atatürk'ü, tıpkı bazı çevrelerin dini kullanarak yaptıkları gibi, bir oy kapısı olarak görenlere karşı ısrarla vurgulanması gereken bir gerçekliktir. atatürk son derece açık bir şekilde "Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim." demektedir. buradaki milliyetçilik kavramını açmak gerekir, nitekim atatürk'ü dışlayan milliyetçiler olduğu gibi atatürk'ün milliyetçiliğini dışlayan sözde atatürkçüler de mevcuttur. atatürk'ün milliyetçiliği, ırk ve kana dayanan ırkçı bir zeminden hareket etmez. türk siyasal hayatında böylesine "ırkçı" tondaki bir milliyetçiliğe rastlamak da zordur, kendisini doğrudan "ırkçı" olarak tanımlayan nihal atsız (bkz: nihal atsız) dahi "ırkçılık; birtakım şarlatan maskaraların ileri sürdüğü gibi kan tahlil etmek, kafatası ölçmek veya yedi cet saymakla alakalı değildir" demiştir. atatürk, soy birliğini dışlamadan yurttaşlık temelinde bir milliyetçilik anlayışı ortaya koymuştur. bazılarının son derece soft bir şekilde ifade ettiği, neredeyse "ne olursan ol yine gel" demeye varan bir milliyetçilik de değildir bu. atatürk, realpolitik'in sınırlarının bilincinde, gerçekçi bir liderdi ve bu sebeple hayallerin peşinden bir ülkeyi sürüklememişti. bu yüzden atatürk'ün milliyetçiliği, turancı değildir. (bkz: turancılık) çünkü turan'ın kurulması jeopolitik, ekonomik, sosyal vb. birçok sebepten mümkün değildir. diğer taraftan Atatürk, "anadolu halkları" retoriğine hiçbir zaman girişmemiş ve “Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına Türk milleti denir” şeklinde bir tanımlama yapmıştır. nüfus mübadelesi ile yıllardır Türkiye sınırları içerisinde yaşayan Rumlar Yunanistan'a, yine yıllardır ata toprakları olan fakat mevcut düzende Yunanistan'ın sınırları içinde kalan Türkler de Türkiye'ye getirilmiştir. bunun anlamı, türkiye sınırları içerisinde bir ulus-devlet kurabilmektir ki aynı amacı zaten Yunanistan da gütmüştür. her kafadan farklı bir "etnik çıkarın" savunulduğu mecliste demokrasi işletilemezdi zaten. bunu Türk siyasal hayatında mebusan meclisinde gördük. (bkz: mebusan meclisi) demek ki atatürk'ün gerçekçi politikalarında turan nasıl bir hayalse ve sonunda yıkım duruyorsa herkesin kendi etnik kökenini öne çıkardığı bir "anadolu halkları" vurgusunun sonunda da yıkım durmaktadır. sonuç olarak kemalizmin ülküsü olan "milli kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarma" amacı, ancak milliyetçilikle mümkündür. bu milliyetçilik, hayallerin peşinde sürüklenen bir milliyetçilik değil, Türkiye'nin çıkarlarını koruyan bir milliyetçiliktir ve bu coğrafyayı emperyal güçlerin paryası olmaktan korumanın yegane yolu da bu düşüncedir. (dipnot: suriye, bir Arap ulus kimliğini etnik/mezhepsel bölünmelere imkan vermeden kurabilseydi bugünkü iç savaşa sürüklenmeyebilirdi)
edit: mevcut hükümetin politikaları neticesinde yurttaşlık alan sığınmacılar, türk milliyetçiliği dahilinde "türk" olabilirler mi sorusuna cevap vermek gerekir. hukuken yurttaşlık, iki yolla kazanılır: kan bağıyla (bkz: jus sanguinis) veya toprak yoluyla (bkz: jus soli). türk hukukuna göre vatandaşlık, kan yoluyla kazanılır. yani bir türk, dünyanın neresinde doğarsa doğsun türk vatandaşlığı kazanır ve bir yabancı, türkiye'de doğum yapsa da doğan çocuğuna türk vatandaşlığı verilmez. amerika birleşik devletleri gibi ülkeler toprağı temele alır ve bu yüzden abd'de doğmuşsanız abd vatandaşlığına hak kazanırsınız. dolayısıyla türkiye'de mevcut vatandaşlık verme uygulaması esasen hukuki değildir. diğer yandan nasıl Türkiye, kurulurken binlerce Rum'u Yunanistan'a göndermişse bu kadar kalabalık bir "yabancı" nüfusun sözde vatandaşlık verilse dahi "Türk tanımının" içinde kalamayacakları açıktır ki zaten kendileri de "Türk olma" arzusu taşımamaktadır, Türk'ün emeğini ve mülkünü sömürme gayesi daha ön plandadır. hal böyle olunca Atatürk'ün yurttaşlık temelli milliyetçiliği, güncel gelişmeleri "vatandaş olmuşsa tamamdır" şeklinde yorumlamayacaktır.