karanlik gelecegimiz nukleer

entry1 galeri0
    1.
  1. KARANLIK GELECEĞiMiZ: NÜKLEER

    Nükleer endüstri, son dönemde çevre lobicilerinin kıskacından sıyrılmaya çalışıyor. Temiz enerji kategorisine girebilmek için sessiz sedasız paragöz, hedeflerini dünya kamuoyuna satabilecek politikacıları bekliyor. Nükleer reaktörler, parçalanabilir yakıttan sağlanan ısının buhara dönüşmesi, buharın da elektrik üreten türbinleri çalıştırması temeline dayanıyor. Eğer yakıt olarak uranyum kullanırsanız nükleer silah, fosil yakıt kullanırsanız çok güçlü bir sera gazı çıkışına sebep oluyorsunuz. Bir de buna olası kaza riski eklenince daha da içinden çıkılmaz korkunç bir hale dönüşüyor. Metal yorgunluğu, korozyon ve kırılganlaşma kazalara zemin hazırlayan en önemli faktörler. Sonuç ise yüksek radyasyon-sıcaklık, ciddi boyutlarda çevre kirliliği ve yapım maliyetinin tamamen çöpe atılması.

    Almanya ve isveç yeni nükleer güç tesislerinin kurulmasını yasaklamış ve var olanların 2010 yılına kadar devre dışı bırakılmasını kararlaştırmıştır. ABD, 1978 yılından bu yana hiç yeni reaktör siparişi vermemiş olduğu gibi her yıl nükleer enerji kullanım oranını %6 oranında azaltmaktadır.. Ayrıca Avusturya, ispanya, Danimarka ve italya hiç bir zaman nükleer reaktör inşa etmeme kararı almışlardır. Peki bu ülkeler enerji ihtiyaçlarını nasıl sağlıyorlar? Yoksa onlar tükenmez bir petrol, kömür ya da doğalgaz yatağı mı buldular? Hayır... Örneğin Danimarka ve italya çöp termik santralleri ve biokütle çiftlikleri kurdu. Çin ve Hindistan biyogaz enerjisinde başı çeken ülkeler olmuşlardır. Nükleer enerjiyi onaylamayan ve maskesinin altındakini geçte olsa gören ülkelerin pek çoğu, üçüncü dünya ülkelerinde kurulması için taşeron olarak ihale peşindeler.

    ABD zaten malum... Irak'ı zengin petrol yatakları için işgal etti. Eğer nükleer santraller kurulunca enerji sorunu çözülseydi Amerika bunu yapmazdı kuşkusuz. Irak'ta ocak 2003'te 75 yıllığına kiralamış oldukları petrol yatağının kira zamanı dolmuştu. Mart 2003'te ABD, Irak'ı sözde demokratikleştirme girişiminde bulundu. Irak'ın nükleer silahlarının olduğunu, bunları sakladığını iddia etti ve daha sonra 'bulamadık' gibi bir sonuçla ortaya çıktı. ABD'nin nükleer santralleri meşruydu nedense. Nükleer silahlar nükleer enerjinin, büyük miktarda ve ani denilebilecek kısa sürelerde, kontrolsüz şekilde üretimine dayanıyor. Nükleer santrali olan bir ülkenin zaten nükleer silahı var demektir. ABD, uranyum zenginleştirmenin kontrol altında tutulduğunu iddia etsede, denetimi yapan yine ABD'nin kendisi değil midir? Uranyum kullanmadıklarında da fosil yakıt kullandılar ve bu sera gazı emisyonlarının artmasına sebep oldu. Bugün ise Kyoto protokolünü imzalamak için masaya oturmuyor, en fazla sera gazını üçüncü dünya ülkelerinin yaydığını iddia ediyor.

    SÖYLENMiŞ YALANLAR VE SÖYLENMEMiŞ GERÇEKLER

    1955-63 yılları arasında atmosferde gerçekleştirilen nükleer denemeler sonucu diş minelerinde biriken radyokarbon miktarının ölçülmesiyle ölüm yaşının kolaylıkla ve erişilmemiş bir duyarlılıkla belirlenebileceğini buldular. Bu yöntemle erişkinlerin ölüm yaşı 1,6 yıl hata payıyla bulunabiliyor. Normalde hata payı ise 5-10 yıl arasında değişiyor. Bu sadece Adlitıpın işine yarar ne yazık ki...

    Tüm dünya, maden suları üstünde Piko Curie olarak verilen radyoaktivite değeri silindi. Değerler o kadar yüksek ve sakıncalıydı ki çözüm bu şekilde bulunmuştu.

    Çernobil kazasının ardından sadece inek sütü, bitki ve solunum yoluyla genç ve çocuklardan oluşan 4000 kişi kazanın ilk günleri troid kanserine yakalanmışlardır.

    Bugün TÜBiTAK, nükleer konusunu belli başlı 2-3 nükleer yandaşı akademisyenle yürütmektedir. Politik çıkarların ve hükümetlerin maddi ve manevi tutsağı olmuş bu 2-3 akademisyen, TÜBiTAK'ın yayın organı Bilim ve Teknik dergisinde topluma konuyu 'yanlış' empoze etmeye çalışmaktadırlar. Örnek verecek olursak; Yarının Enerjisi: Nükleer Fusion, Güvenli Gelecek. (Ekim 1975), Atom Enerjisi Çölleri Tekrar Yeşillendirecek. (Ocak1976), Nükleer Enerjiye Evet. (Mayıs 1997), Nükleer Can simidi. (Mart 1999) gibi... Öyle ki Bilim ve Teknik dergisinin 457. sayısında röntgenle alınan radyasyon dozunun Çernobil’in yaydığından daha fazla olduğu iddia edilmektedir. Ayrıca TÜBiTAK, uzun yıllardır Marmara Araştırma Merkezi nde Tatlı - Sorghum olarak bilinen bir enerji bitkisi (Biokütle) üzerinde çalışmaktadır. Türkiye'de Sinop ve Mersin'de ki nükleer santral kurulma alanları çabucak belirlenip, maliyetleri oluşturulabiliyorken, biokütle gibi ucuz, verimli ve güvenilir çiftlikler geciktirilmektedir. Dünya'da biokütle ile enerji üretilen 100.000 kadar çiftlik bulunmaktadır.

    Tünel açılmayacak yere tünel açmak, baraj yapılmayacak yere baraj yapmak, yol gitmeyecek yere yol götürmek üstün hükümet başarıları olmaktadır. Bu tip girişimlerin akabinde, tünellerde tavan çökmesi, barajlarda gövde problemleri ve bir deprem sonucu yolun uçuruma kayması gibi olaylarda gayet doğal olacaktır. Türkiye’de nükleer enerji araştırma ve geliştirme işini yürüten tüm kurum ve kuruluşların tek ekmek kapısının bu olmasından ayrıca hükümetlere yaranma gerekliliğinden bilgiyi kötü yönde kullanma söz konusudur. Hükümetler ise bütçe ayırmamak ve kolay yoldan zengin olmak için her yola başvurmaktalar. Artık nükleer santrallerin gerçek yüzleri ortaya çıkmış, nükleer lobicilerin 'nükleer santraller muhteşemdir' miti çökmüştür. Nükleer santrallerin maliyetleri fazla olduğu gibi yatırımın geri dönmeside onlarca yıl sürmektedir. Güvenlik ve uzun dönemli, imaj kâbusu radyoaktif atıklar bu mitin çöküşünü hızlandıran en önemli etkenlerdir. Nükleeri destekleyen bilim adamları bahsettikleri gibi güvenli, ucuz ve verimli bir santral örneğini yaparak bu iddialarını kanıtlayamadılar. Dürüst bilim adamlarına ve ciddi çalışmalar yürüten demokratik kitle örgütlerine ihtiyacımız var.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük