kemal paşa -ki mustafa kemal atatürk diyecektin sanırım yanlış oldu- olmasa ülkenin bütünü bir lidere kendi evladı gibi destek çıkıp, peşin sıra gözünü karartıp ateşin içine atlamaz ve kurtuluş savaşı olmaz böylece ortada da kazanılacak bir durum olmazdı. şimdi sen bunları bi düşün öyle gel canım!
Kemal paşa olmasa tıpkı arap ülkelerine yapıldığı gibi ülkemiz cetvelle ölçülerek dağıtılırdı. Kemal paşa olmasa askerlerimizi kimse süngüyle topların üzerine yürütemezdi, çünkü bu türk ruhunu ve cesaretini kimse sağlayamazdı. Kemal paşa olmasa şimdi annen fabrikada zorla çalıştırılan işçi, baban çoktan kurşuna dizilmiş milliyetçi biriydi. Kemal paşa olmasa özgürlüğün olmazdı. Atatürk olmasa onurla, şerefle anlatacağın zaferlerin, yorum yapabileceğin bir tarihin olmazdı. türk olupta bunları yazabiliyorsan vicdanında yok demektir.
kemal* "paşa" olmasaydı da atıyorum bir yüzbaşı olsaydı da biz o savaşı kazanırdık. zira rütbesi ne olursa olsun o mustafa kemal atatürk idi. önemli olan onun komuta kabiliyeti, vatan sevgisi ve halkının ona olan inancıydı. *. senin deden, baban zart zurt bi bok yapamazdı anla artık bunu. yaz kafana. beynine yaz demiyorum o yok. kafana yaz bari de azcık beyni olanlar bari görsün.
kurtuluş savaşı 19 mayıs 1919 yılında kemal paşa nın samsuna adım attığında başlamıştır. o anda tek başına savaşa başlamıştır. kongreler ile genel savunma ilan etmiş elçiler ile kuzeye güneye doğuya batıya haber salmışlardır. eğer o kongreler olmasa idi bu durumda olmazdık. ee kongreleri kim planlamıştı?
adama nasıl b*k atsak diye bi yerinizi yırtıp durdunuz. hadi tamam kabul ettik tamam, ama adamda sende olmayan zeka liderlik ileri görüşlülük var. adam yüzyıllardır saltanata alıştırılmış bi halka şapka devrimi yaptı, harf devrimi yaptı. ya aç bak araştır internet var önünde ben mi sayayım yaptıklarını?!! nası bi çekememezlik bu anlamadım ki.
kurtuluş savaşı olur muydu diye düşündürten durumdur.
ingiliz ya da amerikan mandasında olabilirdik şu an. sonra petroller falan günyüzüne çıkardı. biz de bazı afrika ülkeleri gibi sömürge olurduk.
sadece başlığı okuduktan sonra içeriğine bile bakmadığı yazıdır.
(bkz: ayıklığından şüphe ettiğim insan kurtuluş savaşı öyle hoppala denilip başlamadı)
güney cephesinin mustafa kemal'in etkisi olmadan yerel savunma örgütleriyle kazanıldığı göz önüne alındığında hak verilesi düşüncedir.
yerel savunma teşkilatları mustafa kemal'in ağalar ve beylerle topladığı meclis tarafından dağıtıldı. yerel savunma güçleri hıyanetle suçlandı. yerel savunma güçlerine bu yapılınca ne oldu peki? yunan ordusu bütün batı anadolu'yu işgal etti.
efendiler dikkat ediniz. ingiliz, fransız, yunan ve italyan güçleri işgale başlıyor ve kuvayı milliyenin etkin olduğu dönemde büyük ölçüde bir işgal gerçekleşmiyor ülkede. bursa, kütahya, balıkesir, eskişehir, uşak hepsi elimizde.
ne zaman ki kemalist meclis direniş kuvvetlerini dağıtıyor bu sayılan şehirlerin hepsi düşmüştür. onca ülke kuvveti kıyılardan içeri sokulamazken yunan ordusu tek başına polatlı'ya gelmiştir kuvayı milliye lağvedilince.
işgal başlayınca kuvayı milliyeciler dağa çıktılar. sonradan kemalistlerin kahraman ilan edip madalya taktığı bazıları o günlerde ermenilerden kalmış emvali yağmalıyorlardı, fransız subayları ile alemler yapıyorlardı.
bu böyleyse tarih bilimine uymayan tarih bilimcilerin kendilerini sorgulaması gerekir.çünkü bunu diyen tarih profesörü,bilimcisi veya her ne haltsa ben onun bilimciliğinden şüphe ederim.
tarih denen şey bir bilimdir.ve bu bilimin ilkelerinden biride "geçmişte olan,yaşanmış bir olayı olduğu gibi kabul etmek zorunluluğudur" bundan şunu anlıyoruz tarih olanı inceler,olmayan iddiaları değil.yani kendine tarih bilimcisi diyen bir insan tarihin bu ilkelerini bilmek zorundadır ya da bilmelidir.
bundan gerisi o milletin tarihine,kültürüne ve geçmişine yapılan yobazca yapılan hakaretten başka birşey değildir.
dönemin sosyal yapısı, toplum dinamikleri anlaşılamadan kurtuluş savaşının lider kadrosunun oluşum şeklini anlamak zor. öncelikle kitle iletişim haberleşme cihazlarının hiçbiri yok. internet, telefon, radyo, telsiz vesaire yok memlekette.başkentte bir şey oldu mu erzurumdaki ya da şam vilayetindeki adamın duyması en az 3-4 gün. o da gazetenin ne yazmasına izin verilirse. çifte sansür var hem ittihat terakki hem de saltanat tarafından gazeteler sansürleniyor. telgraf ise resmi yazışmalar için kullanılıyor hususi telgraflar ise sansür dairesinden çekiliyor. hatta savaşta olduğumuz ülkelere giden ve oradan gelen mektuplar bile sansürden geçiyor. bilgiye ulaşmak imkansız az bir kırıntı ise dedikodu şeklinde yayılıyor bir duyan bin ekliyor rivayetin hurafenin bini bir para.
halk kah rusların 100.000 kişilik orduyla yardıma geldiğini duyuyor, kah ingiliz kralının kelime-i şehadet getirip müslüman olduğu dolaşıyor ortalıkta. üstelik tüm sansüre rağmen bugünkünden çok daha kozmopolit şehirler olan istanbul, izmir ve trabzon gibi şehirlerin gayrımüslim ahalisi avrupa matbuatını el altından da olsa takip edebiliyor. aynen bugün olduğu gibi iktidarı elinde tutan dikta içerde zafer türküleri söylerken dışarıdan bozgun haberleri arka arkaya geliyor. moral düşmüş, gene bugünki gibi anadolu, evlatlarını sırtlarından vurulmaları için yollamaktan üzgün ve öfkeli. işte tam bu sırada tarihin en büyük savunma savaşı zaferlerinden birini kazanıyoruz. burada sivrilen bir türk subayı mustafa kemal, halkın o moralsiz günlerinde bir kahraman oluyor. ancak başdaki cuntanın troykası cemal, talat ve enver bu genç adamın sivrilmesinden son derece rahatsız olup onu başkentten sürdüler. bu ekip daha evvel de edirne müdafi'i şükrü paşayı da onu karşılamaya gelen on binlerce insanın önüne çıkartmayıp arka sokaklardan bir nev'i göz hapsine götürmüşlerdi. balkan bozgununun en büyük sorumlusu olan ittihat terakki gerçek bir asker olan şükrü paşanın kahramanlığı ve dirayeti karşısında ezilmemek için adamcağızı yıllarca bir tür hapis durumunda yaşattılar. bu kahramanın başarısı da bu şekilde ödüllendirilmişti. benzer bir operasyon mustafa kemal'e yapılarak adeta bugünkü sinema yıldızları kadar popüler bu genç komutanı pasif görevle başkentten yolladılar.
savaş kaybedilip cemal, enver ve talat can korkusuyla memleketten kaçınca istanbul'a dönen mustafa kemal o zamanın ulusalcıları arasında yeniden bir ümitoldu. bu arada mütareke yılları dediğimiz o yıllarda da aynen bugünki gibi vatanını sevmek ve büyük devletlerden bağımsız bir ülke düşlemek aşağılanan bir hareketti. mustafa kemal gençliğinin de verdiği enerjiyle vahdettin ile görüşerek erkan-ı harp umum reisliğini istedi ve orduyu toparlayabileceğini belirtti vahdeddin'e ama zayıf ve korkak tabiatlı bu adam paşa'nın bu isteğini işgalci devletlerden korkarak reddetti. bunun üzerine paşa vahdettin'den biraz da tehdit yollu anadolu görevi istedi. padişah da aynen ittihatçıların yaptığı gibi arkasında halk desteği olan bu hırçın adamı başkentten uzaklaştırmak için şahsi gelirinden de ekleme yapıp paşayı anadoluya yolladı. paşa boğazdan çıktıktan sonra ingilizlerin ve damat ferit'in de uyarısıyla "eyvah" dediyse de geç olmuştu.
hikayenin bundan sonrası herkesin malumu. ancak parantez açılması gereken tek konu; o sırada milli mücadelenin başına geçebilecek halk desteğine sahip tek adam olan atatürk'ün kazım karabekir ile ilişkisidir ona gelelim. kazım paşa ittihat terakki'nin siyasetçi kimliğinden hoşnutsuz yalnızca askerliğe değer veren siyasete bulaşmamış bir adamdı. bugün şalvarı boklu cemaatçilerin hayallerinde yaşattığının aksine oldukça modern ve batılı yaşam tarzı süren bir aile babası idi. kızlarının röportajlarında ; evde danslı partiler verildiği, misafirin yanına başı açık çıkıldığı, kızlarının tahsili ile özel olarak ilgilendiği yabancı dil öğrenmelerini sağladığı, kızlarının kendisine dönem dönem "papa" (fransızca baba) diye hitaplarına kızmadığı, hatta belli bir yaşa geldiklerinde ilk sigaranın babaları tarafından ikram edildiğini okuyabiliriz. bugün çok küfredilen ismet inönü kazım paşa'ya kıyasla çok daha muhafazakar bir hayat sürerdi. kazım paşa bugün yaşasa yandaki laikçi baba başlıklarına konu olurdu emin olun. işte bu adam atatürk'e en büyük desteği verdi; siyaseti sevmezdi ki en önemli sebep budur, diğer iki önemli faktör de atatürk'ün taşradaki efsane halindeki popülaritesi ve örgütlenmeci kişiliğiydi. o zamanlar cahil cesaret ayıp bir şeydi ve ehil olmayan namuslu adamlar görev önlerine gelse bile ehline terkederlerdi. eski terbiye, devlet adabı denen kavramlar böyle gerektirirdi çünkü.
atatürk eğer anadoluda milli mücadeleyi örgütlemeseydi ege ve karadeniz başının çaresine bakardı. zaten düzenli ordunun kurulmasından çok önce oralarda direniş başlamıştı. asıl fayda iç anadolu, doğu anadolu ve güneydoğu anadoludaki halkın direniş için organize edilmesiydi. bu bölgelerdeki milliyetçi unsurlar dağınık ve iki cephe arasında kalmış durumdaydı. zaten sırasıyla kurtuluş savaşına en az katılımın olduğu bölgeler de bunlardır ( güneydoğu anadolu, doğu anadolu ve iç anadolu'nun doğusu ve kuzeyi istiklal savaşına yok denecek kadar az katılımda bulundular). bu durum, karışıklıktan yararlanarak atlı büyük birlikler halinde gezen kürt milislerinin/aşiretlerinin özellikle iç anadolunun kuzeyinde filen hakimiyet kurdukları dönemde bölge ümmetçilik maskesi perdesi altında anti-türkçü bir genel görüş ve demografik yapıya teslim olmuştur. yakup kadrinin yaban romanındaki köylü sen türk değil misin sorusuna " estağfurullah beyim! biz elhamdülillah müslümanız o dediklerin haymana tarafında oturur" diye cevap verir.
yani bir anlamda bugün uygulanmaya çalışılan sözde ümmetçi, özde kürtçü asimilasyon ve işgal politikası mustafa kemal önderliğinde bertaraf edilmiştir. kürtçü islamcı ve ayrılıkçı kürtlerin atatürk nefretinin en temel sebebi budur. o dönemde bu sözümona ümmetçi unsurlar şimdi pek övdükleri saltanat ve hilafetten kopup kendi devletlerini kurmaya çalışıyorlardı. burda atatürk'e saltanatı kaldırdığı için küfredenlerin düşünsel öncülleri çok önceden padişahı ve ünvanlarını zaten ingilizlere satmışlardı. ümmetçilik ayağına kürt işgaline direnmek şöyle dursun, türkçülüğe düşmanlık etmiş bazı hainlerin torunları olan bozkırlı kavruklar bugün istiklal savaşını sırtlamış batı anadoluya ve balkan göçmenlerine dil uzatabiliyorlar. bu tarih bilmemekle açıklanamaz, bu atasından dedesinden utanıp yavuz hırsızlık etmek.
bu ümmetçi tayfası ne yazık ki nalıncı keseri gibi. 12 eylül'de en ufak zarar görmediği halde darbe lafını sakız edenler, cuntanın kucağında palazlandıkları halde ordu düşmanı olanlar, resmi tarih en çok bunların kabahatlerini gizlediği halde resmi tarihe en çok küfredenler hep bunlar.
resmi tarih çoğu gerçeği yazmaz bunun nedeni de yazarsa bu ülkede bazılarının sokağa çıkacak yüzü olmaz. ama o bazıları yüzleri yere bakıp, yazandan allah razı olsun diyeceği yerde küfreder bir takım saftirik de "ayy resmi tarih çok rererööö" diye aslında kendisinden saklananları sorgulaması gerekirken, ayıbın sahiplerine arka çıkar, tarihle ve cumhuriyetle hesaplaşmaz.
osmanlı'nın son zamanlarında anadolu'yu iyi okuyun. cumhuriyet kimin hayatını ne kadar geliştirmiş iyice öğrenin. bugün cumhuriyeti savunanların pek çoğu cumhuriyetten almadı aksine verdi, cumhuriyete küfredenlerin ezici çoğunluğu ise mağara devrinden çıkarılıp uygarlaştırılıp maddi manevi desteklendiler. abartı yok hakikaten mağaralarda yaşıyorlardı, biraz daha hallicesi çadırda yaşıyordu (bkz: bronz çağı)... hastaneler, okullar, yollar yapıldı, törelerinin, feodalitenin, ağanın, şeyhin vesairenin 1000 yılda yapamadığını, yapmadığını cumhuriyet 60-70 senede yaptı bi de bizlerin cebinden yaptı yetmedi, yaranılamadı...
gaflet uykusundakiler için ufak bir istatistik;
20. yüzyılın başında izmirde 1000 kişiye düşen hastane sayısı bugünkünün 11 katı, 1000 kişiye düşen okul sayısı 8 katıydı...
suyunun suyu iki boktan tırı vırı siteden okuduğuyla saydıran kara cahiller mümkünse siz bi ölün. varlığınız anca gübre olarak fonksiyonel çünkü...
tamamen isteksiz, bilgisiz bir millet ve orduyla savaşa nasıl girebilirdik ki kazanalım? savaş durumunda bile aksi fikir sunanlar, manda ve himaye isteyenler olmadı mı? kitaplarda anlatıldığı gibi türk halkının tamamı savaşa hazır falan değildi. belli bir başarıdan sonra destek çoğaldı.
ayrıca diyelim bir şekilde savaşa girdik. yine bir şekilde kazandık. ee sonra ne olacak? düzen, güvenlik, yönetim, devrim nasıl sağlanacak? atatürk ısrarla bu devrimleri yapmasaydı kolay kolay kimse elini taşın altına sokmazdı. biraz zamanına ve yetiştiriliş tarzına göre düşünmek lazım. biri geliyor ve tamamen yabancı olduğunuz şeyleri size anlatmaya ve uygulatmaya çalışyor. iyi veya kötü olduğunu bilmiyorsunuz ki mantıklı bir şekilde düşünüp kabul edesiniz ya da hayır diyesiniz. o zaman gerekli temel değişiklikler yapılsaydı bile biri gelir ve her zaman olduğu gibi din konusunu alevlendirdi ve en başa dönerdik. ama atatürk'ün gerekli yenilikleri yapmasıyla bu olay sadece gecikti bildiğiniz gibi. türkler için din kilit noktadır. çal, çırp, öldür, gasp et. aradan zaman geçsin ben aslında din için yaptım de, salla iki yalan, olaylar kapansın.
öğrenemedik insanları kendi haline bırakmayı.