Göz yaşları süzülüyordu üşümemek için üstüne çektiği battaniyesine. Arkasını dönüp son kez yokladı kapısını. Sonra önündeki laptop'un ekranını eğerek klavyeyi aydınlatmasını sağladı. Odasının ışıkları kapalıydı zira.
Kendisi cocuksu olduğu için suçlanıyordu yazıştığı kişi tarafından. Sorumluluk duygusundan yoksun olduğundan bahsediliyordu altı çizile çizile. Sustu ve yutkundu, ama bu sefer ki lokması yutulamayacak kadar büyük ve hazmedilemeyecek kadar ağrılı idi.
Olsun dedi içinden çünkü bu ilk değildi onun için. istemeyerekte olsa gözlerinden üç adet yaş damladı yüreğine. Göğüs kafesi çoktan kalbine ihanet etmiş ve onu sıkıştırırcasına kendi buyruğuna ait bir tavır sergiliyordu. içi yanıyordu sanki ve yanına her zaman koyduğu bir bardak suyun o gece yanında olmadığını farketti.
Yalnızdı. hem de Yapayalnız. Yalnızlığını geç fark ettiğini anladı. Yalnızlığın o yüze çarpan soğuk rüzgarını şimdi algıladı. Varlık içinde yokluk gibiydi yalnızlığı. Sonbaharda yere düşen ilk yaprak gibiydi onun için. Diğerleri henüz yeşil iken renginin sarı olduğunu düşündü ve ağladı.
Dertlerinin üzerine serilmiş bir perde gibidir onun için karanlık.
Karanlıkta oturan adam kaçıyordur bir şeylerden ya da gerçeklerden. Ve genellikle yere bakar.
yavaşça doğruldu salonun tam ücra köşesindeki içinde bir kaç içkinin bulunduğu dolaba doğru yavaşça yol aldı. aklında geçenleri ve içinde hissettikleri çok farklı şeylerdi. hayatta kendi için yapmak istediği şeylerin birçoğunu yapamamıştı aslında. belkide hayattan daha çok şeyler bekliyordu ama olmamıştı işte. yine aynı yerde hergün olduğu gibi karanlıkların içine gömülmüş ve yalnızlığıyla başbaşaydı.
yavaşça bir kadeh alıp içkisini doldurdu. cebinden içinde birkaç dal kalmış sigarasını çıkardı. alevleyiverdi. insanların bir adım daha kendinden uzaklaşışını izledi, yavaşça. ellerine baktı. hiçbirşeye sahip olmamanın verdiği hüzün ve yalnızlığın verdiği derin karamsarlığın içindeydi. koltuğuna geçti. karanlıkların içindeki adam. yeniden...
aslında karanlıkta oturan adam hepimizden bir parça, içimizdeki derinlerdeki adam.
elektrik parasından kaçan adamdır. ayrıca sabah ve öğle vakitlerini bir kahvede 1 çay içerek gününü geçirir. böylelikle ısınmak için harcayacak yakıt parasından da kurtulmuş olur.
karanlık kendisini güvende hissettiği tek yerdir. çevresindeki her şey dağınıktır, saçı da öyle. darmadağınıktır kıyafeti, sakalı pistir. tıpkı ruhu gibi, tıpkı herhangi bir çıkar beklemeden sevdiği insanların dağınık ve sersem tavırları gibi... bütün kalbiyle nefret ediyordur her şeyden. peki, karanlıktaki adamı bu noktaya getiren neydi ? bilemiyordu, bu noktaya nasıl geldiğini bilemiyordu. bildiği tek şey, güneşin aydınlattığı nesneleri göremiyor olduğu gerçeği idi. çünkü o, karanlığın ışığına çoktan kaptırmıştı kendini. bir adam var karanlıkta oturan, kulağında bir şarkı, sözleri ise şöyle;
Peygamberlerin üstüne yazdığı duvar
Damarlarından çatlıyor
Ölümün enstrümanları üzerine
Güneş parlak ışınlarını yayıyor
Tüm insanlar parçalara ayrıldığında
Kabuslarla ve rüyalarla
Kimse çelenklerle yatmayacak
Sessizlik çığlıkları boğduğunda
Kaderin demir kapıları arasında
Zamanın tohumları ekilecek
Ve bunların hareketleriyle sulanacak
Kim biliyor ve kim biliniyor
Bilgi ölümcül bir arkadaş
Görüyorum,insanlığın kaderi
Aptalların elinde
Kargaşa benim mezarım olacak
Çatlamış ve kırılmış bir yolda sürünürken
Eğer yapabilirsek,hepimiz arkamıza yaslanıp gülebiliriz
Ama korkarım ben yarın ağlıyor olacağım
Ama korkarım ben yarın ağlıyor olacağım
karanlıkta oturan adam; dünyanın yalan yakıcı ve parlak ışıklarından kendini saklayıp, kendi karanlığına bezediği, saf, temiz, gerçekçi ve umut verici aydınlığı ve kendini yaşayan adamdır.