derin bir mevzu ama bahsetmek istedim,içimde kalmasın...
yüzümüzü geçmişe,atalarımıza çevirip baktığımızda şuan ki gençliğin ne kadar boş beleş bi hayat sürdüğünü görmemek mümkün değil...çok eskiye gitmeye gerek yok,pek çok canları acıtsada,sağ-sol ayrımına birde şu yönden bakmak lazım;insanların amaçları ve herşeyden önce bir düşüncesi varmış,kafa tasındaki beyin sadece bir organ değilmiş, işe yarayan birşeymiş.şimdi ise o beyinler öylesine boş ki,bu boşluklar uyuşturularak dolduruluyor malesef...eğlence=alkol+sex+uyuşturucu+sigara+kendinden geçmek,kendini kaybetmekmidir?ne yazık ki heryer narsist insanlarla dolmuş,herkes gösteriş için yaşar olmuş.''dünü unuttuk,yarın umrumuzda değil,şuanın tadını çıkarmaya bak''zihniyetleriyle dolmuş- bir zamanlar şehit kanlarıyla sulanmış- topraklarımız,ne acı!!!
Kirlenmiş hayatın makyajlı çocuklarıydık biz...
Toplum kuralları ve tabular atalarımızdan gelen değer yargılarından çıkıp güvenliğimizi korumak için yapılan, korkmamız gerekenlerin müsvette bir listesi haline gelmişti. Bizi asıl korkutanların koydukları kurallara uymak zorundaydık. Çünkü onlar bu listeyi kendilerine benzeyenlerden korumak için çocukları için hazırlamışlardı. Milenyumun, popüler kültürün bastırılmış kişilikli çocuklarıydık, biz... bizim davamız hayatımızla bütünleşip kişiliğimizi oluşturmamıştı. devrimimiz neslimizleydi. Reklamlarla ve televizyonla öğüttük kendimizi. idealimiz ya yaşadığımız çağın popüler kültürünün çıbanlarından biri olmak ya da kendimizi neslin pasifi varsayıp kendi içimiz de kaybolmaktı. Bu çelişkilerin içinde kendi kendimizin en büyük düşmanı olduk.
Ve savaşımız kendimizle başladı.
Sorgusuz ve yargısız savaşa ittiğimiz her tahta asker, aslında arkasında durduğumuzu sandığımız kendi yüzlerimizden biriydi. Köle olmuş bir neslin materyalist çocuklarından biri olmak adına her geçen gün yalnızlık soyadımız oluyordu, çıkarlarımız IQ seviyemiz...
Tarihin kamburlaşmış çocuklarıydık biz...
Yükümüz kendimizdik.
Ve
Hacmimiz yer kaplarken kütlemiz bir o kadar hafifti.
Kendimizi satmak zorundaydık, dünyaya yaranabilmek için...
Kaybedecek neyimiz vardı?
Özgürlüğümüz mü?
Özgür doğmuştuk zaten.
Hislerimizden bağımsız ruhsuz bir özgürlük dolaşıyordu damarlarımızda...
inançlarımız mı?
Yalnızlık bile içsel bir propagandaydı hayatımızda...
Tarih bize mülkiyetten başka inanç bırakmamıştı.
Tanrımız mı?
Tanrı kanımızı emmeye gelen bir sivrisinek kadar duyuyordu ve bedeni dindarken ruhu ucuz orospulara tercih etmişti bizi.
Geriye kalan sözsüz bir şiir,
Anlatıcısız bir öykü...
Uzaya gönderilen ilk maymun gibi boşlukta dönüp duran tarihin kaybolmuş çocuklarıydık biz...