"önce biri başka birini öldürüyor, sonra o öldüren kişiyi başka biri öldürüyor, sonra onu da bir başkası, o başkasını da bir başkası, başkası, başkası, başkası" ne mantıksız bir entry değil mi? işte kan davası da böyle bir şey.
ömründe görmediğin bir akrabanın hıncının senden çıkarıldığı olaydır. 2009 türkiye'sine hala görülen olaydır demiyorum; çünkü biliyorum ki 2200 türkiye'sinde hatta mars'ında görülecek olan ve cehaletin-beyinsizliğin ulaşabileceği kuşkusuz en üst nokta olan bir kangrendir. afedersiniz ama bir bok olmaz bizden.
yer yer terörizmden bile daha fazla can almaktadır. 21. yüzyıl türkiye'sine bu tarz ilkel şeyler yakışmamaktadır. ülke olarak bu meselenin üzerine eğilip tüm kan davalarını ortadan kaldırmamız gerekmektedir. bunu yaparken özellikle diyanet işleri başkanlığından faydalanılmalıdır.
En önemli insan hakları ilkelerinden birisi cezanın şahsiliği ilkesidir. Suçu kim işlediyse cezasını çekecek olan da odur. Kimse başka birinin yaptığı suçtan dolayı yargılanamaz, mahkûm edilip cezalandırılamaz. Ancak hak ve hukukun olmadığı, güçlü ve zorbaların hüküm sürdüğü toplumlarda bu durumun tersine rastlanılabilir.
Ezcümle bu durum islam öncesi müşrik Arap toplumunda çok yaygındı. islam öncesi Cahiliye döneminde bir şahıs dövülse, öldürülse veya eşyası çalınsa, yağma edilse, mağdur olan kimse işi yapan şahsı ele geçiremezse, onun soy bakımından beşinci dedesine kadar ulaşan akrabasından kimi ele geçirirse onlardan intikam alırdı.1
islamın gelişi ile insan haklarına saygı zirve yapmış, Müslümanın Müslümana kanı, malı namusu ve şerefi haram2 sayılmıştır. Allah-u Teâla Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez3 ayetiyle herkesin yaptıklarından mesul olduğunu çok net bir şekilde ifade etmiştir. Efendimiz aleyhisselatu vesselam, her cümlesi altın harflerle yazılacak, hem fert huzuru hem toplum barışı adına birer şahika olan hükümlerin yer aldığı ve toplumsal manada derin problemler yaşayan bütün modern toplumlar için etkili ve nihai çareler içeren Veda Hutbesi'nde Kimse kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz4 buyurarak suçun ve cezanın şahsiliği ilkesini net bir şekilde ifade ederek yukarıdaki ayeti açık bir şekilde izah etmiştir.
Müslüman olmayan toplumlar ise islam toplumlarına saldırıp ihanet etmedikleri sürece Müslümanların sahip olduğu emniyete sahip idiler. Nitekim Peygamberimiz daha hicretin ilk yılında Medinedeki Yahudiler ile antlaşma yapmış, hazırladığı anayasaya onlarında hak ve hürriyetlerini derç etmiş; kendilerine din ve vicdan hürriyeti yanında adli muhtariyet de bahşetmişti. Daha sonra Necran Hristiyanlarıyla yaptığı sulh anlaşmasında aynı hakları daha da fazlasıyla onlara da tanımış, bunların süresiz olarak korunmasını istemiştir.5
islamın suç ve ceza hususundaki prensiplerinin vaz edilmesinden asırlar sonra Cezayı yalnızca suç işleyenlerin ve ona yardım edenlerin çekmesi gerektiği, diğer masum kişilerin suçlu ile yakınlıkları dahi olsa ceza çekmelerinin adalete aykırı olduğu şeklinde ifade edebileceğimiz cezanın şahsiliği, Fransız ihtilalinden sonra Batı hukuklarına bir prensip olarak girmiştir.6 islam hukukunun üstünlüğünün ve insan ve toplum için gerekli olan her şeyi kesin bir şekilde belirlediğinin çok önemli bir göstergesi olan bu durum hakkında daha detaylı yazmayı başka bir zaman bırakarak konuya tekrar dönmek istiyorum.
Efendimiz aleyhisselatu vesselamın Cahiliye devrinden kalan her şey ayaklarımın altındadır7 buyurmasının üzerinden on yüzyıllar geçmesine rağmen maalesef hala sürdürülmekte olan bir müşrik âdeti var: Öldürülen kişiye bedel karşı taraftan olayla alakalı olmayan kişi veya kişilerin öldürülmesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan kan davaları.
Daha çok benim de doğduğum yer olan Doğu ve Güneydoğu vilayetlerinde yaygın olan bu cahiliyeye has gelenek günümüzde de hala devam etmektedir. Haberlerde rastladığımız bu vakalar genellikle şu şekilde gerçekleşmektedir: A ailesine mensup bir kişi B ailesinden birisi tarafından bir sebepten dolayı öldürülür. Eğer diyet kabul edilerek iki aile arasında barış imzalanmazsa - genelde öldürülen aile zayıf, maddi olarak güçlü olmayan ve sayıca düşük fertlerden oluşmuşsa bu barış teklifini kabul eder, aksi takdirde güçlü aileden birisi öldürüldüğünde barış genelde yapılamaz- A ailesinin fertleri mutlak surette bunun intikamını alma planlarını yapmaya cenazeyi kaldırma sırasında başlar. intikam sürecinin uzaması hiç önemli değildir, önemli olan karşı tarafın canını en fazla yakacak şekilde bir saldırının yapılmasıdır. Öldüren kişi genelde hapse girdiğinden mutlaka dışarıdan biri öldürülecektir. Bu bazen bir bazen da daha fazla olabilmektedir. Olayın hususiyetlerine ve o anki şartlara bağlıdır kaç kişinin öldürüleceği. Çoğu zaman olayla doğrudan bağlantısı olmayan ve genç yaştaki kişiler hedef seçilir ki karşı tarafın bütün sinir uçlarına dokunarak çekebileceği en fazla acıyı çekmesi mümkün olsun. A ailesi bu misillemeyi yaptıktan sonra kan davası da başlar genelde. Eğer gerçek suçlu değil de masum bir öldürülmüşse bu sefer de mutlaka B ailesi intikam hesaplarına girişir ve bu süreç böylece devam eder. Ancak yukarıda bahsettiğim gibi bu durum genelde güç olarak denk vaziyette olan aileler tarafından yürütülür. Eğer ailelerden biri zayıfsa intikam alamaz ve sulh yoluna girer ki güçlü olan taraf genelde bu zayıflığı suiistimal eder.
daha çok aşiret tipi yapılanmalardan müteşekkil toplumlarda görülmektedir. mesela kürtler ve araplar. orta doğu'nun toplumsal yapısını aşiretler oluşturur. sürü psikolojisi fazlacadır buna bağlı olarak kan davaları, aşiretler arası çatışmalar eksik olmamaktadır.
islam öncesi dönemdeki kabileciliğin günümüzdeki yansımasıdır ve doğu halklarında görülen bir vahşettir.