1980 lerin sonunda çocuk olanlar bilir. istenilen şarkılar 60 lık veya 90 lık kasete göre adedi belirlenerek bir kağıda yazılır, kasetçiye götürülür. abi bu var, bu yok diye şarkılar ayıklanır. haftaya gel al denilir.
bunların bir de 46'lıkları vardı. a yüzüne hareketli şarkılar, b yüzüne slow şarkılar konurdu ki, acil bir durumda şarkı aramakla uğraşılmasın, kaset hemen ters çevirilsin. walkmanlerin pili bitmesin diye kaseti çıkarıp kalemle ileri almalar mı dersin, teybin kasedi mundar ederek bantlarını sarması mı dersin, neleeer neler...
piyasada hali hazırda mevcut olan karışık kasetler bir yana bir de kaset kaydı yapabilen müzik setleri yardımıyla manuel olarak hazırlanan karışık kasetler vardı, ki kendiler teen age zamanlarımızın en utanmaz tanıkları olurlar.
G.O.R.A'da Arif karakterinin hafızasına dövüş sanatları yüklenirken de kullanılan kasettir kendisi. O sahne izlendiği anda insan bir an için dahi olsa nostalji kasırgasının girdabına kapılıp çocukluk ve gençlik yıllarına döner ve yüzünde hafif bir smile oluşuverir...
bir zamanlar, bir çocuğun müzik zevkinin gelişmesine çok katkı sağlamış olaydır. bugünkü kaliteli müzik tutkumu zamanında elime geçirdiğim kasetlere borçluyum.
Hiçbir estetiğin olmadığı,kurgusunun aşırı derecede zayıf olduğu ancak ortaokullu ergenlere izletilebilecek bi film. Azıcık psikolojik tahliller de koyalım demişler,onun da içine etmişler. Klasik Türk aşk sinemasının tekrarı olmuştur(bankta oturmak,hafif çılgınlıklar,balkonda çay ve yatak sahnesi) kısacası gitmeyin oğlum.
bazı hikayeler vardır o karışık kasetin ta kendisidir.
sonra gün gelir asıl sahibinden kopar gider, sokaktaki küçücük bir çocuğun eline oyuncak olur o kaset.
bir yabancının hayatına karışıp sıradanlaşır o hayat(-lar) ve uykular ancak siyahın izin verdiği kadar sarışınlaşır.
yara olur zaman.
ve burada o söz konusu şarkıların sırası unutulsa bile yarası asla unutulmaz:
a yüzü
1. aşkın nur yengi . ayrılmam
2. levent yüksel . karaağaç
3. `nazan öncel . a bu hayat
4. yaşar gaga . aşk acıtır
5. demet. bir vurgun bu sevda
6. sezen aksu . son bakış
7. mete özgencil . olmalı
8. göksel . kurşuni renkler
9. candan erçetin . gel yeter
10. nazan öncel . bu havada gidilmez
b yüzü
1. sezen aksu . el gibi
2. ikinci bahar film müzikleri - cengiz onural. benimle evlenir misin
3. nazan öncel . ağla erkeğim ağla
4. yaşar gaga. aşıksın gidiyorsun
5. sezen aksu. ah mazi
6. demet . arnavut kaldırımı
7. rengin. gitmek kolay
8. yaşar gaga . mendilimde gülüşün
9. nazan öncel . bir hadise var
10. sezen aksu . rumeli havası
güzel bir film. bu filme girmek hiç yoktu aklımda, ama iyi oldu izlediğim dedim filmden sonra. güzel olmasının sebebi tam da bu aslında. beklentinin düşük olması yani. "hadi sinemaya gidip 'karışık kaset'i izleyelim" diyerek bu filmi izleyen çok kişi olduğunu zannetmiyorum. çünkü hayvan gibi reklamı yapılmadı filmin. bir dizi kadar bile (bkz: şeref meselesi) gözümüze sokulmadı misal. dolayısıyla beklenti düşük oluyor. film de gayet başarılı. gidin izleyin lan işte.
-- spoiler --
bülent emin yarar oldukça iyiydi. lakin sarp apak bir o kadar başarısızdı bence. canlandırdığı karakterin hakkını verememiş. duyguyu yansıtamamıştı. çok sığ kalmıştı. oyunculukla ilgili terim de bilmiyom amk iyi değildi işte.
filmin ilk yarısındaki, karakterlerin çocukluk halleri de fazla uzatılmıştı. filmin bir yarısı buna ayrılmış. çocukluk kısımları biraz daha özet halinde geçilip, sonrası daha ayrıntılı işlenebilirdi. çocukluktan sonra ilk karşılaşmalarına kadar 10 yıl geçmiş. sonra kız izmir'e gitti. sonra teknedeki düğünde buluşuyorlar ki bir 10 yıl daha geçmiş o arada. adamın babası ölmüş vs. buralar fazla yüzeysel geçilmişti.
Babam yaptırırdı bunlardan, egzotik arap ezgileri olsun, anlamasak da hüzünlediğimiz slowlar olsun, şıkır şıkır oynadığımız birçok şarkı vardı. Doğudayken çok seyahat ederdik, 20 saatleri bulurdu memlekete gelmemiz, olmasaydı bitmezdi yollar. Başa sarar bi daha bi daha dinler, şarkıları ezberlerdik.
sinemada izlenir mi sorusuna tam olarak cevap veremese de, güzel zaman geçirmek açısından, bu kadar leş türk filmlerinin yanında şans verilebilecek, sarp apak ile özge özpirinççi filmi. zaten hiçbir kitapla aram olmasa da, kitabından haberim yoktu, vizyona girmeden önce de her gittiğim filmde fragmanını yayınlıyorlardı, ''gidelim, görelim!'' dedik izledik.
--spoiler--
ama yine de şunu diyeceğim, sarp apak'a bir türlü alışamadı gözüm, her ne kadar filmde naif bir karakteri canladırsa da, oyunculuğu esnasında, oynadığı dizilerdeki piç - clubber karakterleri dolaştı durdu gözümün önünde. yine de hakkını yemeyelim ama, sanki özge bacımızla daha bir uyuşacak oyuncu bulunabilirdi belki de; ama küçüklüğünü oynayan çocukla uyumu açısından iyi olmuş tabii. 90'lar çocuğu olaraktan ise, o zamanları hatırlatması, yazlık aşkları, o zamanların müzikleri, özellikle o dönemin sezen aksu'sunun hastası olan bir adam olarak, bu yönleri hoşuma gitti aslında. deliveren'e yapılan saygı duruşu da güzeldi, buna mukabil ışık doğudan yükselir in de anılması diğer yandan. filmin oyunculuk açısından zirvesi bana göre, bülent emin yarar. adam hangi işe girse, o filmin, oyunun, çıtasını kesinlikle yükseltiyor.
--spoiler--
hoş ama boş bir film olmuş. zaman geçişlerinde kopukluk var. sürekli 10 yıl atlıyor dizi ama bize o geçen süre hiç hissettirilmiyor ancak filmin sonunda anlaşılabiliyor. bu yüzden izlerken "noluyo burda ya" tepkisi veriyor insan. güzel bir konu, kötü bir senaryo, eh işte yönetmenlikle 10 üzerinden 6'dır benim puanım.
--spoiler-- uygar şirin romanından uyarlanan filmin 90'ları, 2000'leri ve 2010'ları ele aldığı bölümlerdeki hızlılığa ve parodiye dönüşmüş taraflarına takılmazsanız hakikaten güzel bir seyirlik oluyor karışık kaset. zira, ben ilişkinin 30 yıla yayılmış tavrını sadece romantik bulurken asıl babanın izinden yürüyen oğlunun armut dibinine düşer misali müziği içselleştirmesi ve babanın hakikaten o bulunmaz nadir plağı ankara'dan getirdiğinde hissettiği o coşkuyu anlamlandırabildiğim ölçüde filmi daha da sevdim. çünkü baba hobilerini o denli her şeyin önüne almıştı ki bu uğurda sevdiği insanları kaybediyordu..(mesela eşini) evi yakıp yıkıyordu ama her şey o anlık hissedilen tutkularla, müzikle manidardı. tabii böyle bir coşkudan ve ev ortamından oğul da nasibini alıyor ve babasının açtığı yolda yürüyüp o üzerinde hayli uğraşılmış kitabı bitirip belki de babasına vefa borcunu ödüyordu.
--spoiler--
--spoiler--
bir sahne var ya ulaş saçma sapan bir şekilde yer de cd'yi arıyor ve bulamıyor masadakilerden izin istiyor. akabinde cd'ye yani sezen aksu'ya dair birkaç yorum yapan masaya ayaklı bir kütüphane misali ders veriyor. albümün yanlış söylenmiş isminden tutun da çıkışına, hikayesine her derinliği onda mevcut çünkü. bazı şeyler bazı insanlar için fazlaca önemli olurken diğerleri için o kadar mühim olmayabiliyor.
--spoiler--
--spoiler--
kitap yazımında görüldüğü an mutlu kılan benim için ayrı önemi olan tülay german ve ankara'dan getirilen silüetler plağı kadar en iyi türk ozan olarak mazhar alanson isimleri bir nevi saygı duruşuydu.
--spoiler--
irem: konuyu değiştirme.
ulaş: değiştirmiyorum. konu aynı konu. şarkılar.
irem: bi saniye, bi saniye. şimdi anladım.
ulaş: ne anladın?
irem: sevdiğin bütün şarkılar kaybetmekle ilgili.
--spoiler--