kaos ve mutluluk

entry4 galeri0
    1.
  1. tanım: uludağ sözlük öykü dergisi söykü için yazılmıştır.

    hayat kontrol dışıdır biliyorsunuz.
    yani eşiniz mayına basar ve şehit aileleri ve dernekleri hayatınıza girer. hiç hesapta yokken tüp falan patlar kör olursunuz. dünya birden kararıverir, belki de üç nokta körler derneğinde soluğu alırsınız. doktora gidersiniz "dizim ağrıyo" dersiniz ve birde bakarsınız ki her kanser türünden bir sürü insanla kemoterapi sırası beklemeye başlamışsınız. bambaşka bir hayat başlar.
    biliyorsunuz bunlar asla sizin başınıza gelmez ta ki gelene kadar. hayat işte, her şeyi haketmeniz gerekmiyor.

    koray boz, üzerindeki parkanın önünde açılmış kanlı deliğe işaret parmağını sokuyor ve "hassiktir" diyor.


    emin olun bu adamlar başlarına gelen her şeyi hak ettiler.
    yaşadıkları dünyadan memnun olmayan bu herifler, bazı şeyleri değiştirebileceklerine inandılar.
    oysa hayat bir gösteri yürüyüşü değildir. yaşamak kolay değildir.
    yaşamak pis bir şeye alışmaktır.

    koray boz'un parmağından damlayan koyu kara kan beyaz zeminde açılıyor. çıkarttığı sesten ağlıyor mu acı mı çekiyor yoksa gülüyor mu anlaşılmıyor. önündeki bavulun ortasındaki delikten üzeri kanlanmış gri kırmızı arası renklerde fareler dökülüyor. koray'ın sağından solundan geçen fareler açık kapıdan dışarı çıkıyor. koray boz dan kapıya doğru uzanan fayans zeminde küçük kırmızı ayak izleri.

    ölüme yeterince yaklaştığınız an hayatın gerçekliğini anladığınız andır.

    o bu noktaya tesadüfen gelmedi. bu melanoma olmak gibi değildi. telefonu icat eden orospu çocuğu kadar ne yaptığını biliyor ve doğruluğuna inanıyordu.

    ---bir kaç hafta yada daha önce---

    müzik, loş bir ışık, masada boş dolu bira şişeleri, etrafında dört adam.
    bu herşeyin başladığı akşam.

    bu iki metrelik yarma, koray boz.
    elindeki bira şişesini masaya bırakırken "ben böyle durmaktan sıkıldım" diyor "konuşarak hiçbir şeyi değiştiremeyiz."

    insanın en büyük günahı ve yanılgısı dünyayı daha iyi bir yer yapabileceğine inanmasıdır. eğer ilk tekerleği bulan yavşak olmasaydı, sonra ilk hayvanı evcilleştiren, ilk "burası fena değil buraya yerleşelim" diyen zevzek olmasaydı bugün daha güzel bi dünyada yaşıyor olabilirdik.
    eğer bir şeyin daha kötü olmasını istemiyorsanız daha iyi olmasını istemeyin.

    bu adamlar arkadaş değillerdi, ama internette yıllardır konuşuyorlardı. ayrı evlerde porno film izlerken bi yandan dünyayı kurtardıkları çok oldu. gerçekte ise bu akşama kadar bi kaç kez toplandılar ve sadece gerçeği konuştular.
    gerçek mi? ne tuhaf kelime.

    tamer "ne yapıcaz tornavidayla lüks arabaları jipleri mi çizecez? diye soruyor.

    arkasına yaslanmış ilgisiz oturan akın "ben zaten bunu yapıyorum. arabalara bıraktığım çizgiler ekvator çizgisinden uzundur" diyor. "bunun hiç bi anlamı yok sadece bi kaç kişinin canı sıkılıyor. küfür ediyorlar ve bitiyor. neden çizdiğimi asla anlayamayacaklar. bize gerçek bir şey lazım" diyor.

    tamer "ee etilerde güzellik salonundan çıkan kokoşların yüzüne kezzap atıp kaçacak değiliz ya" diyor.

    koray, masanın üzerinde eliyle genişçe bir daire çizerek garsona bira isteğini işaret ederken "akın doğru söylüyor" diyor.
    "bu insanlar bindikleri range rover jiplerden tema vakfı yararına bi mesaj atıyolar ve huzura eriyolar. starbucks da kahve içiyolar ve somaliye yardım etmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorlar yada greenpeace'i destekliyolar ve vicdan mastürbasyonuna devam ediyolar. koca bi yalanı, gerçek bi iki yüzlülüğü unutup hayatlarına karşılık daha çok yalan satın alıyorlar. " diyor. "onlara bi mesaj vermeliyiz bunu anlamalılar"

    akın "öyleyse hayvan severleri dövüp yanlarına biraz da akbabaları sevin yazılı notlar bırakalım" diyor.

    "hayır akın ben pek çok şey olabilirim ama vandal değilim" diyor koray.

    garson dört bira ve çerez dolu bilmem kaçıncı tepsiyle geliyor.

    "lan oğlum keşke hayvan olsaydık sevenimiz olurdu" diyor tamer.

    başka bi isteği olan var mı?

    "yo dostum onların seveceği bir hayvan olabileceğini hiç sanmıyorum" diyor akın.

    garson giderken koray "hayvan severleri biliyorsunuz. barınaklara gider ve köpeklere kedilere wiskas verirken fotoğraf çektirirler. sanki başka hayvan yokmuş gibi. sanki sırtlanların hayatı çok kolaymış gibi. onların celebrity hayvanları var gerisi umurlarında bile değil. onlara hayvan sever olmadıklarını göstermekle başlayabiliriz" diyor. "bunu herkese gösterebiliriz. bütün evcil hayvanların neslinin tükenmesini istiyorum. hamsterları kedilere vermek istiyorum. artık farelerin evcil hayvan olmasını istiyorum" diyor.

    akın "işte bu oğlum" diyor
    "onlara sevmediği hayvanları verip ne yapacaklarını izleyelim. hatta kamerayla çekelim. düşünsenize oğlum, şimdiye kadar bi sürü faresi olan bi hayvan sever olmalıydı değil mi?"

    yeterince ileriki bir zamandan geriye dönüp baktığınızda o an için en anlamlı gelen şeylerin bile aslında ne kadar yersiz olduğunu görürsünüz.
    işte bu öyle bir akşam.

    bir kaç gün içinde fare yakalamakta pek başarılı olmadıklarını anladılar. sonra gazetedeki büyük kadın girişimciyi gördüler. istanbul deney hayvanları üretim merkezini. daha sonra dehemar'ı; deney hayvanları araştırma ve uygulama merkezi

    ---ertesi gün---

    dört adam, bir kobay hayvanı üretim kliniğinin karşısında arabanın içinde oturuyorlar.
    tamer elindeki dergiden okuyor.
    "fareler dört katlı bi binadan düşseler dahi ölmezler, vay anasını"

    koray "kimse fare çalmaya çalışmaz bu yüzden zor olacağını sanmıyorum" diyor. "ben güvenlik görevlisini hallederim siz de çuvalları doldurursunuz."

    tamer kafasını okuduğu dergiden kaldırarak "fareler doğtuktan iki ay sonra üremeye başlayabilirler. kanka bu hayvanlarda bekaret sorunu olmadığı kesin" diyor.

    koray "önce ben gidiyorum iki dakika sonra siz gelin" diyor.

    tamer neredeyse heceleyerek okuyor "bir farenin ömrü yaşam koşullarına ve türlerine bağlı olarak yaklaşık 2 yıl kadardır."

    "kameraları unutmayın kar maskenizi takın ve gereksiz hareketler yapmayın" diyor koray ve arabadan çıkıyor.

    beş dakika sonra ne olduğunu anlamaya çalışan güvenlik görevlisinin şaşkın bakışları eşliğinde hepsi yüzlerinde kar maskeleriyle içeri giriyor. koray elinde herkesin ilk kez gördüğü bir 14lü browningle adamın yanında duruyor ve "dünyayı kurtarmak için biraz fare lazım oldu." diyor "konunun seninle bir ilgisi yok"

    içerideki kafesler farelerle dolu. yan yana bir sürü oda ve bol bol fare, bi kaç kafes tavşan ve bir kaç maymun yada her neyse.

    tamer odanın bir ucundan akın diğer ucundan kafesleri çuvallara boşaltıyor. havada taklalar atan, birbirine çarpan, öten fareler.

    tamer "hay amk bi orospu çocuğu beni ısırdı kanka" diyor.

    akın gülerek "yüzünü görebildin mi?" diye soruyor ve "sen de deri eldiven giymeliydin" diyor.

    hiç bir sorun çıkmıyor. güvenlik görevlisini maymun kafesini kucaklar vaziyette bağlıyorlar. fareleri bagaja tıkıp gaza basıyorlar. arabanın içinde sevinç çığlıkları atan bu adamların kanlarında daha önce hiç olmadığı kadar çok miktarda endorfin, serotonin ve adrenalin dolaşıyor.

    --- bir kaç gün sonra, ilk saldırı ---

    akın ve koray popçu hayvan sever yonja'nın jeep inin sanroofundan içeriye fareleri boşaltıyorlar ve bütün tayfa karşı bloğun çatısında ellerinde kamerayla sabahı bekliyor.
    sabah 9 ama gelen giden yok.
    koray elinde kamera aşağı bakarken "nerde bu amk karısı" diyor.
    akın oturduğu yerde iki eliyle belini arkasından ileriye doğru ittirirken "her yerim tutulmuş amk" diyor "heralde uyuyordur kanka bi popçu için saat erken sayılır"

    "fareler bir kerede 10-12 yavru yapabilirler" diyor tamer elindeki dergiye bakarak. "kanka bunu fare ilaçlama şirketleri dağıtıyor, bence çok faydalı."

    koray tamer'e dönüyor "lan oğlum sana noluyo yüzün pancar gibi" diyor. elini tamerin alnına koyuyor ve "kanka sen yanıyorsun" diyor.

    tamer titreyerek "kanka bi iki gündür midem kötü bi bok yemiyorum ama paso kusuyorum" diyor. "ağzım leş gibi"

    "kanka karı çıktı" diyor akın ve herkes aşağıya bakıyor, koray kayda giriyor.

    yonja arabaya yaklaşıyor kapıyı açıyor ve biniyor. buradan bakınca bi kaç saniye herşey normal görünüyor. ve jeep in kapısı yeniden açılıyor sanki birisi yonjayı tekmeyle dışarı atmış gibi yonja arabadan dışarı kaldırıma yüz üstü uçuyor.
    çığlıklar çatıya kadar yükseliyor.

    haberciler için hiçbir şey sıradan değildir. eğer yağmur yağıyorsa muhabir deniz kenarındaki dalgaların yanında kasırga var demelidir.
    eski yeşilçam oyuncusunun mutlu emeklilik günlerinden tiksinirler, dilendiğini görmek isterler. bunu istiyorlar çünkü siz bunu istiyorsunuz.

    ertesi gün gazetelerde hayvan sever yonja'nın videodan alınmış türlü türlü fotoğrafları var. televizyonda ana habere bile çıkıyor. youtube'da ilk günden tıklanma rekoru kırıyor.

    --- bir hafta yada daha sonra, son saldırı---

    akın yüzünde kar maskesi sırtında sırt çantası ile arkasından büyük siyah bir bavulu tekerlekleri üzerinde çekerek Boğaziçi Borsa Restaurant'dan içeri giriyor.
    arkasından valeler kapı görevlileri güvenlik ve en arkadan elindeki 14 lü browningi ile Koray Boz "dikkat bu bir soygun değildir yemeğinize devam edin" diye bağırıyor.
    akın hiç hızını kesmeden hızlı adımlarla sağda solda duran masaların arasından koca siyah bavulunu sürükleyerek geçiyor. ortadaki büyük toplantı masasına "selam hayvan severler size biraz sevgi getirdim" diyor.

    "bazı hayvanları sevenler derneğinin" aylık toplantısının yapıldığı bu restorandaki hiç bir şey aslının bir kopyası değil. duvardaki tablo rembrandt taklidi değil rembrandt ın kendisi. zemin ceviz kaplama suntadan değil ceviz. koltuklar eski ingiliz salon koltukları gibi değil zaten öyle. bu insanların kendini zengin göstermeye ihtiyaçları yok çünkü öyleler.

    akın elindeki büyük bavulu öylece ortaya bırakıyor ve sırt çantası arkasında salonun sonundaki tuvalete giriyor. aynı anda içeriye neyin girdiğinden habersiz "bazı hayvanları sevenler derneği" başkanı panter hülya klozete oturmuş bağırsaklarını boşaltıyor. akın sırt çantasını çıkartıyor ve yan kabine giriyor. klozet kapağının üzerine basarak açtığı çantasını yan kabindeki panter hülyanın başından aşağıya boşaltıyor. beş kilo fare.
    çığlıklar. viyaklamalar, tepinmeler. kabinin kapısından kendini tuvaletin ortasına atan panter hülyayı anlamaya çalışan fareler.
    ne diyebilirim ki utanç verici.
    onlarca fare tuvalete yayılıyor. zemin o kadar parlak ve pürüzsüz ki fareler sık sık ayakları kayarak düşüyorlar.

    bu hayvanlar lanetli falan olmalılar onları kimse sevmiyor.

    akın panter hülya'yı tuvalette bırakıp çıkıyor ve yemek salonunun ortasına bıraktığı bavulun yanına geliyor. restorandaki insanlar hala çığlıkların yükseldiği tuvalet kapısına yada akın'a bakıyorlar.

    tamer bir elinde kamera diğer eliyle kar maskesinin dışından yüzünü kaşıyarak olan biteni kaydediyor. akın biri bana yardım edebilir mi diyor "siz ikiniz" diyor "lütfen bana yardım eder misiniz? bavulu masanın üzerine yavaşça yatırın"
    "teşekkürler şimdi bavulun iki yanındaki klipsleri kaldırın"
    "lütfen şimdi bavulu açın ve benim için onları sevin" diyor akın ve elleri bavulun üzeride titreyen kadınların yerine bavulun kapağını hızla açıyor.

    eğer bir şeyi yeterince abartırsanız insanlar zaman mekan kavramını bi an için yitiriyorlar. doğru tabir değil ama özel izafiyet teorisine giriş böyle bir şey olmalı.

    yüzlerce fare bavuldan masaya masadan sandalyelerin üzerine akıyor. birbirlerinin üzerine düşen insanlar devrilen masa ve sandalyeler ezilen fareler.

    doğru tabir değil ama kıyamet günü böyle bir şey olmalı.

    sonraki bir kaç gün içinde bu adamlar hakkında açık oturumlar bile düzenleniyor. fikirlerini savunan tipler bile görülüyor. "sadece kedi köpekle olmaz bu iş" diyenler oluyor. emniyet müdürü teröristler diyor.

    ---bir iki hafta yada daha sonra, son---

    eğer hayatınızda bir sınırı gerçekten aşarsanız hep aşmak istersiniz.
    iflah olmaz doğru tabir.

    fareler bitti ve daha çok fare gerekiyor. istanbul anadolu yakasında bir üniversiteye bağlı deney hayvanı üretim merkezinin önünde Koray Boz "beyler ilk seferki gibi ben giriyorum ve üç dakika sonra siz geliyorsunuz" deyip kar maskesini indiriyor.

    tamer elindeki dergiden kafasını kaldırıyor ve "beyler buna inanmayacaksınız ama ben veba olmuşum" diyor.
    akın "siktir git bu yüzyılda mı? ama kanka aynaya bakmasan iyi olur içine cin, şeytan falan girmiş gibi görünüyorsun" diyor.

    güvenlik görevlisi, koray, kapılar ve fareler. neredeyse aynı üretim tesisini soyduğunuzu düşünebilirsiniz. her şey aynı. aynı surat ifadesi. aynı fareler. aynı beyaz fayans zemin.
    ve aynı ben; bu hikayeyi size anlatan ilhan kızılkan. her zamanki gibi yine burdayım.

    müzik, loş bir ışık, masada boş dolu bira şişeleri, etrafında dört adam.
    Koray Boz, Akın, Tamer ve ilhan Kızılkan.

    koray boz'a "bu adama ben bakarım. midem bulandı biraz da sen doldur" diyorum ve silahı almak için elimi uzatıyorum. koray boz suratıma bi kaç saniye bakıyor, sonra silahı verip elimdeki bavulu alıyor.

    her şey planladığımız gibiydi ama hiç bir şeyin değişmeyeceğini anlamam çok sürmedi.
    milyonlarca ağaç fazla dikseniz de yine de dünya yeterince bir zaman sonra çöl olacak. bunu biliyorum, siz de biliyorsunuz.
    vicdan mastürbasyonunu bi' süre önce bıraktım.
    hiçbir şey daha iyi olmayacak. her şey boktan bir sona doğru gidiyor tek yapabileceğiniz süreyi uzatmak ya da kısaltmak.
    her şey boşunaysa bunca tiyatro niye?
    ben dünyaya yardım etmeyi seçtim.

    önce tamer'i vebasından kurtarıyorum, yere yığılıveriyor.

    akın "ilhan noluyo lan a.." derken tetiğe iki kere basıyorum. bi an için son kelimesinin ne olduğunu düşünüyorum.

    koray boz elindeki bavulla kafayımı yedin der gibi yüzüme bakıyor.

    mermi namluyu terk ettiğinde hızı ses duvarını geçer ve güçlü bir sonik patlama oluşur. eğer bu sesi duymuşsanız hayattasınızdır.

    koray boz, üzerindeki parkanın önünde açılmış kanlı deliğe işaret parmağını sokuyor ve "hassiktir" diyor.

    önünde duran fare dolu bavulda bir delik açılıyor. kaç fare koray boz'un hayatını kurtardı bilmiyorum.

    koray boz parmağından damlayan koyu kara kan beyaz zeminde açılıyor. çıkarttığı sesten ağlıyor mu acı mı çekiyor yoksa gülüyor mu anlaşılmıyor. önündeki bavulun ortasındaki delikten üzeri kanlanmış gri kırmızı arası renklerde fareler dökülüyor. koray'ın sağından solundan geçen fareler açık kapıdan dışarı çıkıyor. koray boz dan kapıya doğru uzanan fayans zeminde küçük kırmızı ayak izleri.

    aslında kimse kimsenin hayatını kurtaramaz. herkes er ya da geç ölür.
    bu sadece zaman meselesi.

    iki metrelik yarma koray boz'a elimdeki silahı boşaltıyorum.

    eğer bir şeyin daha kötü olmasını istemiyorsanız daha iyi olmasını istemeyin.
    eğer isimlerini ezberlediğiniz, daha iyiyi isteyen büyük adamlar olmasaydı; bugün daha iyi bir dünyada yaşıyor olabilirdik.

    sadece biraz hayal kırıklığı görmek istedim.
    erken bir son istedim.

    sevişmeyi kabul eden her pandanın kafasına sıkmak isterdim.
    bütün yağmur ormanlarını yakmak.
    bütün petrol kuyularını birden ateşe vermek isterdim.
    asit yağmurlarının bi an önce başlamasını isterdim.

    dünyaya on bin yılı birden yaşatmak isterdim.
    bu dünyanın sonunu görmek isterdim.
    nasılsa er ya da geç olacak.
    bu sadece zaman meselesi.
    16 ...
  2. 2.
  3. Hayat böyle ne sürekli mutlu oluyorsun ne sürekli üzülüyorsun. Ne polyannasın ne de umut sarıkayan'ın çizgileri gibi umutsuzsun.
    2 ...
  4. 3.
  5. kara, kapkara gunler dusunmektir bazen bizim isimiz.
    ya da ne bazeni her zaman, her an.
    1 ...
  6. 4.
  7. Kaos teoremine göre olacakları en iyi kestirip fitili ateşlemeden önce gerekli hazırlıkları eksiksiz tamamladıktan sonra kaoscu kötü adamda biraya gelebilecek iki kavramdır.
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük