"Kamber Ateş Nasılsın: Hapisane Hikayeleri" kitabına ismini veren hikaye.
Kamber ateş mamak askeri cezaevinde tutukludur. Haber gelir. Görüşe annesi de gelecektir. Kamber Ateş görüşmeden 4 gün önce görüş komasına girer.
Heyecanı sadece anasını göreceğinden kaynaklı değildir. Çok büyük derdi vardır kamber ateş'in . Anası türkçe bilmemektedir. Ve o günlerde, değil türkçe dışında dil konuşmak kaş,göz işareti bile görüşmenin bitip tutuklunun yaka paça görütülmesi için yeterdir.
Görüş günü gelir. Anası gelir görüşme odasına ve sorar :
"...
-kamber ateş nasılsın?
- iyiyim, canım annem, iyiyim.
Kadın silme sevgi kesilen gözlerinden boşalan yaşlarla oğluna okşarcasına baktı, baktı;
-Kamber Ateş nasılsın!..., dedi.
-iyiyim, çok iyiyim, siz nasılsınız...
Kadın sustu, başını önüne eğdi, bekledi. Sonra birden taa oğlunun gözlerinin içine bakarak sordu;
"Kamber Ateş nasılsın....?!!!!
Kamber annesinin Türkçe'yi öğrenemediğini anladı.
Kardeşi yol boyunca annesine sadece bu üç sözcüğü öğretebilmiştir: Kamber ateş nasılsın? ..."
Ve konuştular ana-oğul o 3 kelime ile
anne sordu:
-kamber ateş nasılsın?
ve oğul gülerek cevapladı:
-iyiyim, canım annem, iyiyim. **
kamber, 12 eylül gelince kendini sıkıyönetim mahkemelerinin karşısında bulmuş, mamak askeri cezaevi'nde davanın askeri yargıtay'daki sonucunu bekleyerek tutukluluk günlerini geçiriyordu. tecrit günlerinden birinde kamber'e bir mektup geldi. mektupta deniliyordu ki:
"(...) Önümüzdeki görüşte annen ziyaretine gelecek. annen sen içeri düştüğün günden beri; "n'olur, beni oğluma götürün. dünya gözüyle oğlumu son bir kez daha göreyim..." diyerek başımızın etini yiyordu. kısmet bu görüşeymiş, getiriyoruz..."
kamber dört gün önceden mahpus deyimiyle " görüş komasına" girdi. hep ondan bahsediyor, türkçe bilmediğinden dem vuruyor, "allah vere de annem bunca yıl içerisinde konuşacak kadar bir şey öğrenmiş olsa..." diyordu.
annesi köyde doğup büyümüş, evlenmiş, yaşamı boyunca, zaman zaman babasının peşinde imranlı'ya "pazar için" inmenin dışında, tek bir kez büyük şehre inmemiş, köyünü dünyası bellemişti. köyünün dili neyse, doğaldı ki onunki de o olacaktı...
ama mamak görüşlerinde, yavaş sesle konuşmak, el, kol, yüz hareketleriyle işaretleşmek ve türkçe'den başka bir dille konuşmak kesinlikle yasaktı. yasak herhangı bir biçimde ihlal edildiği anda görüş kabininin her iki tarafında, giriş kapılarının önünde alıcı kuş gibi bekleyen görevli askerler, talimatlara uyulmadığını belirterek, hemen "görüş bitti" diyorlar, tutuklu apar topar, görüşçüsünün gözleri önünde tartaklanarak alınıp götürülüyordu. aynı muamele görüşçüye de yapılarak kapı dışarı ediliyordu.
o uzun, upuzun gelen dört gece akıp gitti ve görüş günü geldi. kaldığı b blok'ta sıcak su olmadığı için, sabahın erken saatlerinde buz gibi suyla banyosunu yaptı. traşını oldu. sıfır numaraya vurulmuş saçlarına zulasındaki esanstan birkaç damla sürdü. en temiz elbiselerini giydi. görüşe hazır hale geldikten sonra birkaç lokma birşeyler atıştınp, tecrit hücresinin üç buçuk adımlık volta yerine çıktı. o artık durup dinlenmeksizin üç buçuk adımda bir u dönüşü yapan düşünceli bir yürüyüştü...
hoparlörden beşinci kez isimler anons edildiği anda kendi ismini duydu. göz bebeklerine yerleşen sevinç ışıltılarıyla, gardiyanın açtığı hücre kapısından uçar adımlarla çıkıp annesine koştu...
kamber yüzündeki özlem yangınıyla görüş kabinine girdi ve karşısında annesini ve kardeşini buldu, anne, önündeki tel örgüleri adeta tırmalar gibi ileri atıldı, çığlığı andıran bir sesle: "kamber ateş nasılsın!..." dedi.
"iyiyim, canım annem, iyiyim..."
kadın silme sevgi kesilen gözlerinden boşalan yaşlarla oğluna okşarcasına baktı, baktı "kamber ateş nasılsın!..." dedi.
"iyiyim, çok iyiyim, siz nasılsınız..."
kadın sustu, başını önüne eğdi, bekledi. sonra birden taa oğlunun gözlerinin içine bakarak sordu "kamber ateş nasılsın!..."
" ?! "
kamber annesinin türkçe'yi öğrenemediğini anladı. kardeşi yol boyunca annesine sadece bu üç sözcüğü öğretebilmişti. o da hep aynı cümleyi tekrarlayıp duruyordu, özlemin söze gerek duyduğu bu en yakıcı anda, ana-oğul birbirlerine seslenemiyorlardı, aralarında "türkçe konuşacaksın!" emir kipli bir duvar, bir set çekilmişti...
birbirlerine bakışıp duruyorlar ve anne biraz zaman geçince yeniden:
"kamber ateş nasılsın?" diyordu.
oğlunun gözlerinden yanaklarına doğru, zaptedilmek istenen ama becerilemeyen, iki damla yaşın süzüldüğünü gördü anne...
anne gözlerine en şefkatli duruşu, sesine en yumuşak tonuyla:
"kamber ateş nasılsın!..." diyecekti.
bunun anlamı: "oğlum, sağlığın yerinde mi, bir derdin sıkıntın var mı, karnın doyuyor mu, sırtın pek mi, herhangi bir şey istiyor musun, çamaşır göndereyim mi, kışlık çorap öreyim mi?..." demekti.
yanıtı oğlunun gözlerinden alacak:
"demek iç çamaşırı ve yün çorap istiyorsun, hay hay canım oğlum." diyecekti içinden..
anne çınar yüzüne dededen atadan kalma kuşkulu ifadeyi takınacak, gizemli bir tavra bürünecek, merak dolu gözlerle oğlunun ve kendisinin başucunda copla bekleyen askerlere bakacak, titrek bir sesle:
"kamber ateş nasılsın!..."
bunun anlamı:" burada zulüm çokmuş oğlum, dışarıda hep duyuyoruz, doğru mu? " demekti. yanıtı yine oğlunun gözlerinden alacaktı.
"görüş bitti!" anlamına gelen düdüğün tiz sesi duyuldu.
anne, "hoşçakal canım yavrum..." anlamına gelecek şekilde, sayısız kez kullandığı o tek cümleyi, el sallarken bir kez daha yineledi: "kamber ateş nasılsın!..."
ve gittiler...
görüş sonrası kamber bir sevinç seli gibi düştü hücresine.
arkadaşı:
"gelen annen miydi?" diye sordu.
"evet" anlamında başını salladı.arkadaşı endişe dolu bir ifadeyle:
"herhangı bir aksilik çıkmadan görüşebildiniz mi?" dedi.
"hem de nasıl!..."
arkadaşı sevinçle kolunu tutu ve sordu:
" neler konuştunuz?..."
kamber annesinin şakıyan gözlerini anımsadı, ışıltılı gözlerle arkadaşına baktı. yanıt vermedi ama arkadaşı anladı, şaşkınlık dolu bir yüz ifadesiyle kendi kendine mırıldandı: "kamber'in gözleri konuşuyor!..."
not: Öykü belge yayınlarından çıkmış olan ve ihd diyarbakır Şb. tarafından derlenen, "kamber ateş nasılsın - hapishanelerden Öyküler" isimli kitaptan kısaltılarak paylaşıma sunulmuş. bu öykünün tamamını ve diğer güzel öyküleri okumak isteyenler bu kitabı edinebilirler.
Ülkemizde kamber ateş nasılsın? olayına çok benzer dramlar yaşanırken, bu dramların bir ucu yurtdışına uzanırken, birileri de bunlardan etkilenip oralarda şiirler yazmış meğerse. trajedi ortada olunca etkileşimler de çok benziyor. birisi düz yazıyla birisi şiirle dökmüş derdini, açmış içini ummana...
"Kürtçe
Susmak yerine
Kürtçe Konuşmak..." (*)
bir hapishane düşünün
ki en güncel yapısı kentin
bir görüş günü
bir genç -elbette ki içerde
bir ana -yaşlı, hem kendi hem gözleri
ana oğul üç dakika bakıştı
görüşme topu topu üç dakikaydı
hiç konuşmadılar
çünkü Kürtçe konuşmak yasak! tı
çünkü sekiz milyondan ikisiydiler
çünkü Kürt'tüler
kimliklerine Kürt yazılması yasaktı
ana oğul yalnızca bakıştı
Türkçe bilmezdi ana
anasının anası da bilmemişti hiç
hep sustular sustular sustular
üç dakika
ana
uzun yol yürümüş belli
ta Selahaddin Eyyubi'den bu yana
ala kara neçeğin elleri fırtınada yapraktı
yüreğin savunmasıydı yüzündeki kırışlar
anlayamıyordu
ele geçirilirken nasılsa ölememiş
oğul takım elbiseliydi ödünç
özene bezene saklanmış yaraları
ama nerde bir hoş bakan o gözler
kırpışan kanlı bir çarşaf
kötü budanmış kavak
ağaçsız avlusunda hapishanenin
konuşacak oldu ana
Kürtçe
Konuşmak
Yasak!
tı
tam sorumlusu kimdi cehaletinin bilmiyor
ama Kürtçe susmak istemiyordu
bahtı karaydı
ne gelmişse başına bu yüzden
oğul Kürtçe susmuş dağa çıkmıştı
Türkçe düşünmenin ceza gördüğü yerde
bilmiyordu Kürtçe susmak böyle olurdu
Kürtçe bedduası içine aktı ananın
oğul sustu
o sustu
gözleri konuştu
bir de yalın gözyaşları
Kürtçe susmanın serbest olduğu ülkemde
Süreniz doldu!
iner gece bütün hüznüyle dünyaya
Selahattin ranzayı dişler hırsından
ağıt yakar ana toprak damın çırası
ozan pay eder geceyi dibek taşında
dur durak yok sabahlara uyanır güneş
Vanlıyım iki gözüm ayrı değiştiremem
kapalı kapılar Kürt'e yüzüm tırmık yarası
çavuşun terhis kağıdı kan fotoğrafta
teğmenin bir oğlu bir kızı yetim
ekmek soğan var öksüz öğretmenin kalemi
ölü ele geçirilmiş yüzü gözü belirsiz
gerillanın ayağında spor ayakkabısı
işte ağlıyorum Anadolu'ya ortanızdayım
beni vurun birbirinizden önce
ya da bir an düş molası verin oturun :
yarın herkes için şenlensin fabrika duvarları
toprak sulara kavuşsun gönül barajlarından
birlikte ölünmesin birlikte yaşansın
sürülmesin Fransa'ya Kürt Dili'nin kürsüsü
tertemiz giyinsin Diyarbekir kalesinde son siyasi
dilberinin gözlerini duysun anasının dilinden
Erivan'dan bir türkü armağan
Kürtçe çalsın Ankara, "Danışır Baki"
sürgünden bir ses
bir selam
belki Amsterdam'dan
gürültüyle
kapanır demir kapı uyanır herkes düş molasından
kan başlar akmaya
uluslar tarihinin aynasıdır o üç dakikalık acı
o tarih ki umutlarını mayın tarlasına ekmiş
o tarih ki yeniden sürülmeye adaydır
adaylar herkesin yanı başında
unutmayın
süremiz doldu!
Amsterdam, Ekim 1986
(*): Politik sürgünlük yıllarımda bir gazetede gördüğüm haber beni çok etkilemişti. Hapisteki oğlunu görmeye giden Kürt kökenli bir anne, Kürtçe'den başka bir dil bilmediğinden ve Kürtçe konuşmak da yasak olduğundan görüşme süresince oğluna bakıp ağlamıştı. işte beni ağlatan ve isyan ettiren bu duygunun bana o dönemde yazdırdıkları... Bazı şeyleri değiştirmekte, dönüştürmekte hala zorlandığımız bu günlerden bakınca o günler daha da trajik görünüyor. Kürtçe susmanın yolları: kimi dağa çıktı, kimi ağladı. Kürt değilim ama ben de şiir yazmıştım. Bu şiiri geçmişte bu nedenlerle acı çekmiş herkese adıyorum. i.Mısırlıoğlu 02/06/2006
kamber ateş'lerin annelerinden bugün yine bunu, böyle soranlar var elbet. her ilerleyen gün güzel haberler getirse de dert henüz çözülmüş değil. ama artık daha umutluyuz, o da daha umutlu o yüzden. artık televizyonu da var, kürtçe'sinden artık o kadar utanmıyor, "bak koca devletin televizyonunda bile konuşuluyor" diye seviniyor o; bazı üniversitelerde kürtçe kürsülerinin açıldı açılacak oluşuna oğlu çok sevinmiş, o da seviniyor, o sevindi diye muhtemelen... kimilerimiz için kamberler de, ateşler de, anneleri de hayal ürünü gibi... ne olursa olsun, her okuduğumuzda bizi ağlatan bu öykü çok gerçek; üstelik o göz yaşlarımız, belki de bizi bir arada tutacak çimentonun harcıdır. ağlarken insanlığımız aklımıza geliyor sanki.
bir anneye bunu yaşatan bir ülkenin sıradan bir yurttaşı olarak ülkem adına kamber ateş'in annesinden özür diliyorum.
nazım hikmet kültür merkezi sinema topluluğu tarafından kısa film haline getirilmiş olan hikaye. yönetmenliğini değer demircan'ın üstlendiği bu kısa film; geçmişin inkarcılarının bugün nasıl açılımcılara dönüştüğünü hatırlatabilir.
hapishanelerde kürtçe konuşma yasağı ayıbımızın kaldırılmasıyla, yeniden yüreğimizden geçendir. hala, "açılımın altı boş" diyerek boş teneke çalıp çok ses çıkaranlara; kürtlerin, barışın ihtimaline bile neden bu çok sevindiklerini anlamamaya çalışanlara ithaf olunur.
Duygusal anlamda etkili ve acıklı bir hikayedir.
ideoloji, siyaset, türk -kürt polemiğine girmeden, salt anne ve oğul arasında geçen, şevkatli, acı, kutsal duygu yoğunluğunu yaşamamanız imkânsızdır.
Yürek burkar, iç acıtır.