yazarın verdiği yemi yedim resmen.. ''martı ve simyacı okuduysan bu kitap tam sana göre dostum'' yorumunu yedim resmen. hacı tamam bişi yapmıssın fena da olmamış.. ama nedir bu karşılaştırma çabası. hadi onu geçtim ilkokul çocuğunun bile algılayabileceği bir kitap, öyle ağır bir kitap değil yani arkadaşlar. eş dost verirse alın okuyun yoksa para verip almaya değmez gibi sanki. yine de emeğe saygı diyip yazarın gelip bu yorumları okumasını şeyapalım bari.
türklerin küçük prens'i olarak lanse edilen, serdar özkan'ın güzel kitabı. gerçekten bir küçük prens, bir martı olabilir mi? bence olamaz ama yine de zevkle okunan bir kitap.
--spoiler--
Hatırlıyor musun, güneşli günlerde sana akın akın koşanlar güz gelince bir bir terk etmeye başlıyorlardı seni. Kış iyice bastırınca da hiç kimseyi bulamıyordun yanında. Gururun seni yalnız bırakıyordu ve o kuru gururun yüzünden ağlayamıyordun bile.
--spoiler--
reklama kananların yazarını zengin ederken, edebi olarak pek bir şey bulamayacakları bir kitap. metrolarda boy boy afişleri var. satın almadan önce mutlaka okuyunuz, http://www.hurriyet.com.t.../12887668.asp?yazarid=341
Kitaba dün başladım ve bugün de bitirdim.
Kitabın güzel olup olmadığı, kaliteli olup olmadığından önce ne kadar saygısız bir okur kitlemiz var ilk önce.
Bir kitabı beğenmek göreli bir kavramdır. Beğenirsiniz beğenmezsiniz. Ama bu kadar aşağılayıcı ve "ben daha iyisini yazarım" şeklinde hakarete varan yorumlara ne gerek var. Yaz ulan o zaman!
Popüler kültürü aşağılıyorsun madem hem neden alıp okuyorsun? Bu insanın kendi kendisiyle çelişmesi değil midir? Ama bu kitabın beğenilmemesinin - en azından bu başlığa yazan sözlük yazarları tarafından- en birinci sebebi yazarının Türk olması. Biz her nedense kendi içimizden çıkan bir değeri aşağılara çekmek için normalin üstünde bir çaba sarfediyoruz. Bu kitabın yazarı Serdar Özkan değil de Sergei Ostan olsa bu tepkiler gelmezdi. Kendi içimizden genç birinin bir çok dile çevrilen bir kitap yazmış olmasını kabullenemiyoruz ne hikmetse. Kendi içimizden biri bir şey başardı mı ilk önce bir çapanoğlu arıyoruz. Bir bok atma hevesi geliyor. Mutlaka bir puştluk vardır diyoruz. Bu sadece bu kitap için değil her alanda aynı. Yıllar önce adamın biri zakkumdan kanser ilacı ürettim dedi adamı neredeyse hapse atacaklardı. Adam çareyi yurt dışına kaçmakta buldu. Sonra ne oldu. Gitti ilacın patentini isviçrelilere sattı. Şimdi bu ilacı dünyanın parasını ödeyerek ülkemize sokuyoruz. Kendi insanımızın ürettiği bir ilacı neden yurtdışından ithal etmek zorunda kaldık kimse merak etmiyor artık. Bilir misiniz ki yengeçleri yakalamak için yengeç sepetinin içine bir tane yengeç bırakılır. Bu sepet ağzı kocaman bir kovaya benzer ve aslında yengeçler için çıkıp kurtulması kolay bir tuzaktır. Ama ne zaman bir yengeç sepetten özgürlüğüne doğru tırmanmak istese aşağıdan bir yengeç onu tutarak dibe doğru çeker. Çıkmasına izin vermez. Bir kitabında inan kıraç bunun doğu kültürünün bir özelliği olduğunu söylüyordu. Doğru işte, kanıtı da bu. Ben teker teker her ülke dilinde arattım. Evet, basılmış kitap, satılıyor ve hayret ki beğenilmiş. Günümüzde her yazarın kitabı sanki bir başyapıt olarak çıkıyor da... Biz ne bekliyoruz yazarlarımızdan anlamıyorum. O kadar çok yazarımız var ki (!) kitapları yurtdışında da basılan aralarından en iyilerini mi seçmekte zorlanıyoruz.
Kitap genç bir kızın hayatın anlamı ve gerçekte neye önem vermesi, ne olması yönünde bildiklerini anlatıyor, verebildiklerini de veriyor. Etkileyici yerleri var. Özellikle genç okurların fazlasıyla etkilenmesi muhtemel. Annesini ya da babasını yitirmiş olanlarında... iyi niyetli, hayalleri ertelemenin bize fazla bir şey kazandırmayacağını aksine bir çok şey alıp götüreceğini anlatıyor. Seni var gücüyle kendi istediği şekle sokmak isteyen bir dünyada kendin olarak kalabilmenin önemini ve bu savaşımın her bireyce verilmesini tavsiye eden bir kitap. Ve en önemlisi medyada çıkan onca yazıda, söyleşide yazarın hiç bir zaman bir başyapıt ortaya koyduğuna dair biz izlenim edinmedim. Serdar özkan aynı kitabında olduğu gibi parlak, dikensiz, kabarık ve olağanüstü bir gül ortaya koymamış. Sade, kendi halinde ve kendine has kokusu olan bir gül çıkmış ortaya da.
ulan dedim 300 bin adet basılmış bu kadar insan bu kitabı alıp okuduysa mal değildir herhalde. itiraf ediyorum sözlük bu kitabı alıp satış rakamına katkıda bulunduğum için artık ben de kendimi bir mal olarak tanımlayabilirim.
ulan adam nasrettin hocanın 2 hikayesini almış üzüm üzüme baka baka kararır demiş, al sana kitap olmuş.
yani diyeceğim şu ki, okumayın arkadaşım vakit kaybı, 10 liranıza bir bilet alıp sinemaya gidin, daha güzel. hayatımda ilk defa bir kitaba verdiğim paraya acıdım resmen.
ya resmen insafsızca eleştiresim var öyle gıcık oldum...
güya "best seller" olan kitap. 30 farklı dile çevrilmiş, dünya onu okuyor falan filan.
hürriyetin çiçeği burnunda gazetecilerinden ezgi başaran tarafından farkedilene kadar herkes de yutmuştu bu hikayeyi.
serdar özkan kitabıdır. şişirilip pohpohlanmış bir kitap olduğunu düşünenlerin sayısı hiç az değil.
işte kitaptan veciz, olmadı leziz, olmadı adını sen koy bir paragraf pardon iki paragraf, iki ısırık veya bir kuple veya neyse ne,
'hatırlıyor musun, güneşli günlerde sana akın akın koşanlar güz gelince bir bir terk etmeye başlıyorlardı seni. kış iyice bastırınca da hiç kimseyi bulamıyordun yanında. gururun seni yalnız bırakıyordu ve o kuru gururun yüzünden ağlayamıyordun bile. bahardaki övgüler seni ne kadar yükseltmişse, sonbahardaki düşüşün de o denli yüksekten oluyordu. havanın değişmesi yerle bir ediveriyordu seni... oysa bir gül için bu böyle mi? bir gül için, güz demek, yağmur demek. güz demek, bahara hazırlık demek...
üzgünüm dostum ama, sana tutkuyla bağlananlar bir gün seni terk edecekler. çünkü onlar sana değil, kendi tutkularına tapıyorlar yalnızca. ve bir gün gelecek, o tutkuları başka bir tanrıça bulacak. senden daha güzel, daha güçlü bir tanrıça! işte o zaman sen unutulacaksın. kendini onların övgüleriyle var ettiğin için de, unutulduğun zaman yok olup gideceksin.'