ne yalnız başına, ne de çok kalabalık olmadan yapılması keyif veren günün en önemli öğünü. bayramlarda başkadır tabii. en son ki ramazan bayramı kahvaltısını nedense unutamadım. eski bayramlar kadar tad vermişti. abim eşiyle bize gelmişti, annem her zaman ki gibi kahvaltıyı güzelce hazırlamış, babam bu sefer internetten değil, elinde gazetesini okuyordu. ben ise kendimi eksik hissetmiştim ama. gerçi çokta mutluydum geleceğe dair düşünüyordum o an. abime özenmiştim açıkçası. bende eşim olacak kişiyle beraber bayramda anne babama kahvaltıya gelişimin hayalini kuruyordum. çok mu uçuktu bu hayal veya çok mu gerekliydi onu da bilmiyorum. bu duruma takılı kalmakta kendimi hem iyi hem de salakça hissettiriyor nedenini bilmiyorum ama. allah hayırllı kişilerle karşılaştırsın. ne diyeyim.
bir tabak dolusu bebe bisküvisinin süte doyduğu an ve sonra bu güzel ikiliyi tadarak midemin şenlenmesi; mutlu son! bu sabahın en güzel anıydı. epeyce nostaljik fakat en azından leziz...
merak ediyorum, acaba hangimiz doğru düzgün kahvaltı yapabiliyoruz sabahları; tatlı uykularımızdan feragat edip zaman ayırabiliyor muyuz yeterince? malum, iş ve okul hayatımızın üzerimizdeki ağır sorumlulukları hasebiyle kargalar kendi bokları ile oynamadan uyanmak zorunda kalıyor birçoğumuz. merak işte.
çocukken amma da safmışız; ne özenirdik şu aptal saptal reklamlara. neymiş, sağlıklı ve besleyici bir kahvaltı için vazgeçilmez bir ürünmüş mısır gevrekleri. koca bir tas süt ile karışıtırınca tadına doyum olmuyormuş, üstelik çok da pratikmiş!.. annelerimizin başının etini yerdik; o zamanlar dünyanın parası eden malum mısır gevreklerinden alsın, biz de izlediğimiz o reklamlardaki çocuklar gibi mutlu olalım, (sözde)sağlıklı beslenebilelim diye. şimdilerde neredeyse her allahın günü mecburiyetten yediğimizden midir bilinmez, çok pişmanlık duyuyorum çocukken annemin hazırladığı o mükkellef sofralara yanaşmayıp bir kase süt - mısır gevreği karışımı ile karnımı doyurmaya çalışmama. kahvaltı anlamını yitirmeye başladı artık modern zamanlarda...
kaybedince daha iyi anlıyoruz bazı şeylerin değerini. sonra ömrümüzün sonuna dek benzer izlerin peşinden gidiyoruz; aynı tadı alabilmenin umuduyla... kafamı kurcalayan ve canımı sıkan asıl mesele sabahleyin masada beni bekleyen güzel bir kahvaltının eksikliği mi, hazırlamasını istediğim bir kişinin yanımda olamayışı mı, fedakar annelerimizin değerini bilemeyişimiz mi? yoksa yaşlanıp o günlerden uzaklaştıkça içimizde büyüttüğümüz geçmişe duyulan özlem mi? sanırım hepsi...
Ne yapmalı.
Şöyle bir çayla başlamalı pazar sabahı
kahvaltısına, Alüminyum çaydanlık da
suyu kaynatıp, bakır demlik de demlemeli.
çayın kokusu bütün mutfağı sarmalı.
Siyah zeytinin üstüne yeşil renkli
zeytinyağı,
biraz kekik,
biraz çörek otu,
görsel bir şölen olmalı.
Şimdi bir kaç sarı, birkaç yeşil biberi
irice doğrayıp, zeytinyağında hafifçe
çevirdim mi,
biraz çökelek,
bir yumurta.
Al sana,
biberli çökelekli eski bir macır yemeği..
vişne reçeli ile fırından yeni çıkmış
çıtır ekmeğin yanında
Peynir, tahin, olmazsa oturmam o
kahvaltıya.
en çok çeşidin olduğu masa bile, bir tas çorbanın yerini asla tutmayacaktır. anadolu'mun en güzel geleneklerinden biri olan kahvaltı kültürüne peynir doğrayan, jambon dilimleyen hainleri tarih bir gün muhakkak yazacaktır. kahrolsun modern kahvaltı kültürü, yaşasın mercimek çorbası!