Hastalığın sebep olduğu ölümlere rahmet dilemekten başka birşey diyemem. Ancak ihmal kurbanı çok hasta olduğunu düşündüğüm illet.
Bizzat devam eden sürecimde başıma gelen birkaç olaydan bahsetmek istiyorum.
-iki kişi kaldığım odada diğer hastaya takılması gereken trombosit süspansiyonu uyarmasak bana transfer edilecekti. Hemşirenin bahanesi ise iki hastada da kaş, kirpik, saç olmadığı ve oda karanlık olduğu için hastayı tanıyamamak.
-1,5 saatte gitmesi gereken ilacın yaklaşık yarım saatte verilmek üzere cihazın ayarlanması. Başka hemşire gelip durumu düzeltti.
-Düşük kan değerleriyle radyoterapi almanın zararlı olacağını doktorum tedaviyi aldıktan sonra söyledi. Beni tedavi için çağıran eleman hiçbir zaman değerleri sormadı.
-ilacı istanbul dışında alan bir hastadan duyduğum ve gördüğüm; ilaç dozunun yanlış ayarlanması sebebiyle ciltte bronzlaşma şeklinde bir yanık.
Anlattığım sebepler refaketçi ve hastanın dikkatiyle önlenmiştir. Ancak bunlar
hastayı öldürebilecek ihmallerdir.
Kendisi veya yakını bu tedaviyi alan hastaların ve refakatçilerinin çok dikkatli olması, yapılan her işlemi sormaları gerekli zira Türkiye' de ölmek çok kolay.
Not: Amacım burda kimseyi zan altında bırakmak değil. Zaten bu sebeple kişi ve kurum adı vermedim. Ancak bu söylediklerim ülkenin her yerinde olabilir. Neredeyse tüm haber bültenlerinde ihmal kurbanı insanları izliyoruz. Hayatımız bizim için ve sevdiklerimiz için değerli. Herhangi bir sudan sebeple hastanın hayatını kaybetmesini kimse istemez, ne yazık ki insan hayatının korunması gibi değerli bir mesleğe gerekli özen gösterilmiyor.
Tedavi gören bütün hastalara acil şifalar, yakınlarına da sabır ve dayanma gücü diliyorum.
Kanser üzerinde çalışmalar, araştırmalar yapıp bu belaya çare bulmak isteyen profesörler ya ilaç baronları tarafından öldürülüyorlar ya da tüm unvanları ellerinden alınıp meslekten atılıyorlar. Sonra da amk baronlarının yemlediği televizyonlarda gazetelerde çarşaf çarşaf yazıyorlar kansere çare yok diye.. yarrağımın başı yok çare.
Eğer ki çaresi olduğu halde sırf sektör canlı kalsın diye açıklanmıyor ise, bundan rant sağlayan herkesin allah binbeşyüz kere belasını versin hastalığı.
ölümüme sebep olacak hastalık. ulan ipnler 2016' yi bitirecez her boku buldunuz, şunun ilacını bulduğunuz halde açıklamadınız ya, oteki tarafta iki elim yakanızda olacak amk.
Genel olarak belirli bir vücut bölesinde ki hücrelerin anormal çoğalması şeklinde yorumlanır.
Çeşitleri vardır; Akciger, kolon, dudak, deri, kan kanseri(lösemi) vb.
Tedavisi yok, rehabilitasyon çeşitleri vardır; radyoterapi, kemoterapi, beslenme düzeni, fiziksel aktivite, immunosupresif ilaçlar vb.
Kimyasal maddelerin, sigaranın, düzensiz beslenmenin, sedanter yasamın, radyoaktif maddelerle temasın ve stresin kanser üzerinde ki olumsuz etkisi bilinmelidir.
bazı renksiz, kokusuz ve tatsız kimyasalların ufak dozlarda bile kısa sürede neden olabildikleri hastalıktır. özellikle meme, bağırsak, mide ve karaciğer kanserleri rahatlıkla oluşturulabilmektedir deney ortamlarında.
kanser ilaçları denenmeden önce de farelerin kanser edilmesi bu kimyasallar ile sağlanıyo. gerisini siz düşünün.
ilk insandan bugüne, hayatımızın devamlılığını sağlayan temel unsur: Gıda!
ilk insanın beslenme alışkanlıkları ile binlerce yıl sonra bizlerin beslenme alışkanlıkları arasında -ürün çeşitliliği ve üretime katılan materyal bir kenara bırakılırsa- fazla bir fark olduğu söylenemez.
Önce ihtiyacı olan gıdaları üreten, sonra ürettiği gıdalardan tohumu ve fidanı ile hayatın devamlılığını sağlayan, son olarak da milletlere ayrıldıkça ticari bir araç haline gelen gıda; bugün sayılan işlevlerinden farklı olarak aynı zamanda uluslararası siyasetin ve küresel Kapitalizm’in elinde önemli ve tehlikeli bir silahtır.
Tarih kitapları yeryüzündeki savaşları sınıflandırırken, gânimet ve dinî gerekçelerle yapılan savaşlar, enerji savaşları (petrol) ve su savaşları olarak sınıflandırıyor.
Yaşadığımız yüzyıl, tarih boyunca savaşın her türüne şahitlik etti. Bugün ise, adına ‘gıda savaşları’ diyebileceğimiz bir savaş yaşanıyor. Herkesin gözü önünde yaşanan bu savaştan da anlaşılıyor ki; önümüzdeki yüzyıl ve yine öncelikle gıda savaşlarına sahne olacak.
Küresel Kapitalizm ve Emperyalizm insanlığın ihtiyaç duyduğu temel ihtiyaçları tekelinde tutarak, ulusları egemenliği altına alıyor.
Önce yeraltı kaynakları, sonra yerüstü kaynakları, sonra vazgeçilmez temel ihtiyaçlarımızdan su ve gıda, uluslararası Kapitalizm’in ve Emperyalizm’in elinde mükemmel bir silaha dönüşüyor.
Her şey gözlerimizin önünde olup biterken; yaşananlara bu derece bîgâne kalmamızın kolayca izah etmek güç görünüyor.
Türkiye, ‘gıda güvenliği’ alanında sabıkalı bir ülke… Başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu olmak üzere, sınırlarımız kontrol altına alınamıyor.
Ülkenin her köşesinde “merdiven altı üretim” yapılsa da; Türkiye’nin ekonomik kalbi konumundaki istanbul, bu üretim biçimin merkezini oluşturuyor.
Sözde modern yöntemlerle üretilen tarım ürünleri, alıcı ülke gümrüklerinden geri dönerken; iç pazarda arz-ı endam ediyor. Üstelik toplum bunu bir fırsat olarak görüyor.
Bilinçsiz kullanılan zirai ilaçlar, hormonlar, gümrüklerden elini kolunu sallayarak giren genetiği değiştirilmiş (GDO) ürünler, içeriğini ve menşeini bilmediğimiz ürünler Türkiye insanının yeni ve en büyük düşmanı.
Yakın zamana kadar kendi tarım üretiminde kendisine yetmenin dışında büyük tarım ürünleri ihracatçısı olan Türkiye, dağları, tepeleri bitmiş gibi en verimli tarım alanlarını yapılaşmaya açarak; köylerin ve köylünün ihtiyacını karşılamayarak onları şehirlere taşıyor. Bu arada işsizlik bir yana, hemen her türlü tarım ürününü ithal eden bir ülke haline getiriliyor.
insanıyla, inancıyla uğraşmaktan sanayileşmeyi beceremeyen, bilgiye değer vermeyen, hizmet sektörünün kıymetini anlamayan, finans merkezi olmayı başaramamış, enerji kaynaklarını yönetemeyen, yeraltı ve yer üstü değerlerini hebâ eden, insanına iş bulamayan, enerji dolu genç nüfusuna bilgi çağının fırsatlarını sunup katma değer üretemeyen bir ülkenin gıda güvenliğini önemsemesi beklenemez.
Önce nüfusun çokluğunu bahane ettiler. Daha sonra verimli arazilerin yerleşim alanı yapılması için şehirleşme modelleri erozyona uğratıldı. ‘Tarım alanlarının azlığı ve verimsizliği’ gibi bir safsata ile beyinler yıkandı.
Sanayi devrimi yalanıyla topraktan utandırılan, toprağı işlemek yerine kahvehanede oyun oynaması özendirilen halk kitleleri sanayi devriminin üzerlerine çökmesiyle, işsiz ve umutsuz bırakıldılar.
Uluslararası tröstler bugünler için vardı ve çöreklenmekte gecikmediler. Daha kolay üretim, daha fazla verim ve daha fazla kazanma uğruna, insan neslinin geleceğini tehdit altına alan Genetiği Değiştirilmiş Organizmalı (GDO) ürünlerle baş başa bırakıldık.
Bu sayede köyde-kentte yetişen ve doğal yöntemlerle elde edilen tohumlar ve ürünler yerine; laboratuar ortamında şekillendirilen, artık tohum vermeyen, görünümü aynı olsa da, tadı, kokusu, rengi, lezzeti ve dayanıklılığı aynı olmayan; tek kalıptan çıkmış, her mevsimde sofraları süsleyen bu daha dayanıklı ürünlerin insanlığın kâbusu olduğundan kuşku duymuyoruz.
Bu sayede artık ‘doğal’ olan, tarih olmuştur. Önüne gelen herkes ürününün ‘doğal’ olduğu iddiasındadır. Ancak artık doğal olan, yalan olanla eşitlenmiştir.
Materyalizmin kölesi gibi düşünüp hareket eden, inançlara, felsefî görüşlere, beslenme kültürlerine saygısız bir takım üreticilerin yanı sıra, bilgi ve endişeden yoksun yeni tip tüketiciler sayesinde doğal yapı bozulmuş; tarım ürünlerinden elde edilen ürünlerin menşei hakkında bilgi sahibi olamadığımız gibi doğru bilgiye erişmemizi engelleyen karmaşaya eklenen malum bürokrasi ve sorumsuz siyaset sayesinde, insan neslinin immun (savunma) sistemi zayıflatılmıştır.
Binlerce sağlıksız katkı maddesi ile tabiatı bozulan insanlık, bu yapay ve sakıncalı gıda endüstrisi sayesinde her gün hasta ve her günü hastane koridorlarında geçen ilaç maymunlarına dönüştürülmüştür.
insanlık , “kazan kazan” formülünün uygulandığı günümüz gıda ve sağlık endüstrisinden, kayıp üstüne kayıplar vermektedir.
Bozuk yağlar, yağ gibi kaygan insan modeli, konserve tüketen prematüre insan tipi, paketlenmiş ürünler sayesinde ruhunu kaybetmiş "moda mankeni insanlar" elde etmek için ne gerekiyorsa yapılmıştır. Bu çabaya bugün de devam etmektedirler.
Yeni nesil sütü bilmiyor, ayran içmemiş, hoşafı-kompostoyu duymamış ancak içindeki sağlıksız, kalitesiz, güvensiz renklendirici, tatlandırıcıların yanı sıra tiryakilik uyandıran, katkılı, gazlı içecekler sayesinde adeta "hazzın ve lezzetin kölesi" haline getirilmiştir.
Şairin tabiriyle ‘aşı zehirle pişmiş’ bir nesil var karşımızda… On bin yıllık sütü ‘sokak’ kelimesiyle birleştirip küçümseyerek; ne olduğu belirsiz ürünler pazarlıyorlar. Salamında, sucuğunda ve köftesinde et olmayan, baharatı inşaat boyası ve kiremit tozundan yapılan, zeytine ayakkabı boyası katan, atık yağı damıtıp yeniden satan, peyniri ve dondurmayı sütsüz yapan, peynirin mayasını tanımayan, ekmeği bile meçhul ve tehlikeli katıklardan üreten bir toplumda, insan zehirlemenin suç olduğunu söyleyen bir hukuk, sadece komiktir!
Para karşılığı tehlikeli ürünleri savunan, birkaç kuruş dünyalık için dilini yutan, kör, sağır dilsiz sözde aydın ve bilim insanları ve daha acısı bütün bunlara ölüler kadar sessiz, taş kadar tepkisiz bir insan nesli… Böyle bir nesil, katiline para veren maktulden farksızdır. Haz ve lezzete ölümüne âşık bir gençlik… işte yeniçağın modern köleleri üzerine kurulan karmaşık, karışık ama yaptığını bilerek yapan bir endüstri...
Reklâm denilen büyük sihirle, zehrine susamış insanlığa iyiyi, doğruyu, doğalı, gerçeği, geçmişi, geleceği ve en önemlisi o mükemmel insana mükemmel olanı hatırlatmak için, içindeki volkanik ‘endişeleri’ paylaşmak ve insanî sorumluluklarının gereğini ifa etmek için doğdu: Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi.
Bu Hareket’in hiçbir Materyalist, Kapitalist ve Emperyalist güçle, siyasi bir yapılanmayla ve ekonomik bir güçle (duygusal dâhi olsa) en ufak bir bağı yoktur. O’nun tek bağı; doğru ve gerçekledir. O’nu bu idealinden hiçbir güç ve irade vazgeçiremez. O, yani Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi; insan için yola çıkmış insani bir harekettir!
Sizi de bekliyoruz!
Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi
belirtilerini okuyunca en az 5-6 tanesine sahip olduğumu düşündüğüm. doktor fobisi yüzünden hayatımda hiç doktora gitmedim. check up mek up bilmem. birkaç yıl sonra hesabımı kontrol edin sözlük, eğer burada yoksam ölmüşümdür.
Burjuvazi zengin iş adamlarının havayı, suyu, tabiatı kırleterek; kıvam artırıcı ve koruyucu maddelerle gıda üreterek insanlığa pompaladığı hastalıktır. Her kanserin ucu zengin iş adamlarına dayanır.