beş yaşındayım. o kadar az hatırlıyorum ki doğduğunu. hastane koridoru, anneannem oturuyor ve ben onun yamacında ağlıyorum. doğumuna dair tek hatırladığım an bu. bir hastane koridoru sadece. evimize getirildiğini, büyüdüğünü hatırlamıyorum. sadece televizyonun altındaki cam bölmeyi düşürdüğün an geliyor aklıma, bir de babamın aldığı arabayı kırdığın için sana sinirlendiğim.
annemin bana yazmayı öğretirken etrafta emeklemen geliyor aklıma hayal gibi. defterimin her tarafına yazdığım " ali" kelimesi geliyor. anneme soruyorum, " ali, ali diye yazdım. olur mu?". çok iyi hatırlıyorum eniştemin gelip yazdığım sayfa başına bana para vermesini, bu küçük yaşta okuma yazmayı söktüğümü annemin tüm komşulara anlatmasını.
okula başlıyorum. sen varsın. korkuyorum ilk başlarda, annem kucağına seni alıp geliyor okuluma beni teselli etmek için. öğretmenimizin ismi " ismet". " okuma yazma biliyorum ben" diyorum, " oku" diyor cebrail gibi, sınıfın peygamberi gibi okuyorum gururlanarak.
en ön sıraya oturtuyor beni öğretmen. yanıma da başarısız bir öğrenci oturuyor. ona öğretiyorum okumayı.
...
bir gün yengem geliyor okula. öğretmenimle konuşuyor, kabanımı giydiriyorlar bana. yengemin elinden tutup gidiyorum. " nereye gidiyoruz?" diye soruyorum. " ceren balkondan düştü, bi şeyi yok. hastaneye gidiyoruz." diyor. beşinci kat evimiz.
annemle ceren balkonda oturuyorlar. annem sepeti sallandırıyor aşağıya, ceren kucağında. demir parmaklıklar var balkonda. ceren atıyor kendini, annem bir çığlık atıyor. önce bi alt kattaki çamaşır iplerine takılıyor, yavaşlıyor ceren' in bedeni. bakkalın ayaklarının dibine düşüyor cansız bedeni. kan yok hiç, sadece gözleri açık havaya bakıyor ceren.
annem nasıl iniyor aşağıya, nasıl atlamıyor peşinden... o beş katı nasıl iniyor kızının ardından. bakkal alıyor ceren' i kucağına, annem koşuyor. arabaya biniyorlar bikaç kişiyle. gözleri açık ceren' in o sırada. ağlamıyor hiç. kalbi atıyor ama. annem, " yaşıyordu kucağımdayken ama sesi yoktu hiç" diyor sonradan anlattığında.
hastaneden babamı arıyorlar, babam gelene kadar ölüyor ceren. babam sabahleyin öptüğü kızının cenaze masraflarını ödemek için işyerini arıyor. işçinin biri para getiriyor babama.
hastaneye geldiğimi hatırlamıyorum. tek hatırladığım ceren' in bedenini arabanın bagajına koyduğumuzda gözlerinin açık olması ve benim gözlerimi kapatmam. ertesi gün yengemle evde yalnız kaldığımızda polislerin gelmesi, balkonumuzu inceleyip sandalyenin yüksekliğini ölçmeleri. sanırım daha sonra annemden de ifade almışlar. kuralmış bu, yasaymış.
yan komşumuzun gelip olayı anlatması, benim atari oynamam. annem geldiğinde annemin bana sarılarak ağlaması, babamın ağlamamasına şaşırmam. aynı şaşırmayı ben sünnet olurken gazete okuyan bir babaya sahip olduğumu anladığımda da yaşayacağım, farkında değilim. dört gün sonra ben yedi yaşımı bitiriyorum. annem yatağında baygın gibi yatıyor, babam ortalıkta yok. yengeme " doğum günüm benim" diyorum. annem içeride baygın gibi yatıyor. ağlamaktan uyuyakalmış sanıyorum. yengem, " sırası değil şimdi" diyor. ben de " yedi mi oldum sekiz mi?" diyorum kendi kendime.
bugün mezarlığına gelesim vardı. annemle karşılaşmamak için gelemedim. belki yarın, belki.
ceren ka...
1990, 1 nisan.
1992, 26 ekim.
" iyi uykular ufaklık. hoşçakal. hep böyle hoş kal. olur mu?"
Allah taksiratını affetsin, dostların ve sevenlerin erken gidişi geriye hüzün bırakıyor.
Bırakılan hüzün bazen unutuluyor bazen her sene hatırlanıyor...
"Veda değil gidişim, sizi bekliyorum" demek gibi bir şey olsa gerek ölüm.
düşünmesi bile insanın içini ürpertir. herkes içten içe anne babasının ölmüne hazırlamıştır kendini. Düşünmüştür bir gün olmama ihtimallerini; ama kardeş ölümü kaç yaşında olursa olsun zamansız gidiştir..
öyle muhteşem bir ülke kurar ki gittiği yerde
öyle bilinmedik renklerle bezer ki o ülkenin duvarlarını
öyle sabitler ki o muğlak duvarlara ruhunu
öyle yükler ki o ruhu sana
öyle bekler ki seni rengarenk ülkesinde
öyle ölmemiştir aslında
öyle ölmemiştir ki
öyle...
öyle sendir
ki
bak bi kendine!
yaşarken bedeninizdeki kara deliğe rağmen ayakta kalma sebebi olarak diğer sevdiklerinizin varlığıyla avunursunuz. isyan edersiniz, "keşke onun yerine ben olsaydım!" dersiniz. bahis konusu her açıldığında içinde bulunduğunuz ortamı terkedersiniz. en önemlisi çocukluk fotoğraflarınızın yer aldığı albüme bakarken gözlerinizden dökülen yaşlardır. özlem kokar, ağıt kokar, acı kokar.
fakat siz her şeye rağmen onun sizi gördüğünü bilir ve bir gün aynı canı ve kanı paylaştığınız o kişiye kavuşacağınız günün ümidiyle yaşarsınız!
11 yıl oldu sen gideli. sana doyamadan tam 11 yıl geçirdim. ve yine aynı aydayım. lanet olası ağustos ayında. küçüklüğümde senin değerini bilememişim. seninle beraber çekildiğimiz fotoğraflarda sana değil de kuzenime sarıldığım için kendimden utanıyorum. o fotoğraflardaki gülen sahte suratları karalıyorum bir bir.
şimdi aynı ayda kıyametin kopacağını söylüyor birileri. ne dersin, sana kavuşabilecek miyim sonunda?
Kan kanserinden hem de yılbaşı gecesi herkesin eğlendiği bir zamanda olduysa daha kötüdür. Tabi küçüksünüzdür daha çok farkına varamazsınız, anne çeker en büyük acıyı. Dua edersiniz sadece abla olarak huzur içinde uyusun hep diye.
çok korkunç bir şeydir. küçükken abimin ölmesinden korktuğum için ağladığım olmuştu sözlük. sonra gece uyanıp acaba yaşıyo mu diye odasına gidip bakmıştım. *
içinizi yakar boğazınızda geçmek bilmeyen bir düğümle gezersiniz onun hayali ile yatarsınız rüyanızda onu görürsünüz sabah ağlayarak kalkarsınız kabrini özlersiniz kışın çok soğuklarda daha bir içiniz yanar üşüdüğünü düşünürsünüz gece o şimdi korkar çok küçük diye içinizden geçer yine ağlarsınız unutulmaz. *
daha önünüzde uzun yıllar olduğunu düşünürsünüz.nolursa olsun onun yanınızda olucağını...hep bir güven olur içinizde.o yanımda oldukça en büyük üzüntülerimi bile unutabilirim dersiniz.herkesten çok güvenirsiniz.ama o hayata gözlerini yumduğunda bütün herşey altüst olur.doğduğu gün gelir aklınıza.annenizin,babanızın sevinci...onu ilk kucağınıza aldığınız an,size gülümsemesi...ona bidaha sarılmadan,öpmeden,görmeden nasıl yaşayabilirsiniz ki?ölmek istersiniz.annenizi görünce vazgeçersiniz.çünkü onun acısını birazda olsa dindirebilecek tek kişisinizdir.hayatınız boyunca kardeşinizin yerini kimse dolduramaz.ne zaman resmini elinize alsanız tutamazsınız gözyaşınızı.hayatınızın en güzel günleri onunla yaşanmış ve bitmiştir...
yaşayan bilir derler ya. yaşayan bilir. 12 yılımız beraber geçti. ben hayatı senin sayende öğrendim tüm gerçekleri. bana bir 'ablam' diye sarılman için nelerimi feda etmezdim. olsun be güzelim. sen meleklerin en güzeli. gittin ablanı bıraktın ardında. sen hep mutlu ol ablan seni çok seviyor.
lan sabah sabah insanın canını sıkıyorsunuz ya, düşünmesi bile insanın içini ürpertiyor. gencecik çocuk lan daha ne ölmesi, daha üniversiteye gidecek benden para falan isticek, ben küfredecem ama ne istiyorsa vereceğim, yapmayın olum böyle şeyler yazmayın pazar pazar..
geri kalan ömrün boyunca, "kaç kardeşsiniz" sorusuna yutkunarak cevap vermek demektir.
kuzenlerinin yusufun zuleyhasi abla yerine direk "abla" diye seslendiklerinde burkulmaktır.
küçülen kazağımı giyecek kimsenin olmamasıdır artık.
artık son pasta dilimini "kardeşinle paylaş" diyememektedir anne.
bir akrabanın düğününde, babanıza "senin ufak kızı göremedim" diye sorulmasıdır.
sen ne kadar babana benziyorsun yusufun zuleyhasi. kız kardeşin aynı annene benziyordu denmesidir.
annenizin hep gizli gizli ağlamasıdır.
hala ayakkabılıkta ışıklı spor ayakkabıların olmasıdır.
masaya beş tabak, 5 kaşık çatal getirdikten sonra birisini geri götürmektir.
"abla nereye gidiyorsun, ben de gelecek miyim" diye yamanmayacak bir daha asla. bunu bileceksiniz. peşinize takılacak kimsenin olmayışıdır. bir daha yaz akşamları sahile gitmekten zevk alamamaktadır.
bu gitmiş, bu getirmiş, bu pişirmiş, bu yemiş, bu da hani bana hani bana diyemeyecektir asla.