılarını, sakatlıklarını ve tüm temel çelişkileri yüzünden bir süre sonra yerinde saymaya ve hatta gerilemeye mecbur olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. bu gün 12 eylül acısı yaşanmışsa bu kemalizm sebebiyledir. bunu mesela bir kabul edin önce. ama bu kemalist devrimin kazanımlarını alaşağı etmeyeceği gibi ondan asla ve asla da bağsımsızmış gibi düşünülemez.
kemalizmin yaratmak istediği bir insan motifi vardır. bir prototipi çoğaltmak, yaymak ister. o sebeple avrupa tipi bir aydınlanma modeli asla değildir. bir ideoloji kendini tepeye konumlayıp kendini sarsılmaz adlettikten ve tüm fikri açılımları önce kendine sadık ve uyarlanabilir olması koşuluyla ancak kabul ettiken sonra onaylayabiliyorsa bir faşizan tini özünde barındırdğı aşikardır. eğer bir ideoloji her köşe başında, her kitapta, her derste, çocuğa, öğrenciye, hocaya, memura, televizyondan, radyodan, kitaplardan resmi tarih ile hep aynı şeyi hep tek yönlü bir kanaldan pompalıyor ve çeperin dışını dikenli tellerle çevreliyorsa, dahası suç unsuru dahi adledebiliyor, kendini daima bezdirci bir tekrar ve ezberle aynı basmaklılıkta zihinlere işlemeye çalışıyorsa orası faşizm kokuyordur. hem de buram buram. aydınlanmamcı bir ideoloji dayatmaz, gösterir ve sahneden çeklilir. demokarasi ile bu denli uzak ve ona sırtını dönen, fikir hürriyeti ile bu derece kavgalı ve ondan korkan kemalizm tektipleştirmeyi ve bahçeden çalıları ayıklamayı öylesine sever ki bunun için arkasına topunu, tüfeğini, tankını da alarak aleni bir şidet ve faşizm uygulamaktan kaçınmaz.
ikinci cümleye geçelim. hanru'yu birebir özetleylim bizde.
reformların, devrimci birer araç olarak gerekli olmalarına rağmen yarı askeri bir şekilde dayatılması demokrasi ilkesine aykırıydı; milliyetçi ideoloji evrensel hümanizmin benimsenmesine aksi yönde işledi.
reformların devrimci olması ama bunun bir askeri dayatma ile antidemokratik olarak ittirilmesi konusunda neye şaşırıyorsunuz anlamıyorum. kurucu meclisin çoğu askerlerden oluşmaktadır. askerin tasfiyesi demokrasi için ilk şart olmasına rağmen hala gerçekleştirilememiştir. hala tepemizde demokrasiyi katletmekte, demoklesin kılıcı gibi özgürlüklerin, temel hak ve hürriyetlerin tepesinde asılı durmaktadır asker. Çünkü kemalizm bir halk devrimi değildir. onun ihityaçları ve taleplerinden doğmamıştır. bu onun müspet yanlarını-var ise- eksiltmez hemen zıplamayın hele bir soluklanın.
kemalizm bir parti devlet yaratma gayesindedir. devletin başında chp tek ve resmi ideolojik bastırma, sindirme ve tahakküm kurma aracı olarak tasarlanmış, özünde tek partili sözde çoğulcu bir sistem pazarlanmaya çalışılmıştır. chp devlettir, statükodur. oryaya çıkış gayesi ve süregiden zaman içerisinde üstlendiği roller daima bu yöndedir. Çok partili sisteme geçişin daima sekteye uğraması bu parti devletin kendi çevresine kümelenen elitist, asker, bürokrat ve yine devlet eliyle yetiştirilen burjuvanın iktidarı, erki ve sermayeyi paylaşamak isteme gayesidir.
"milliyetçi ideoloji evrensel hümanizmin benimsenmesine aksi yönde işledi ve toplumsal bir elit önderliğindeki ekonomik ilerleme toplumsal bölünme üretti" diyor. bir dizi ilkeler yığını getiren kemalizm bu sarsılmaz, hap şeklinde paketlenmiş ayetler dizisi ile en tepeye koyduğu milliyetçilik sayesinde, evet tam da hanru'nun dediği gibi evrensel hümanizmden uzaklamıştır. kürt sorunun en büyük nedeni de kemalizm'in içinde barındırdığı bu kuvvetli milliyetçiliktir. sırtını ona dayar. Çünkü statükonun devamı için temel gereksinim bir fetişler dizisine bağlılık ve prim yapması en kolay araç olan milliyetçiliği sınıf bilinci oluşmamış halka empoze etmektir. ermenilere yönelik olaylar, kürtlerin asimilasyonu ve hatta tasfiyesi tamamen içerdiği milliyetçi öz ile alakalıdır. milliyetçilik ile faşizm ilişkisine tekrardan girmeyeceğim, isteyen milliyetçilik eşittir faşizm başlığını açar okur. işte kemalizm bir yandan bir ideal vatanını milletini özünden çok seven insan tipi yaratırken bunun tam bir bağlılık içerisinde olması ve kemalizm dışı sapkın idealler peşinde olmaması için milliyetçiliği daima alttan alta körüklemiştir. Çünkü milliyetçilik darbelere, işkancelere, dağlardaki cesetlere ve daha bir çok şeye kılıf hazırlamak için ideal bir ambalaj malzemesidir. son derece afilliidir hem de. primitfi doğamıza en güzel oturanından. osmanlıdan bile çok daha ileri bir şovenizmi bu topraklara kemalizm sokmuştur. güneş dil teorisi saçmalıklarına ise hiç girmiyorum.
hele ki mevzubahis cümlede toplumsal elit önderliğindeki ekonomik ilerlemenin toplumsal bölünme yarattığı tesipit en net ve doğrusu herhalde. kemalist ideoloji bazı seçilmişlerin önüne ülke kaynaklarını sonuna dek açmış bir yerli burjuva yaratma gayesi ile hem partiye hem devrime yakın insanları palazlandırırken halk ile arasında o elitizm çizgisini daha o yıllarda en baştan kalınca çizmiştir. vehbi koç veya sabancı ailesi kimdir. bu insanlar nasıl bu hale gelebilmişlerdir. sermayeleri hakikaten ufak bir bakkal dükkan mıdır. saf msınız bu kadar. neden ülkenin en zenginleri, tüsiadları, işadamaları, koçları, bokları püsürleri en büyük kemalizm destekçisidir. devlet kimi zaman azınlıkardan zorla topladığı kimi zaman halkın belini büküp sırtlandığı biriken sermaeyi ufak bir zümereye dağıtarak sonradan bir oyun hamuru gibi şekil verilmiş sınıflar yaratmıştır. burjuvazi böylece devlete entegre edilmiş arpası sağlam tutularak beni sen yarattım söylemi kulağına üflenerek büyük sermayi de arkasına almıştır.
taassuptan bir gram vazgeçin, kemalizm 12 mart'dan, 12 eylül'den bağımsız değildir, olamaz deyin. bir gram vazgeçin de demokrasi ile taban taban zıttır deyin. deyinde rahatlayın, deyinde algınız aralansın bir içerisini görelim.
yokda 131 tane öğretim üyesi bir araya gelmiş ortaya çıkan koca bir hiç, ufak bir çocuğun elinden oyuncağı alınınca vereceği refleksle aynı ezbere cümleler, hep bir köşede saklanan yine ufak, güzel renkli, güzel ambalajlı kof laflar. gözünüzü azcık açın, hanru'nun o çipil gözleri sizden iyi görüyor binlerce kilometre öteden bizi.
kemalizm ile alakalı en net ve doğru tespitlerden birinin bir çinli, uluslararası 10. istanbul bienali küratörü hou hanru tarafından yapılması son derece ilginç. çok kısa ve yerinde bir kemalizm özeti yapmış. her cümlesi üzerine oturup uzun uzun konuşabileceğimiz türden hem de. şöyle demiş;
"kemalist proje tarafından savunulan modernleşme modelinin yine de sisteme dahil bazı çözülemez çelişkiler ve ikilemlerle dolu 'tepeden inme bir dayatma' olması; reformların, devrimci birer araç olarak gerekli olmalarına rağmen yarı askeri bir şekilde dayatılması demokrasi ilkesine aykırıydı; milliyetçi ideoloji evrensel hümanizmin benimsenmesine aksi yönde işledi ve toplumsal bir elit önderliğindeki ekonomik ilerleme toplumsal bölünme üretti. popülist siyasi ve dini güçler, taleplerini toplumun tabanında yeniden oluşturmayı ve yönlendirmeyi ve bu talepleri kendi çıkarları yönüne çevirmeyi başardılar."
cevap olarak marmara Üniversitesi güzel sanatlar fakültesi dekanı prof. nazan erkmen 131 öğretim görevlisi adına bir kınama mesajı yayınlamış:
"son derece hassas zamanlar yaşayan ve toplumsal, etnik kışkırtmalarla karşı karşıya bırakılan türkiye'de, desteklediğimiz bir etkinlik olarak yapılan 10. uluslararası istanbul bienali'nin küratörünün bu konuda daha duyarlı olmasını ve atatürk'ün 'sanatkâr cemiyette uzun cehid ve gayretlerden sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır' sözündeki gibi, bu duyarlılığı taşıyanların 'sanatçı' denmeye layık olabileceğini hatırlatıyoruz."
hou hanru'nun tespitleri ve kısa ama içi dolu kemalizm izahından sonra 131 tane öğretim üyesi bir araya gelmiş ve sadece şunu söyleyebilmişler. helal olsun hepsine. tek bir argüman, tek bir fikir, tek bir karşı sav yok. sadece aynı "millet olarak birlilk ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan şu günlerde..." kalıbı gibi aman hassas dönemdeyiz susalım mantıksızlığı. ne zaman konuşuldu ki bunlar şimdi susalım. ne zaman hassas değil ki memleketin ahvali. sanki konuşulup tartışılabilen birşeymiş gibi kemalizm "aman yeri değil, zamanı değil" yüzeyselliği. çürütün söylediklerini haydi 131 tane koca koca profsörler, doçentler. elin çinlisi gelmiş bizi bizden daha iyi çözmüş, daha iyi tahlil etmiş. utanın yahu. bir de adamın sanatçı titrini elinden alma gayreti içerisindeler. layık görmüyorlar. etyen mahçupyan nur serter için bu kadının bilimden ne anladığı konusunda derin şüphelerim var demişti. bende aynı şüpheler içerisindeyim. güzel sanatlarla iştigal eden insanlar, 131 tanesi birleşmiş kemalizme dokundurmayız, dokunanu afaroz ederiz ilkelliğindeler. ilim çin'de de olsa gidip alınız diyor ya hani, bak adam ayağınıza kadar getirmiş zahmet edip onu alıverin bari.
"kabe arabın olsun, bize çankaya yeter" dizelerine gönülden iman etmiş kişilerin özümsediği ideoloji olmakla birlikte özünde dindir. lakin günümüzde çankaya da arabın olmuştur.
askeri bir anlayış, halk destekli gerçekleşmiş darbedir. ideoloji evresine geçebilmesi için atlatması gereken bir çok merhale bulunmasıyla birlikte dönem için gerekliliği yadsınamaz. dış tehditlerin yanı sıra feodal yapının ortadan kaldırılmasını hedeflemiş ve ulusal mücadele neticesinde başarılı olmuştur. yönetim biçimi olarak demokrasiyi, ekonomik idare içinse karma ekonomik sistemi temel almıştır.
zamanımızda Atatürk ilkelerini uygulama ve geliştirme güdüsü olmaktan çıkmış bu ilkeleri Kemalizm adı altında gelişmeye ve değişmeye kapatmış siyasi düşünceler bütünüdür.
daha atatürk'ün neyi neden yaptığını anlayamazken, daha birşeylerin tanımını bile yapamazken peşine takılıp gitmek doğru değildir.
biraz örneklemeye çalışayım;
atatürk emperyalizme karşı mücadele vermiştir, ancak özelleştirme de yapmıştır. atatürkçüler bunu onaylar doğru yapmıştır der, çünkü ülkende üretim yoktur, teknoloji yoktur, şudur budur.
aklı evvel zihniyet ise atatürk özelleştirme yapmıştır, o zaman biz de yapalım özelleştirme iyidir demek de kemalizm'dir.
gibi bir çok örnek sayabiliriz. kısacası atatürkçü biri atatürk'ün yaptıklarının o döneme göre doğru olduğunu savunur, kemalistler ise idame ettirme çabasındadır. doğal olarak bir kemalistin dediği genelde diğerini tutmaz. çünkü atatürk'ü anlamak sanıldığı kadar kolay değildir.
kemalizm'i sistem olarak gören zihniyet de vardır, kemalizm asla bir sistem değildir, yönetim biçimi değildir. ama herkesin kemalizme sarılma çabası vardır. o kadar ki, chp kemalist olduğunu iddia eder, mhp kemalist olduğunu iddia eder, demokratik sol parti kemalist olduğunu bazen iddia eder, demokrat parti kemalist olduğunu iddia eder, saadet partisi bile zaman zaman kemalist olduğunu iddia eder, ak parti de kemalist olduğunu iddia etmektedir. kendilerine göre kemalistlerdir, çünkü bir zamanlar atatürk'ün yaptığı bir şeylere sarılırlar. dolayısıyla da ister istemez gerçek görüşü bölerler, ucundan tutarlar köşeye çekerler. bu kadar taban tabana zıt olan görüşlerin hepsinin adı kemalizm olur?
neticede bu gün atatürkçüyüm diyen bir çok insan bile aslında kemalisttir, bu da körü körüne inanmaktır çünkü tek bir kemalizm yoktur. atatürk'ü söyledikleriyle anlamak, yaptıklarıyla değerlendirmek çok zordur.
bu konuda kendi söylediklerini de okursak, ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.
"ben, manevi miras olarak hiçbir nass-i kati, hiçbir dogma, hiçbir donmus ve kaliplasmis kural birakmiyorum. benim manevi mirasim, bilim ve akildir.
benden sonrakiler, bizim asmak zorunda oldugumuz çetin ve koklu guçlukler onunde, belki amaçlara tamamen eremedigimizi, fakat asla odun vermedigimizi, akil ve bilimi rehber edindigimizi onaylayacaklardir.
zaman hizla donuyor, milletlerin, toplumlarin, bireylerin mutluluk ve mutsuzluk anlayislari bile degisiyor. boyle bir dunyada, asla degismeyecek hukumler getirdigini iddia etmek, aklin ve bilimin gelisimini inkar etmek olur.
benim, turk milleti için yapmak istediklerim ve basarmaya çalistıklarim ortadadir. benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen uzerinde akil ve bilimin rehberligini kabul ederlerse, manevi mirasçilarim olurlar.”