şimdi efenim, hani sai king okumak popüler kültürün dışavurumudur, hiçbir edebi değeri yoktur, kullan-at akımının önde gelen temsilcilerindendir diyen abidik gubudik solcudan bozma entel takımı vardır ya; işte bu seri, onların hepsine kapak olmuştur!! Hem de öyle böyle olmamıştır!! sai king hazretleri, bu serisiyle yaşayan efsane hakkını elde etmiş ve hayalgücüm tarafından onur madalyasına layık görülmüştür!
Sabrettim efenim, tam 10 yıl boyunca sabrettim; bekledim ki bitsin seri, 7sini de alıp peşisıra okuyayım! Bitti de sonunda! Evet evet keşke bitmeseydi diyorum ama bitti işte! Gidip 7sini birden aldım anında, koyun üstüste hepsini, alın size edebi kule! 4000 küsur sayfa! Bir daldım bodozlamasına üç haftada anca çıkabildim! Peki netice nedir?
Bu seri ebediyete uzanacak bir edebiyet abidesidir! Edepli olmak, önyargıları kırıp direk okumaya başlamak lazım! Hmm bu arada unutmamak lazımdır ki;
bu kitapları hep okumak istemiştim ama kütüphanelerde hiç bir zaman eksiksiz şekilde bulunmadığı için okumazdım. serilere sadık biriyimdir ayrıca. bugün bu kitapların pdf lerini indirdim ve okuyacağım boş zamanlarımda. olmazsa telefona atar , yolda bayırda tuvalette, ne zaman boş zaman olursa okurum işte. çok yaşa stephen king reis.
ayrıca, bu kitapları okumak isteyipte alamayanlar varsa, bana maillerini verirlerse, onlara seve seve gönderirim.
büdüt: okuyunca iki şeyler karalarım kitaplar hakkında.
i.
her sözünün yalan olduğuydu ilk düşüncem,
o kır saçlı ve gözü, yalanının gözlerim üzerindeki
etkisini beğenmeyerek habisçe bakan sakatın
ve o neşeyi gizlemekte nadiren başarılı dudakları
her yeni kurbanla gerilip bükülürdü.
ii.
başka ne için hazırlanmış olmalı, asasıyla?
yalanlarıyla pusuya yatmak, ona burada rastlayan
ve yolu soran tüm yolcuları tuzağa düşürmekten başka?
o kafatası gülüşünün neye yol açacağını, mezar kitabemin
üzerinde ne yazacağını tahmin ettim bu tozlu yolda.
iii.
onun nasihatiyle, herkesin kara kule'yi sakladığına
hemfikir olduğu o uğursuz toprağa
dönersem sırtımı. ama boyun eğerek
gsterdiği yöne döndüm, ne gurur ne de
sonda canlanan umut önceden haber verebilirdi
bazı sonlarla gelen mutluluğu.
iv.
yıllar süren arayışımın, bütün dünyayı
dolaşmamın sonunda ortaya çıkardığı umudum
başarının getireceği o ele avuca soğmaz neşeyle
baş edecek kadar güçlü olmayan bir hayalete döndü
kavramakta başarısız olan kalbimin
coşkulu sıçrayışını engellemeye çalıştım.
v.
ölüm döşeğindeki çok hasta bir adam
ölmüş gibi görünür ve gözyaşlarının başlayıp
bitişini hisseder ve her bir dostuna veda eder
birinin diğerine git dediğini duyar, dışarıda
özgürce nefes alsın diye, ("her şey bittiğine göre," der,
"hem inen darbeyi yas tutmak telafi edemez.")
vi.
biri diğer mezarların yanında buna yetecek kadar
yer olduğunu tartışır ve cesedi bayraklar, şallar ve
şiirlerle, özenle taşıyacakları gün gelip çatar
ve adam yine de her şeyi duyar ama kalıp da
istemez böylesi bir sevhiyi utandırmak.
vii.
bu yüzden, bu yolculukta çok acı çektim
başarısızlık kehanetlerinin söylenip yazıldığını
"çete" arasında pek çok kez duydum
kara kule'nin arayışının adımlarına yön verdiği
şövalyelerden -onlar gibi başaramamak
en doğrusu gibiydi- biri olmaya uygun muydum?
viii.
böylece umutsuzluk kadar sessizce sırt çevirdim.
yoldan ayrılan patikayı gösteren nefret dolu sakata
pek kasvetli geçmişti bütün gün ve loşlaştı
sonu yaklaşırken. yine de düzlüğün başı boş olanı
yakalamadığını görmek için
sert, kızıl bir bakış fırlattı.
ix.
hedef için! kendimi düzlükte bulduğum
bir iki adımdan sonra duraksayıp
baktım arkama güvenli yol üzerinden
son bir kez ve gördüm yok olmuştu; her yer gri düzlük:
ufuk çizgisine dek uzanan bir boşluk
yola devam edebilirim, kalmadı yapacak şey.
x.
gittim böylece. galiba daha önce
böylesine açlık çekmiş, alçak bir doğa görmemiştim.
çiçekler bile bitmiyordu, bırak bir sedir korusunu!
ama karamuk, sütleğen kendi kanunlarınca
üreyebilirler şaşırmasın kimse
bir tohum, olabilir bir define sandığı.
xi.
hayır! yoksulluk, tembellik ve hoşnutsuzluk
tuhaf bir biçimde oluşturmuştu toprağı. "gör
veya kapa gözlerini," dedi tabiat huysuzca
"hünerle ilgisi yok, elimden gelmiyor bir şey:
son hüküm'ün ateşi sağaltmalı bu yeri
yakmalı topraklarını ve özgür bırakmalı mahkûmlarımı."
xii.
saçaklanmış bir diken sapı
arkadaşlarından daha yukarı uzunarısa, kafası koparılır.
yoksa sert otlar ksıkanırlar. labadanın
sert ve kara yapraklarını, bütün yeşerme
umutlarını kıracak kadar ezen
onları delip yırtan nedir? bir hayvan
yine hayvanca bir niyetle yürümek ister
ve onları ezerek öldürür.
xiii.
çimlere gelince, cüzzamlı deri üzerindeki saç gibi
yavaşça uzarlardı; kanla yoğurulmuş görünen
çamırda biten incecik, kuru yapraklar.
bir sıska kör at, her kemiği sayılan
oraya gelmiş, aptalca duruyordu
yaşlanınca atılmış şeytanın ahırından!
xiv.
canlı mı? bir deri bir kemik hali
kızıl, etsiz, incecik boynu ve pas rengi
yelesinin altındaki perdeli gözleriyle ölü gibiydi;
böylesi iğrençlik böyle bir elemle nadiren
bulunurdu bir arada; hiç bir hayvandan nefret etmemiştim bunca
büyük bir kötülük yapmış olmalıydı katlanmak için bu acıya.
xv.
kapadım gözlerimi ve onları kalbime taşıdım.
bir adamın dövüşmeden önce şarap içmesi gibi
eski, mutlu günlerden bir esinti istedim.
doğru yapabilmek için burada üzerime düşeni.
önce bu, ardından dövüş, askerin sanatı:
eski günlerden bir tat, herşeyi doğru kılar.
xvi.
o değil! cuthbert'ün altın sarısı
kıvırcık bukleler altında kızaran yüzünü hayal ettim.
sevgili dost, beni yerimde tutmak için kolunu
hep yaptığı gibi benimkine doladığını
neredeyse hissettim. yazık, bir gecelik utanç!
yeni ateşi kalbimi terk edip buz gibi bıraktı.
xvii.
giles, onurun ruhu, duruyor orada
on yıl önce şövalye olduğu günü gibi dürüst,
hangi cesur adam onun cesaret ettiğine cesaret edebilir
iyi -ama sahne yükselir- pöh! hangi celladın elleri
iğneler göğsüne bir parşömen? kendi yoldaşları
okur onu. zavallı hain, üzerine tükürülüp lanetlenen!
xviii.
öyle bir geçmişe yeğdir bugün:
o yüzden döndüm tekrar kararan yoluma!
hiç ses yok, bir boşluk hâkim göz alabildiğine.
gece gönderecek mi bir baykuş veya yarasa?
diye sordum: o korkunç düzlükte bir şey
düşüncelerimi tutuklayıp akışlarını değiştirmeye çalışınca.
xix.
küçük bir nehir kesti yolumu aniden
bir yılan gibi beklenmedik anda çıkarak karşıma.
kasvete uygun tembel dalgaları yok;
köpürerek akıp geçen bir banyo adeta
iblisin parlayan toynağı için, kara girdabının
gazabının köpürerek tükürülmesiyle doğan.
xx.
ne kadar önemsiz, bir o kadar da kinci! çalı gibi, kavruk
akçaağaçlar yol boyunca önünde diz çökmüş;
kurumuş söğütler dilsiz bir umutsuzluk
ve ölüme meyilli bir kalabalıkla eğilmiş baş aşağı:
hepsini mahveden işte bu nehir
akan her ne ise bir nebze bile yılmıyor.
xxi.
karşıya geçerken sularından... iyi azizler, nasıl da korktum
ayağımı ölü bir adamın yanağına basmaktan
veya sığlıkları bulmak için sapladığım mızrağımın
saçına veya sakalına dolanmasından!
bir su sıçanıydı belki mızrağımı sapladığım
ama uh! sesi farksızdı bir bebek çığlığından.
xxii.
karşı yakaya geçtiğimde nasıl da memnundum
daha güzel topraklar umuduyla. beyhudeymiş ümit!
kimdi mücadele edenler, hangi savaşın içindeydiler
kimin vahşi çiğneyişi soğuk toprağı
çamura çevirmişti? zehirli bir tanktaki kurbağalar
veya kızgın, demir bir kafesteki vahşi kediler...
xxiii.
savaş ovada olup bitmişti mutlaka, ne tıkmıştı onları
buraya, seçilecek onca düzlük varken?
bu korkunç kafese giden ayak izi yoktu,
çıkan da görünmüyordu. şüphesiz beyinler
çılgın içkilerde bulanmıştı, türklerin eğlence için
kışkırttığı kadırga köleleri gibi, hristyanlara karşı yahudiler.
xxiv.
ve dahası -iki yüz metre ötede- işte, orada!
hangi kötü gaye için o makine, o tekerlek
ya da fren, tekerlek değil, insanların bedenini
ipek gibi yarmaya uygun o tırpan?
tüm havasıyla, farkında olmayan toprak üzerinde
veya paslı dişlerini keskinleştirmek için getirilmiş olan.
xxv.
sonra ağaçlar belirdi toprak üzerinde, önce bir orman
sonra bir bataklık görünüşe göre ve şimdi de sadece
umutsuz, işi bitmiş bir toprak parçası; (bir budala böyle bulur neşeyi,
bir şey uydurup sonra bozar ruh hali değişip
terk edene kadar!) batak, balçık, moloz, kum
ve kapkara, çıplak yokluk yolunda.
xxvi.
şimdi yaralar iltihaplanıyor, gri ve sert,
toprağın verimsizliğinin yosuna veya çıbana benzer
maddelere döndüğü yerlerde;
sonra felçli meşe geldi, kenarlarından ayrılan eğri büğrü,
ölüme doğru açılan bir ağza benzeyen içindeki yarık
geri çekilirken öldü.
xxvii.
ve sondan olabildiğince uzakta!
uzakta akşamdan başka hiçbir şey yok, adımımı
daha ileri atabileceğim hiçbir şey yok! bu düşünceyle
cehennem zebanisinin göğsündeki dostu, koca bir kara kuş
geçti süzülürcesine, şapkama değen ejder kanatlarını
açarak, belki oydu aradığım yol gösterici.
xxviii.
yukarı bakınca her nasılsa fark ettim
alacakaranlığa rağmen düzlüğün sonunda
dağlara ulaştığını, çalınıp görüş alanına girmiş
çirkin tepeler ve yığınları şereflendirecek böylesi bir isimle.
bu yüzden beni nasıl da şaşırttılar... çöz bunu!
onları aşmak kolay görünmüyordu.
xxix.
yine de kötü, haince numarayı
hayal meyal hatırlar gibiyim, tanrı bilir ne zaman
belki kötü bir rüyada başıma gelen. burada son buldu,
sonra kendi yolunda ilerledi. tam bir kez daha
pes etmek üzereyken bir tuzağın kapanması gibi
bir ses oldu, içindesin mağaranın.
xxx.
yakarcasına geldi hepsini birden,
burasıydı işte! sağdaki o tepeler bir kavgada
boynuz boynuza birbirine kenetlenmiş boğalar gibi;
ve solda çıplak, yükselen bir dağ... ahmak,
bunak, uyukluyor şu anda,
bu manzara için yolculukla geçirilmiş bir ömürden sonra!
xxxi.
ortada kule'nin kendisinden başka ne olabilir?
bir budalanın yüreği gibi kör, yuvarlak, alçak,
kahverengi taşlardan inşa edilen, tüm dünyada
bir benzeri daha olmayan kule. fırtınanın alaycı cini
ancak tahtalar kırılmaya başladığında
denizciye işaret eder çarptığı, görünmez kayayı.
xxxii.
görmemek mi? belki gecedir sebep? gün,
geri gel bunun için! terk etmeden önce
ölmekte olan günbatımı bir yarıktan parladı:
tepeler, avlarını daha iyi görebilmek için
çenelerini ellerine dayayıp yatan ava çıkmış devler gibiydi,
"şimdi bıçağı sapla ve sonunu getir yaratığın!"
xxxiii.
duymamak mı? oysa gürültü her yerdeydi! bir çanın sesi gibi
giderek artarak yükseliyordu. kayıp serüvencilerin, yoldaşlarımın
isimleri kulaklarımda. ne kadar güçlü ve ne kadar cesur
ne kadar şanslı ama her biri eskide kaldı
kayboldu, kayboldu! bir dakika elem dolu yılların kara habercisi oldu.
xxxiv.
orada durdular, tepe eteklerinde sıralanıp
sonumu görmek için buluşup bir başka resim için
yaşayan bir çerçeve! alev perdesinin arasında
hepsini gördüm hepsini tanıdım. ama yine de
korkusuzca götürdüm boruyu dudaklarıma
ve üfledim. "childe roland kara kule'ye geldi."
Okumak için bir ay kadar işten izin almayı planladığım şaheser dizi. ilk dört kitabını okudum ama sonra koptum haliyle unuttum. Şimdi bakıyorum da arada derede, koşuştururken okumaya kalkmak büyük ayıp olacak bu destana. Elinizde çayınız, evinizin kuytu bir köşesinde, telefonunuz, TV, bilgisayar kapalı okumanız, daha doğrusu yaşamanız gereken bir seri.
Bu arada serinin dördünü kitabı, galiba bu hayatta okuduğum en güzel kırık kalpli aşk hikayelerinden biri. Hele Susan'ın sonu...Kim derdi ki King, gençler arasındaki bir aşkı bu kadar tutkulu bir şekilde kaleme alsın?
bir nevi twisted lord of the rings.. bu tanımı ben mi yaptım yoksa bir yerde mi okudum zamanında hatırlamıyorum ama bu muhteşem epik öyküyü çok iyi özetliyor.. stephen king'in hayatının eseri.. yazarın romanlarının yüzde doksanında bu hikayeye dair bir figür ya da bu hikayeye bağlanan bir nokta vardır.. tek başına, o kitapta bir anlam ifade etmez ancak bütün kara kule serisini okuyunca anlaşılır.. bu açıdan stephen king'in bütün eserlerinin 'bir' çok büyük roman olduğu söylenebilir..
(#2361680) nolu entryde mta88'in bahsettiği gibi çok sayıda roman ve o romanların içindeki çok sayıda karakter bu büyük hikayede bir rol oynar.. ama kara kule serisinden olmayıp da en fazla bu seriye kaçan kitapları, uykusuzluk (insomnia), maça kızı (hearts in atlantis, hatta aynı adla buradaki öyküden uyarlanmış bir de film çekildi anthony hopkins falan oynuyor..) ve kara ev (black house)'dir.. bu kitapları, kara kule serisini okumadan anlamaya çalışmak, kişiyi cinnete sürükleyebilir..
spoilerın allahı
hikayenin özellikle sonlarına doğru king çok kafa karıştırır.. hatta okuyan bilir, kendini de hikayeye dahil ederek kendinden bir tanrı yaratmıştır.. ama kendi çılgınca mantığı içinde de olsa, gilead'ın, roland'ın ışınların olduğu dünyada harry potter modeli snitchlerin ne aradığını açıklamıştır.. çünkü herşey içiçedir artık.. başka dünyalar da vardır ve olacaktır.. bu inanılmaz seriden akılda kalan çok sayıda inanılmaz kare ve olay vardır.. ama şahsımı en etkileyen yerler, intihara giden mono blaine treni ve jack'in çekişili sırasında zavallı çocuğun aynı anda iki farklı hayatı yaşıyor olmasıydı.. tamamen roland'ın gençliğine ışık tutmuş olan büyücü ve cam küre de tek olarak okuduğum en güzel romanlardan biridir..
hikayenin sonu ile ilgili bir sürü yorum vardır.. ben de şahsen bir haaassktr koydum.. 7 kitap 5000 sayfa soluksuz okunan bir arayışın son kapısından çıkan şey ilk başta beni de hayal kırıklığına uğrattı.. ama bir kez daha düşününce olabilecek en mantıklı sonun bu olduğuna karar verdim ve sai king'e yine hak verdim.. spoilerın allahı
kısaca özetleyecek olursak diyeceğim ama bu edebiyat olayı kısaca özetlenmez.. alın okuyun kardeşim.. ilk kitap biraz sıkabilir adamı ama sabredin.. her satırda stephen king'in hastalıklı sayılabilecek hayal gücünün en egzantrik noktalarına şahit olacak, siz de ka'nın ve kulenin arayışının bir parçası olacaksınız..
not: bu arada bu serinin filmi de müthiş olur.. hiç böyle bir çalışma var mı merak ettim şimdi hollywood'da.. gerçi filme çekilmesi, çekilirse de aynı tadı vermesi çok zor bir hikaye ama olsun.. roland rolü için james caan, eddie rolü için de will smith'i aday gösteriyorum buradan..
sai king'in yazdığı bu dizi aslında 9 kitaptan oluşmaktadır. bu fazladan gelen iki kitap mahşer, ve korku ağı'dır. mahşer'deki randal flagg ve korku ağı'ndaki peder callahan bu romana dahil olmuştur. belki de bu iki romandan başka kara kule ile alakalı romanlar vardır. okumadan bilemeyiz...
aşk gibi bir şey. okumayanları öyle çok kıskanıyorum ki, düşünsene kara kule'yi henüz bilmiyor olmak, onu o heyecanla okuyabilecek durumda olmak. hafızamdan sildirip sildirip tekrar okumak istiyorum. ka rüzgar gibi, o halde git bundan başka dünyalar da var gibi vecizeler edinmemizi sağlamıştır. ayrıca özel bir iki söz sayesinde okuyanları okumayanlardan ayırmak mümkündür. okuyanlarla kendinizi ayrı ve özel bir ka-tettenmiş gibi hissetmeniz de mümkün. iyi bir şey söylediğimde aldığım karşılık teşekkür ederim değil de teşekkürler derim oluyorsa o insanı alnından öpesim gelebilir mesela. serideki 19 ve 99'un sürekli kullanılması ve çok özel yerlerde karşımıza çıkması bu sayıları benim için özel yapmıştır. örneğin okul sıralamasına göre 19. olduğumda manyak gibi sevinmiştim, nedense. ayrıca roland deschain bana her zaman clint eastwood'u hatırlatır. filmi de çekilecekse o oynasın lütfen.