sanmıyorum. karıncanın ruhunun olduğunu düşünmüyorum. robot gibi yaratmış tanrı onları. tüm gün çalışıp bir o yana bir bu yana dönüp dolaşıp duruyorlar. bu yüzden enerjimi bir robot için boşuna harcayamam.
edit: tanım olarak, vicdansız damgası yeme pahasına sözlüğe yöneltmiş olduğum sualdir, diyelim. amma da duyar kastınız amma da hayvan sever çıktınız be. robot diyoruz ulan robot.
O da neki, eskiden bizim mutfakta çok görürdüm. suda boğulmasınlar diye bulaşık yıkamak için onların gitmelerini beklerdim. çok savunmasız geliyorlar bana(ki öylelerde), kıyamıyorum hiç.
keserim. Kedilerin yanindan gecerken korkup yola firlamasinlar diye yavas yururum. Kopeklerin yanindan gecerken eger uysal ve temiz gorunuyorsa baslarini oksarim. Kuslarin yaninda gecerken eger yemek yiyorlarsa korkup kacmasinlar diye yavaslarim, ani hareket etmem. Ara sokaklarda araba surerken arabalarin altindan kedi firlayacak diye cok yavas gitmeye calisirim.
Dilenciye para vermem. Mendil ya da saat satan zencilere para veririm. Eger yemek yiyerek yolda gidiyorsam para isteyen tiplere param yok ama yemegimden verebilirim derim. Cogu genelde kabul etmiyor zaten.
Ne kadar merhametli bir insan portresi cizdim di mi. Ama insanlari sevmem. Metrobus sirasinda omuz omuza mucadelde cok cetin cevizimdir. Kim ulan bu hayvan dediklerinizden birisi olabilirim. Dayanamiyorum okuz tiplere, veriyorum omuzu veriyorum rahatsizligi.
keserim götümü bile keserim. bi sefer bir atlı karıncayı örümcek ağına atıp sarıp sarmalamasını izlediydim akşamına topuğumdan akrep soktu. o gün bugün allah bir karınca iki.
ben keserim. iyice küçükken bir ara o kadar çok kendimi çiçeğe böceğe vermiştim ki insanlar yılmıştı artık. gidip çiçeklere dokunup onların tozlaşmalarına yardım ederdim kendimce. ya da böyle karınca ya da bir şey taşıyan böcek gördüğümde taşıdığı şeyi zorla alıp gittiği yönde daha ileriye bırakırdım ki ağırlık taşımasın zaten kendisi küçük diye.
bir ara o kadar kaptırdım ki kendimi rüyamda bile karıncalarla konuşuyordum. hatta rüyamın birini de hatırlıyorum. benim odamdayız bir karınca sürüsü ve ben. karıncalar yatağımın kenarından elbise dolabıma geçmeye çalışıyorlar ama mesafe çok uzak. ben de ellerimi iki yana açayım bir elimle yatağa dokunurum diğer elimle de dolaba dokunurum siz de üzerimden geçersiniz gibi bir öneride bulunuyorum. karıncalar tamam diyorlar. sahiden mekanizmayı kuruyoruz ve bütün karıncalar benim vasıtamla dolaba geçiyorlar, ondan sonra da gidiyorlar.
yanı bırak adım kesmeyi, kendimi heder etmişliğim var kendileri için. çocukluk zamanları çok enteresan zamanlar.
adımını kesmek ne demek lan. markete gitmek için, her zaman geçtiğim park var. o parkın girişinde de karıncaların rutin olarak kendine yaptığı bir yol var ve sürekli oradan koloni halinde geçiyorlar ve geçerken basmamak için her zaman dikkat ederim
ama bir gün çok içmişim, yine ertesi gün markete bir şeyler almaya gideceğim tabi başım hala dönüyor bir de dalgınlıkla son anda aklıma gelip fark edince, değişik hareketler eşliğinde basmamak için dengemi kaybedip, kolumun üstüne ters düşüp, kolumu kırmıştım.
Kanuni Sultan Süleyman, Şeyhülislam Ebüssuud Efendiden, manzum bir beyitle, Topkapı Sarayının bahçesindeki meyve ağaçlarına zarar veren karıncaların yok edilmesinin dinen mümkün olup olmadığını sormuş. Beyit şöyle:
Dırahda ger ziyan etse karınca
Günah var mıdır ânı kırınca?
Şairliği de bulunan Ebüssuud Efendi, manzum soruya manzum bir cevap vermiş:
Yarın Hakkın divanına varınca, Süleymandan hakkın alır karınca