karaduvar

entry33 galeri0
    26.
  1. "bir gece penceresi"

    her şey aslında bundan saatler önce başlamıştı. aklımdan çıkaramadıklarım yüzünden uyuyamadığımı düşünmek, uykumu getiren bir şey yaratmıyordu. o sebeple aklımdan çıkaramadıklarımı düşünmemek için uyumayı düşündüm. nasıl olduysa becerir gibi oldum da. bu sefer de rüyalarımda idi.

    birkaç gündür aklımın duvarlarında çarpıla çarpıla savrulan düşünceler yüzünden boş bıraktığım midemin senfonisini ninni sayarak uykuya kendimi hazırladım. sonrasında ise gözlerim kapalı ama uyanık bir halde rüyamı görmeye başladım. düş müydü yoksa rüya mı, bunu düşünmek bile zihin sağlığım açısından yerinde olmayan bir tutum olsa gerek. zira eminim ki isviçreli bilimadamları da konudan haberdar olsa bu yönde düşünürlerdi. lakin neler gördüğümü anlatmayacağım. aslında neler anlatacağımı bile ben dahi yazdıktan sonra -di'li geçmiş zaman kipinde görüyorum. o sebeple "gördüklerimi anlatmayacağım" demek bile saçma. zira neler anlatacağımı ne siz, ne de ben bilmiyoruz. "bilmiyoruz"un 1.çoğul şeklinde çekimi bile sanki sinemaya ortaklaşa bilet alıp izlemeye gitmişiz izlenimi katıyor.

    konuyu dağıtmakta üstüme yok. devam edecek olursam, gördüğüm şeylere olan ilgim öylesine artmıştı ki; rüya veya düş, her neyse gördüklerime engel, hepsini yok saymak için giriştiğim bir konsantrasyon çabası da tüm bunların arasında dikkatimden kaçmamıştı. hikaye bazen buruk, bazen destanlar kadar uçuk bir mutluluğun zirvesine adım atan yolculuğa özne olmak kadar heyecanlı idi. ya da bu benim hüsnü kuruntum. kim bilir... velhasıl, tüm bu hengamenin ortasında zaman akıp giderken, kalp atışlarımın ritmi ile dağlayamadığım bir hüzün de gark olmuştu nefes alışlarıma. gördüklerim düş veya rüya her neyse, gerçek değildi. belki onlarcası benzeri buruk versiyonlarını yaşamış, ezberemiştim. belki onlarcası mutlu sahnesini, tek bir saniyesini dahi unutamadan yaşamış, geçmiş zaman defterine kazımıştım... belki de tüm ağrısı bundandı nefes alışlarımın.

    onlarcasindan ziyade hayatlar, onlarcasından ziyade boyutları aynı dünyada içselleştirerek, kendi düzlemlerinde kesişmeden aynı zaman dilimini kavrıyordu. oysa tüketerek yitirdikleri hayatlarında yaşayacakları, yaşamadıkları kadardı. bilinmezlerine açılan kapılarına vaat ettikleri ümitleri, bildiklerini sandıkları aldanışlarına meze olacak kadar hoyratça harcanmıştı. şimdi hangi haksız gerekçe, haklılığına inandığı bir varsayımın gölgesinde uyuyarak, aydınlık bir geleceğine perde çekmediğini iddia edebilir ki? ya sanmışlıkları, ya da yanılmışlıkları arasında çekimlediği hayatlarına; kayıtsız görünen sessizliğimle dahi düşler ekiyorsam, hangi aptal mazeret bunu kendime bile itiraf etmeme engel olabilir ki?

    herkes uyumaya çekilirken ben, düşlerimi koynuma alıp yatağımı boşadım. mutfağın parlak ışıklarında bir yudum su ile midemin senfonisine biraz daha canlılık verdim. gözlerimin penceresinde asılı bir çift hayalin hala orada olduğunu görmek için belki, aydınlığın merkezine derin bakışlar fırlattım. oysa bir çift hayaldi gördüğüm her şeye rağmen. birbiriyle aynı, birbirinden ayrı bir çift hayal. ikisi de gerçek ama birisi yalan..! birisi gülen, birisi de gözyaşlarının barajına söz geçiremeyen bir hayal. acısı da tatlısı kadar güzel, ama tatlısıysa acısından daha hayal olan bir hayal.

    günler hep geceyi kovaladı. birçoğuna şahitti gözlerim. birçoğuna şahitliğinde en çok hırpaladı belki de kendini. oysa hırpalamadan aynı sona farklı yüklemler bezemekti ümidi. belki de acısı, bu sebeple tatlısından daha da hayaldi hayallerinin. ama en nihayetinde en güzel yalandan daha da yalan bir gerçek kadar ufaktı sebebi. hepsinin doğuşu, aynı kandırmacaya yol olmuş bir yolculukta kandırılmıştı en çok. bu hayalin de bir sonu olacak elbet. gözlerime perde indiğinde değil, gözlerime perde çekildiğinde. bilirim ki düşünceler kurşun geçirmezdir. bilirim ki düşünceler ağlamaz, sızlamaz. onların boynuna karamsarlık yükünü bağlayan da elbet insanlığımıza yenilişimizdir. ama biliyor musun aynadaki adam, hiç şikayet etmiyorum. acı en büyük gerçektir. sadece var olan şeylerin acısı duyulur, kaybetmişliğini sanmışlık ağrısını bir insanlığa yenilmişlik kandırmacası sarmalasa bile. yitirmeleri yitirmek yolunda aralanan tek kapı, umuda açılan bir işkencedir. bu sebepledir ki acıyla büyüyen umut da yitilmedikçe, işkence de uzar.

    gün, geceyi inletirken; sızısını ellere bağışladığı bir karmaşada kaybettiği vurdumduymazlık, üşüyen huzuruna ürperen bir titreyiş konduracak kadar da sıradandı. her şey her daim olmanın tekdüzeliğinde, aykırı bakışlarını bağışlamışçasına kaderine boyun eğmişti. aslında hükmünü önce kendi giymişti. bunun farkındalığında suskunluğu ise, gözlerinin ufkuna astığı hayallerinin gölgesinde; istemek ağrısına dem vurmaktansa, istenmek belasına bel bağlamaktandı.

    28.02.2009
    17:33
    uğur yaman
    0 ...
  2. 27.
  3. "aynadaki adam"

    işte buradasın. on yıldan sonra ilk kez. belki arada kaçamaklar da oldu. ama önemli değil. şu anda sadece karşımda olman önemli.

    hatırlıyor musun? bir şiir yazmıştım sana. sana yazdığım ilk ve tek şiirdi. ela gözlerinin yaşardığında yeşile döndüğünü ilk o zaman fark etmiştim. ilk o zaman o denli dalmıştım içine. sonra bu kadar derine bakmaya hep korktum. ya çok neşeli idin, üzmekten korktum; ya da çok kederliydin, acına ortak oldum. ama hiç bu denli bakamadım sana.

    içinde dünyalar gördüm. farklıydılar birbirlerinden. ve parçalanmış ruhlar gördüm. ruhlarına uzak ve ruhlarına yabancıydılar. hep beraberdiler ama hiç tek değildiler. bir olamadılar. oradan oraya savruluşlarını gördüm. unutulmadıkları için işkence çektiklerini gördüm. unutmak süreksiz duraklamaydı. öyle dedi. ya da ben öyle duyduğumu sandım. ama gördüm.

    bir film sahnesi gibiydi. her şey yaşandığı zamankinden daha fazla görünüyordu. yeni boyutların kapısını aralamıştım sanki. ela gözlerinin tam orta yerinde bir fırtınaydı düşle gerçek arasında gidip gelen. ne dokunabildim, ne de kaçabildi... sanki bana "gör" diyordu. seni gördüm. hayatından kesitler sunuyordu bana. seni dışarıdan ilk defa bu kadar uzun soluklu izledim.

    yaşadığın her şey oradaydı. zamanı dondurmuşçasına tazeydiler. pembe düşmemişti film şeridine. pus kaplamamıştı. ama ilk defa bir şey gördüm içinde. bakışların... alev alevdiler. keskindiler. zaman çizgisinde aynı kararlılıkta sonsuza dek yol alacakmışçasına ve zamana inat edecekmişçesine keskindiler. sonra renklerini aldılar gözlerinin. bir tünele girdim. savruldum. bir hortumun içinde hızla dönüyormuşçasına içine girdim. her şey çok hızlıydı. olup biteni görme yeteneğim yoktu. yetişemedim. sonra aniden durdum. karşımda kapanmış gözlerin vardı. göz kapaklarını araladığında gözlerinle gördüm. ben yoktum. artık ben, yine sendim. ve sen de ben… unutma! bana yarından kalan, sensin "aynadaki adam"...

    20.05.2009
    02:54
    uğur yaman
    0 ...
  4. 28.
  5. "belki başka bir hayatta yeniden"

    her şey, süreksiz bir duraklamada aynalara küsmemle başladı. yıllar olmuştu aynalara bakmayalı. yalın hayatımın yansıdığı tek duvar, beynimin, içinde oradan oraya savrularak benliğimi yorduğu kafatasımdı.

    ruhum bu süreksiz duraklamada çok gerilerde kaldı belki ama, şimdi yüzümle yeniden tanışma vaktiydi. ürkek bakışlarım tedirgince süzdü gözlerimi. rengi değil belki ama çok şeyi değişmişti. eskiden bir umut taşardı gözlerimden... en acı inlemelerinde bile sızısının bir kenarı hep umut doluydu. gitmiş! yaşam sevdasını da beraberinde götürerek... bıraktıkları harabede biraz et, biraz kemik ve eskisine oranla daha buruşmuş bir surat, bana kalan...

    zaman senden hiçbir şey yitirtmemiş! her zamanki sen! vurdumduymaz, uçarı ve "sen" kokan... gözlerimin içinde aradığın birkaç parça şey, benim bir uçurumdan aşağı gömdüklerim, seninse yitirdiklerindi. ama her zamanki gibi mutlu görünen yine sendin. bilirsin, yalanları sevmem. mutluluk aldatmacasıyla gerçeklerden uzaklaşmam. tek hazinem onurdu, tek servetim o oldu ve tek mirasım da o olacak. kör gözler için bir ederi yok belki ama, unutma! gören de, görmeyen de gözler değildir! önemli olan ne aradığındır.

    zaman yine acımasız, mekan belki önemsiz ama bu hikayede anlamını yitiren sadece sen değilsin. anlamlı kalabilen de sadece ben değilim. yüreklerin susturucu takmış intiharlarına çok defalar şahitlik ettim. bilmezsin. "aynadaki adam" bu sefer bana benzemiyordu. ama biliyorum, ben ona benzeyeceğim. zaman, renklerini çalacak gözlerimin, suyunu sıkacak bedenimin ve bir mengenede hasretinle sıkıştıracak yüreğimi...

    ben dünlere hancı
    sense dümenini kıran yabancı
    bu hayatta çıktım gemiden
    belki başka bir hayatta yeniden...

    07.06.2009
    23:13
    uğur yaman
    0 ...
  6. 29.
  7. "doğduğumu sanmışlığım"

    kahpe denizlerde büyüdü kangren yapraklı düş çiçeklerim. ne açmayı bilir, ne de solmayı... hep bir hüzündür sağanağında erittiği.

    düşler gerçekleri ararken, kalpler birer birer kırılırken ve insanlar birilerinin canını acıtırken; gördükleri veya göremedikleri değil, görmezden geldikleri acıttı canımı. kibirli bir ses "zayıflık" diye fısıldarken, içimde kanırtarak dalgalandırdığım benliğimde sahipsiz bir anahtar gibi kimsesiz ve de sessiz variyeti büyüttü yangınlarımı.

    bana yıllar önce bugün doğduğumu söylediler. yıllar öncesinde kazıdılar beynime ve aldılar aklımı. öğretilmiş duyguları yüklediler içime. derin derip oyup beni, katmer katmer gömdüler... sonra da yitip gittiler. sandık sandık yeşerttikleri umutlarımı da umursamadan yitip gittiler.

    ve bugün... babalar günü de aynı zamanda. ortaya atılmış variyetimi kutlarcasına ilan edilmiş bir gün. tıpkı dalga geçer gibi. tahtında silüetinden ötesini haklı gerekçelerle hissedemediğim çaresizliklerimde, ruhunu çoktan birileri çalmış ve götürmüştü. bir sıcak dokunuşun dahi yoksunluğunu öğrenmekten yoksundu varlığım. düşlerimle can buldu arzularım ve düşlerimde öğrendim kaybettiklerimi. öğretemedikleri yoksunluklarımın acısını bilmek de hayallerimle başladı. oysa hayal kurarak hayata başlayabileceğime o kadar inanmıştım ki... gerçeklere olan inancım bu sebeple kırık, merakım da bu sebeple tutkuluydu belki...

    kıvranabileceğine bile inancını yitirmiş bezginliğim, kırık umutlarla araladı kapısını. en azından bir hırsız gibi de olsa içeri girmelerini umdu. ne buldu, ne de yuttu... sadece sustu. öğretilmiş ahlakın esaretinde dudaklarını bir elin tersinde buldu. kutladı ve vazifesini yaptı. sonra da hiç olmamış gibi görünmez dünyasına geri döndü. sanki hiç yoktu. hiç doğmamıştı... kaza kurbanı bir zevk düşkünlüğünden ibaret olduğunu bir kez daha hatırladı. acımasız engellerin hoşgörüsüne denk geldiğini bir kere daha anladı. kırık kalpler yaşattı, kırık kalpler büyüttü ve kimse enkazımın altında saçılmış yıkıntılarımdan bir "ben" daha yaratmaya niyetlenmedi. susturucuya takılı isyanlarımın çığlıklarında üşüdü dünyam. üşüdü ruhum. oysa ne kadar da meftundum.

    sızısını ellere bağışlayamadığım çıkmazlarımın sokaklarında tükendi yıllarım. yirmi dördüncü kez inledi "ben"im... ne yirmi beşincisine, ne de ötesine dair haklı bir inancı olmadı. acılar denizimde gözyaşlarımın fırtınasında eridi umut yüklü gemilerim... birer birer tükendi. ebediyetimin güneş görmemiş gözlerini, ezeliyetimin umut vaat edilmemiş yarınlarına bağışladım. seçmeden ve inanmadan...

    ve adıma sarhoş dediler! nedenini sormadan, sebebini bilmeden... ela gözlerimi yaşartarak yeşerttiler. kırmızıya boyadılar yeşilimi. küçüldükçe küçüldü avuçlarım. sevgi dilenen çırpınışlarımı sağır kulaklarla dinlediler. kör gözlerle izlediler can verişlerimi. sahipsiz piçliğime kimsesiz duvarlar ördüler. duvarlarında yazılı isyanlarım, yüreğimde kazılı feryatlarım... kuytu köşelerin vazgeçilmez sahibiydim. kader diye biçtiler, beğenmeyip sövdüler. sonra da görmezden gelip gittiler.

    can kırıklarımdan sızıyor nefes alışlarım. o el değmemiş, o yüz sürülmemiş yüzümde, can parçalarını kavuşturamamanın hüznünü büyütüyorum. büyüdükçe büyüyor bedenim, kucak açtığım boşluğumun da büyüdüğünü hatırlatarak… doğdu benim, üşüdü dünyam ve büyüdü boşluğum. belki de bu yüzden yorgunum.

    21.06.2009
    22:25
    uğur yaman
    1 ...
  8. 30.
  9. "bir yanım hasret bir yanım uçurum"

    süreksiz duraklamaların izinde yüreğim. düşlerini bir fanusun içinde yaşatıp izliyor gibi. olduramadığım olmazlarımın susturamadığım çığlıklarını duyuyorum. ne kulağımı tırmalayan telaşlarım, ne de adımlarımı kovalayan heyecanlarım var.

    bazı şeyleri belki de hiç öğrenemeyeceğim. belki de bitimsiz özlemlerim bundandır. içimde hep eksik kalanlara büyüttüğüm hasretlerim var. hiç bilmediler, belki de hiç bilmeyecekler. belki de bu sebeple hep özlenenler... bir yanım hasret, bir yanım uçurum. kollarına atıldığım umutlarımda dahi içimi sızlatan detaylarım var. kül yangını rüzgarıyla savrulan hüznümde tebessümlere kıvılcım olacak parçalar arıyorum. buldukça biraz daha "ben" oluyorum ve biraz daha "ben" kalmaktan uzaklaşıyorum. verdikçe yitirdiğim kahkahalarımda düş sancısı çiçeklerimi kanatıyorum. yapraklarım solgun, yapraklarım bitkin. kolum kanadım kırık. bir yanım hasret ve bir yanım uçurum.

    birilerine göre hiç olmadım, birilerine göre hep kendilerine giden yoldum. basamaklarımda yükselen adımlarıyla inledi "ben"im ve umutlarına açılan kapılarında çürüdü dünyam. verdikçe aldılar ve aldıkça unuttular. bir yanım hasret, bir yanım uçurum. ne yaş olup düşebildim, ne yutkunulup gidebildim. acısını çektiğim her şeyin boğazına dizildim. belki bir yerlerde yaşamak ağrıları vardı mutluluktan ziyade, onlara da geç kalmaya hep bahaneler bulabildim. tünte acısı gibi zonklayarak üşüdüm, katmer katmer tükendim.

    düşlerime bulaşmadı parmaklarımın izi, tırnaklarıma takılmadı saklı kentin kiri ve adımlarımda eskimedi zirvelerin yolu. bir yanım hasret, bir yanım uçurum. pembe düşlerin kollarında güvenle gözlerini kapayamadı benliğim. tedirgin bekleyişlerim hep hayal kırıklıklarına gebe. ve bu gece "ben"im üşüyor sensizlikte. sen kanatlanırken uykularına; bir yanım hasret, bir yanım uçurum. karanlık gecemde dualardır duyduğum. kalp atışlarımda şarkın, hayallerimde resmin ve uzağımda cismin... bir yanım hasret, bir yanım uçurum...

    05.08.2009
    01:02
    uğur yaman

    -e.e.y-
    http://albastropos.blogcu.com/KaraDuvar
    1 ...
  10. 31.
  11. "sarı rengi düşlerim"

    Her şeyin bir rengi olduğunu düşünürüm. Konuşmaların, konuşulan şeylerin, yürüme şekillerinin, tren istasyonlarının hüzünlü ruhunun, yoldan geçen dilencilerin, birilerini öldüren katil zihniyetlerin, eşini aldatan ihtirasların, kendine yabancı kıvranışların, iki yana düşen kolların, nefes alışların, sevişmelerin, aynada kendine baktığında düşünmelerin... Kısacası her şeyin bir rengi olduğunu düşünürüm. Her olayın farklı bir rengi olduğunu ve o rengin de o olaydaki ruhu yansıttığına inanırım.

    Aynı renkteki farklı hadiseler birbirini karşılamayabilir. Denk düşmeyebilir. Olayların veya eylemlerin genel renklerinin ayrı şeyleri, bir olay veya eylemdeki belirlenen münferit bir rengin de o olaya has ruhu yansıttığını düşünürüm. Aşka kırmızı diyebilir, oysa münferit bir aşka siyahı yakıştırabiliriz. Belki çekilen acıyı, belki umutsuzluğu, belki de doğmayan sabahları ve özlemleri anlatır. Sadece yaşayan bilir. Sadece anlaması gereken anlayabilir.

    Bana rengini sordu. Oysa o sormadan evvel "sarı" olduğunu düşünmüştüm. Öylesine canlı bir renkti ki... Öylesine yaşıyordu ki... Otogarların soğuk kaldırımları gibi yalnızdı. Anne şefkati gibi sıcak, turuncuya çalan sarıların kırmızı acıları anımsatan hüznü kadar da buruktu. Güneş batarken koyulaşan sarıların, kızıla dönen umutların ve gözyaşlarıyla yıkanan yanakların ağıtlarıydı bazen. Bazen de güneş ışıklarının gün doğarken koğuş pencerelerinden güne umut eken isyanları gibi esareti boğazlayan titreyişleriydi. Bazen de acıya gülümseyen efkarın kalp sızılarıyla kadehlerde yüzmesi ve bir aynada gözlerinin denizinde berduş kıvranışlarını bulduğu bir kanırtmaydı. Tüm sahtelikler kadar gerçek, insanı dümdüz eden yalanlar kadar sivri ve kanının son damlasına kadar tüyleri diken diken savaşan devrimciler kadar da asildi.

    Hüznümde, yanağımda oluşunu hayal ettiğim elleri vardı. Yüzüne bakmadığım ve sıcağını ellerinde kapalı gözlerimle hissettiğim bir şefkatin koynunda kalabalık yalnızlıklar kadar "geliyorum" diyen, ayağımın altından yerküreyi kaydıran sevinçler kadar da sevilesi nefes alışların çınlayışı gibi heyecan vericiydi. Yorgunluğumu, bezginliğimi ve nefretimi kemiren; dingin bir cennetin kollarında ruhumu saldığım özgürlüğüme gülümsemek için gözlerimi açışımda ilk gördüğüm parlak sarısı bir halkanın aidiyeti gibi de ötesini yok sayan adımlarımdan, ruhunun hinterlandına akan sıcağım kadar da benliğimi eriten bir hoşnutluktu. Hükmünü severek verdiğimiz, yükünü severek çektiğimiz ve ateşini kalp atışlarımızın kıvılcımlarıyla yaktığımız mutlulukların yangınlarında, ezeliyetini birbirimize sunduğumuz, bağışladığımız ve tek kalpte yaşattığımız bir düşün can bulması kadar da yektik. Yeniden doğuşumuzda ufkumuzu çizen ve dünyamızı çevreleyen aydınlığın sarısı gibi de sınırları esaret saymayan hürriyetin koynunda tüm savaşlardan, tüm nefretlerden ve şiddetlerden uzak sıcak bir sarılış gibi güneş altında gözlerimizi kamaştıran mutluluk gibi sevinçliydik.

    Bana rengini sordu. Sarıydı. Sarıdan da sarıydı bazen, ya da turuncudan daha kızıl bir sarıydı. Canlıydı, benimdi ya da hiç olmamıştı. Belki de bendim onun olan ya da bizdik birbirimize ait. Ne önemi vardı ki? Sarıydı ve aşk kırmızısı kanımızın trombositi gibi iliklerimize kadar her hücremizin de içindeydi. Ve sarıydı. Kahve rengin göz kırpışı gibi umuttu kahvesinde saklı, karanlık akşamların siyahı gibi de yolları aydınlatan ışıkların can çekiştirdiği adımlardı. Belki benimdi, belki ben onundum, belki biz birbirimizindik ya da hiç olmamıştık. Belki de hep vardık ama hiç bilmedik ya da yarın olacaktık, bugün görmedik...

    19.07.2009
    23:47
    Uğur Yaman
    1 ...
  12. 32.
  13. Bugün 2 Temmuz...

    5. yılında yine dün gibi aklımda her şey. Zamanın silmesine izin vermediğim yegane hazinem şimdi bir sızıdır içimde. Verilmiş tüm sözler, söylediğin bütün yalanlar iç burkan bir detayı hayatımın. Ölene kadar başımın belası olduğunu söylediğin o günlerde bunu düşlememiştim. Hiçbir hayale ayrılığı katık etmemiştik. Şimdi hepsi bir isyandır sarhoş gecede.

    Yarım kalmış bir şarabın uktesi gibi eksik bir yanım. Her gece aynı rüyalara yüreğim dayanamadığı için hala sızana kadar uyumuyorum. Yatağa düştüğümde ise yokluğunu hala duyabilecek kadar özlemle taşıyorum. Sana uzaktan bile bakamıyor artık gözlerim. Mayıs'ın 20'sinde Kadıköy'de tesadüfen fark ettim. Gönlümün yatağına yatırdığım hatıralarımda hep sevgiyle bakan bir kadını hatırladım. Yokluğunun ertesi aksini görmeye dayanamadım. Bir arkadaşınla eğlenirken sen, fark edilmeden usulca kayboldum. Sahipsiz bir anahtar kadar düşlerime uzak ve sana yabancıydım.

    Sesinin yankısı kulaklarımda bugün. Gözlerimin ufkuna asılmış haliniyse hiç görmedin. Bursa'nın kalbimi titreten sabah olmayası gecesinde bebekler gibi uyuduğundaki yüzünü görüyorum. "Ben seni seyrediyorum, yalnız seni" sözleri ile KaraDuvar'ıma son cümlemi yazdığım gecede aklım. Seni uyurken izlemek, sen uyurken "Düş Tanrıçası" tenini koklamak ve seni öpmek artık yasak. Sensizliğe esirim şimdi. Zamanın geçmeyesice gününe bir daha asla dönemem biliyorum. 3 Mart 2007 artık sadece buruk bir anıdır içimde.

    Bugün 2 Temmuz...

    Yaşanmış ne kadar güzel şey varsa hepsi benimle şimdi. Ne hüzünlü bir hikayedir insanın en sevdiği şeyleri ona acı verecek hale getirmek. Ayrılık diyorlar buna. Oysa "sensizlik" olduğunu bir ben biliyorum.

    Sağ ol, uzak ol, iyi ol.
    Görmesin gözüm, tutmasın elim.

    Kaybettiğim tüm mutluluklar seninle olsun
    Canın sağ olsun.

    2 Temmuz 2010
    23:00 _ 23:35
    istanbul
    Uğur Yaman
    0 ...
  14. 33.
  15. "dedeme son mektup"

    Yaşarken sen, seni anlatmaya kelimeler yetmezken; çekip gittiğindeyse soranlara tek kelime edesim dahi yok. Gidişini hala kabullenemedim. Belki zamanın alıştırmakta zorlanacağı şeylerden biri gidişin. Belki yüzüne hiç söyleyemedim ama eğer duyuyorsan beni bir yerlerden ya da okuyabiliyorsan içimi, bilmeni isterim: Sen hep benim örnek aldığım adamdın!

    Yaşarken servetin gibi ölürken mirasın da dürüstlük oldu. Arkandan herkes ne kadar iyi bir "Adam" olduğunu söyledi durdu. Peki ya hangisi seni benim kadar yaşatmıştı içinde? Hangisi başkalarına daralttığı içinden biraz daha yer açabilmek için uğraşmıştı sana?

    Ben küçük bir çocukken iple çekerdim hafta sonlarını. Dedem beni gezmeye götürecek diye beklerdim sabırsız bir sabırla. Samatya'ya giderdik hep. Samatya sen'din benim için. O koca Samatya bana aldığın mısırdan ibaretti sanki. Sonrasında yedirdiğin kağıt helvalardı o sahil ve o çocuk sesleriyle kalabalıklaşmış mutlu günlerim. 50'li yaşlardaki insanların çok yaşlı sayıldığı dönemlerdi. Hep bir gün benden çok uzaklara gitmenden korkardım. Sahil boyunca yorsam da seni, dinlene dinlene yürümeye devam ederdin torunun üzülmesin diye.

    Hiç şikayet etmedin. Birçok kere korkuttun bizi. 10 sene diyaliz, 2 kalp krizi, 2 kere kesilen ayak parmağın ve çektiğin türlü işkenceler. Bir kere bile ah demedin bir eyvah dedirtmemek için. Hayatında bir kere bile herhangi birine kızdığın, kalbini kırdığın görülmemiş. Kimseden duyamadım buna dair bir şey. Ne gariptir ki senin canını yakanlar, hakkını yiyenler anlattı en çok nasıl dürüst bir adam olduğunu ve kimsenin kalbini dahi kırmadığını.

    Gidişine alışamadım. Küçükken seninle yatmayı severdim en çok. Uykunu dar edip sabaha kadar masallar anlattırırdım sana. 20 sene evvel uydurduğun türlü saçma masallar hala aynı saçmalıklarıyla aklımda. Ama şimdi saçma görünen o masallarınla sevdim seni. Bana ayırdığın vaktinle, çocukla çocuk, büyükle büyük olmanla sevdim. Gidişine yakın yine masallar anlatmanı istedim senden. Oysa takatin yoktu o eski günlerdeki gibi masal anlatmaya. Anlatamadığın için içine dert olduysam affet dedem. Seni asla üzmek istemem biliyorsun.

    Gidişinden önce hastane işlerinle ilgilenmek için 1 aya yakın sizde kalışım belki de çocukluktan kalma günlerin anısına tanrının bir lutfu idi. Seninle sohbetlerimizi doyası ettik. Yanında yattım, uzandım. Bana öğütler verdin. Hepsini aklıma yazdım. Sana doyabilmek imkansız olsa da, eğer gideceğini bilseydim tanrıdan isteyeceğim şey belki de bundan fazlası olamazdı. Dedemle dolu 1 ay. Seninle ilgilenmem çok hoşuna gitmiş. Herkese de anlatmışsın benden başka. Söylediler. içime dolarak dinledim. Uğurcan altımı bile temizledi demişsin. Keşke yaşasaydın da en kolay işim o olsaydı be dedem. Biliyor musun, beni de mutlu eden şey benden utanmaman olmuştu. Yüzünde torununun seni sevdiğini anladığın ifaden zaten bana en büyük hediyendi. Diğer büyük hediyen de bakımın için özellikle beni istemen. Ne anneannem, ne kızların. ille de Uğurcan. Uğur denen adımı bir sen Uğurcan olarak dillendirdin. "can" demenin sebebini anlatmışsın herkese. Ben zaten beni neden Uğurcan olarak çağırdığını biliyordum dedem. Sen de sana neden "dede" değil de "dedem" dediğimi anladın mı hiç?

    Hastanede naaşını ilk ben gördüm. Sanki uyuyordun. Teneşirde yıkarken seni, sanki "burnuma su kaçırdın torunum" diyerek uyanacakmışsın gibi geldi hep. Sanki tüm olanlar bir kabustan ibaretti. Evin önünde helal ederken sana hakkımızı, o kör olası tabutun içinde sıkılıyormuşsun gibi geldi. Peki ya sen de helal ettin mi hakkını dedem? Sen de helal ettin mi? Musalla taşında gözüm tabutta, bir şekilde içinden çıkmanı bekledim hep. Sanki içinden çıksan hiç şaşırmayacağım bir şeymiş ve oyun yapıyormuşuz gibi boynuna sarılışımı hayal ettim. Ama kalkmadın. En kötüsü ise seni mezara gömmekti. Sanırım öldüğünü ilk o zaman anladım. Doktorun ölüm açıklaması, morgda seni öpüşüm, gasilhanede seni yıkayışımız, kılınan cenaze namazın sanki bir oyundu. Ölümünü ilk o an anladım. iyi günlerinde güle güle söylediğin vasiyetindeki gibi gömdük seni. Özgür eniştem verdi seni Alper ile bana. Alper iri yarı olduğundan ağır olur diye baş tarafını ona tutturmak istemiştin. Burada bile bana kıyamamışsın. Yüzünü son bir kez gördükten sonra uyuyor gibi, sanki birazdan uyanacak gibi duran bedenini indirdik toprağa. Sonra yine ilk küreği ben attım. Üstüne toprak atarken bir daha masal okuyamayacağını, bir daha göğsüne yatamayacağımı, bir daha seni göremeyeceğimi düşündüm hep. Sonra gözyaşlarımdan hiçbir şey göremez oldum.

    Gidişinin ertesi günü mezarına ilk gelen de bendim. Toprağını temizledim. Etrafını taşlarla ördüm. içimi döktüm sana. Beni duydun mu?

    Hiç yapmadığın şekilde son zamanlarda benim evliliğimi görmek gibi bir şey dert olmuştu sana. Bu haline hiç alışamamıştım. Ama bir gün öyle biri olursa ve böyle bir şeye karar verirsem, ilk mezarına getireceğim dedem sana Uğurcan sözü!

    Canım dedem. Rahat uyu olmaz mı? Kızların, torunların ve anneannem önce Allah'a sonra bana emanet. Daha birkaç aylıkken dedelerini tanıyamadan kaybeden 2 torunun, yani senin söyleminle Karanfil ve Kar Çiçeği de bana emanet. Senin gibi birini tanıyamadıkları için çok şanssızlar. Umarım seninle kaybettikleri seni bende bulurlar. Bunun için uğraşacağım dedem. Sık sık ziyaretine de geleceğim. Rahat uyu dedem. Rahat uyu.

    Uğur Yaman

    28.09.2010

    01:23

    -15 Eylül 2010'da vefat eden Veli Ünlü'nün anısına-
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük