kazım karabekir in ıstiklal mahkemesindeki sorgusu

entry3 galeri0
    1.
  1. kazım karabaekir paşa nın sorgusu. şöyledir. ibretliktir.

    ----------

    Kazım Karabekir Paşaya sorulan ikinci suale bakar mısınız: “…nasıl olur da muhalefete geçersiniz? Lütfen izah eder misiniz?”

    Bu nasıl demokrasi? Bu nasıl Cumhuriyet? Bu nasıl fikir özgürlüğü? Farklı düşünmek bile -dava ile alakası olmadığı halde- sorgulanıyor.

    Bu sualden, M. Kemal Atatürk döneminde muhalefet edenlerin kendilerini Istiklal Mahkemesi’nde buldukları açık bir surette anlaşılıyor. Kazım Karabekir Paşa, sırf muhalif olduğu için, Izmir Suikasti bahanesiyle yargılandı, hatta idam edilecekti. Ancak birçok subay Karabekir Paşanın lehine tavır alınca buna cesaret edilemedi.

    Kazım Karabekir Paşanın Sorgusu…
    Ali Çetinkaya (Kel Ali):

    – Zatıaliniz, Terakkiperver Fırkasının reisi bulunuyorsunuz değil mi?

    Kazım Karabekir Paşa:

    – Evet.

    – Zatıaliniz inkılabın büyük bir şahsiyetisiniz. Tarih, bunu böyle kaydediyor. Memleketin savunulmasında nasıl bir arada dağılmadan kaldı isek, vatanın yükselmesi emrinde de öyle olması gerektiğini elbette takdir buyurursunuz. Bu sebeple zatıaliniz, nasıl olur da muhalefete geçersiniz? Lütfen izah eder misiniz?

    Kazım Karabekir Paşa, bu soruyu şöyle cevaplandırdı:

    – Mütareke sırasında elîm durumlara karşı elbirliğiyle göğüs gererek çalışıp Gazi’yi kendimize reis yaptığımız sırada, memleketin istinad ettiği yegane kuvvet bendim.

    Ancak her inkılapta olduğu gibi, ilk zamanlar birlikte çalışanlar, maksad hasıl olduktan sonra ortaya çıkan parazitlerin bu birliği bozdukları görülür. Benim görüşüm şudur ki, Lozan sulhüne kadar kalb kalbe yekvücud olarak çalışmış arkadaşlar arasında sulhu müteakip bir ayrılık başladı. Bunun ilk tecellisi Rauf Beyle Ismet Paşa arasında müşahede edildi. Arzettiğim gibi bu mesele, sulha kavuştuktan sonra her zamandan daha fazla birliğe, tesanüde muhtaç olduğumuz günlerde ortaya öyle çehreler çıktı ki, artık ne Gazi, ne de Ismet Paşalar nezdinde eski arkadaşlıkları, eski yollara sevketmek imkanı kaldı. Aleyhimizde yazılmadık şey bırakılmadı, cahil kafalı yobazlardan daha mutaassıp halifeciler olduğumuza kadar uğramadığımız iftira kalmadı. Kimse, bunları susturmuyordu. Ben, sabrediyordum. Ismet Paşa ile Rauf Bey arasında, Lozan Konferansı yüzünden başlıyan ayrılığa mani olmağa çok çalıştım. Fakat bir türlü muvaffak olamadım. Her şeyde aynı düşünce ve kanaate sahip, müttehid olmak imkanı tabii yoktu. Ama, buna rağmen kuvvetli arkadaşların memleket ve millet işlerinde elbirliği ile çalışmaları imkanı vardı. Ben bunu temin için çok uğraştım. Fakat bununla uğraşır ve bu arada Rauf Beyle Ismet Paşayı barıştırıp birleştirmeye çalışırken, aleyhimde neşriyat başladı.

    Bilhassa ordu müfettişliğim sırasında maruz kaldığım manasız muamelelere tahammül güçtü. Uzun ve derin tetkikler neticesinde hazırladığım layihalar, göz gezdirilmek zahmetine bile katlanılmadan bir köşeye atılıyor ve mütemadiyen geri kafalılığımız iddia edilerek propagandalar yapılıyordu.

    Reis Kazım Karabekir Paşa’nın sözünü kesti:

    – Bugün muhakeme ile resmen sabit olmuştur ki, daha evvel bazı entrikalar çevrilmiştir. Bu, millet muvacehesinde vazıh olarak tahakkuk etmiştir. Zatıalinize evvela bu noktayı hatırlatırım…

    – Hepsi önlenebilirdi… Esas; birlikte, vahdette idi. O bozulmasaydı hiç kötülük olmazdı. Ben ordu müfettişi bulunduğum sırada askerlikte Meb’usluğun telif edilemeyeceğini (hem asker hem milletvekili olunamayacağını) ileriye sürdüğüm zaman bile hücuma uğruyordum. Halbuki, ne kadar isabet ettiğim biraz sonra anlaşıldı. Nihayet, bu memleketi kurtarmış olan arkadaşların, zuhur eden bir takımları tarafından, birbirlerinden ayrılması önlenemez bir hale geldi. Böyle olunca Fırkadan istifa ile Ismet Paşayı ziyaret ettim. Sonra gidip, evime kapandım, oturdum.

    Muhalif bir fırka kurmak tasavvurunda değildim. Siyasetten uzak, kendi alemimde sükuna dalmak kararındaydım. Fakat karşı taraf bırakmadı. Boyuna: “Ne susuyorsun?” Ne duruyorsun? Söylesenize… Çıkınız” gibi sözlerle umumi efkarı (kamuoyunu) bir bu suretle, yani memleket hizmetinden kaçıyormuşuz gibi aleyhimize çevirmek istiyorlardı…

    Bu durumda daha fazla durulamazdı. Işte Terakkiperver Fırka bu ahval tesiriyle doğdu.

    Reis:

    – Benim kanaatime göre bu gibi fırkalara memleketin tahammülü yoktur.

    – Hayır.. Ben, aksi kanaatteyim. Memleket demokrasiye layıktır. Millet müdriktir. (Millet idrak sahibidir.)

    – Ona şüphe yok. Elbette memleket müdriktir. Ancak bu tarzdaki Fırkalar, sonralarında defterlerini seyyiat (kötülüklerle) ile kapatıyorlar.

    – Kabahat kimin? Fırka kurdurmamak, hükümetin elindeydi. Halbuki kurulurken: “Çalışınız, biz de böyle diliyorduk. Mubarek olsun. Allah muvaffakiyet versin…” diye bizi teşci edenlerin başında hükümet vardı. Sonra ne oldu?

    Istiklal Mahkemesi Reisi, konunun dağılmak üzere bulunduğunuz görünce suikast işine döndü:

    – Biliyorsunuz, diye söze başlayan Ali Bey, sözlerine şöyle devam etti:

    – Ziya Hurşid, Şükrü Beyle anlaşarak Reisicumhur hazretlerine karşı bir suikast tertiplemişler. Hükümeti de devireceklermiş.. Bu husustaki malumatınızı lûtfen söyleyiniz, asıl davamız budur..

    – Şükrü Beyin teşebbüsünden hiç bir suretle haberim yoktur. Bana kimse bir şey söylemedi. Sabit Beyin de haberi varmış. Varsa, böyle bir vaziyette Fırkayı derhal silah başına davet ile, Hükümeti de haberdar etmek vazifesiydi. Sabit Bey’in böyle yapmamış oluşuna hayret ederim. Hatta gelip bana haber vermeyişi de şayanı hayrettir.

    – Zatıalinize de haber vermedi mi?

    – Kat’iyen. Ne o, ne de başka bir kimse, bana bu mevzuda hiçbir şey söylememiştir. Haber verdim diyen varsa, gelsin yüzüme karşı söylesin.

    – Rauf Bey haber verdi, diyor Sabit Bey ifadesinde…

    – Hayır… Rauf Bey bana bir şey söylemedi…

    – Fakat, Ordu Meb’usu Faik Bey’in mazbut ifadesinde bir nokta var… Zatıalinize haber verilmiş olduğuna dair.

    – Imkanı yok… Gelsinler, yüzüme karşı söylesinler… Hiç kimse, bu iddiada bulunamaz. Söylemiş olsalarda, gizliyecek değildim. Belki haber vermek istemişler de, duyunca Fırkayı dağitma teşebbüsüne geçerim diye korkmuşlar ve saklamış olabilirler.

    – O halde, bu ifadenizle, arkadaşlarınız töhmet altında kalıyorlar…

    – Orasını bilemem. Ben doğruyu söylüyorum… Başka bir şey düşünmem.

    – Buyurunuz, muhakeme bugünlük kâfidir.

    ---------



    KAYNAK: Azmi N. Erman, Izmir Suikasti ve Istiklal Mahkemeleri, Temel Yayınları, Istanbul 1971, sayfa 119 – 123.
    1 ...
  2. 2.
  3. tarihten bi haber kemalistlerin anlayamayacağı sorgudur. slogan tarihçiliği yerine gerçekler ağır olur haliyle..
    1 ...
  4. 3.
  5. kazım paşa' nın cemaat tarafından kandırıldığını gösterir.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük